8 Haziran 2024 Cumartesi

Şiirin gizemli atmosferinden notlar


Şiir yazmak herkese nasip olmaz, herkesin "harcı" da değildir üstelik. Tanrısal yetilerle donatılmak mı, ya da zaman içinde içsel gelişimini tamamlamak mı gibi kadim sorular bir yana, burada varoluşumuzu anlamlandıran ve "kim" olduğumuzu tanımlayan en temel olgu, olsa olsa, yaşadığımız evrene, yeryüzüne ve insanlara nasıl baktığımızdır.

Hayatı nasıl görüyoruz? Dünyayı, canlıları, nesneleri ve olayları nasıl yorumluyoruz?

Belki de temel soru şudur: Herkes gibi, seslerin ve görüntülerin anaforuna kapılarak nereye gittiğimizi bilmeden sonsuza dek sürüklenip duracak mıyız, yoksa şöyle bir durup bütün bu olan biteni anlamaya çalışarak, kendi varlığımızdan başlayıp tüm varoluşsal süreçlere şaşkınlık ve hayranlıkla, büyülenerek mi bakacağız?

Eğer ki kâinatı ve "şey"leri; zamanı ve mekânı, canlıları ve nesneleri, yaşamı ve ölümü, kederleri ve sevinçleri bir şiir gibi görmeyeceksek, evrendeki yerimizi de anlamak/anlamlandırmak biraz güçleşmeyecek mi?


Ayşe Şafak Kanca'nın 2022 yılında yayımlanan Yanık Bal Kokusu kitabını işte bu duygularla okudum, hemen her şiirinde benzer sorular sordum kendime. Daha ilk şiirini okurken bile anlamıştım onun "harcı"nın yaşamın ağırlığı ve korkularla karıldığını: "En son ne zaman çıkmıştım/ ne zaman kırıntılarımı toplayarak/ dinerim diye karanlığımdan" ("Çitlembik Karası", s. 11)

Kısa betimlemeler aracılığıyla kurduğu imgelerde çokkatlı bir anlam zenginliğine ulaşan Kanca'nın duyusal yönelimi, şiirlerinde yer yer pesimist bir söyleyişe dönüşüyor, her seferinde buruk bir hatıraya kapı aralıyordu. Sözgelimi, "ama hiç geyik görmedim ki şiirini yazayım/ bir seni, bir de çivilerini bilirim gençliğin" diyordu bir şiirinde; devamında ise "değişim"in negatif etkisi acılı bir çığlığı andırıyordu: "duvarlarım ağır kaleme müebbet/ havalar soğudu soğuyacak, çok değiştim ben/ uzaklaştıkça kendimden ayaklarım yol yorgunu" ("Ayaklarım Yol Yorgunu", s. 15)