GÖKHAN ARSLAN’LA SÖYLEŞİ
İzin verirsen, yeni kitabın Babam Beni
Niye Öldürdü’deki şiirlerin oluşma serüveniyle başlamak istiyorum:
İntiharını yedi ay boyunca yanında taşıyan, darbe günlerine tanık olup
işkenceye maruz kalan ve sosyalist kültürden gelen babanın şiir anlayışına ve
şiirlerinin oluşma sürecine etkilerinden bahsedebilir misin biraz?
Çocukluğum annemden ve babamdan dinlediğim 12 Eylül ve öncesine ait hikâyelerle
geçti. Kaybedilen arkadaşlar, saklanılan evler, okunan kitaplar, yarım
bırakılan yaşamlar, sımsıkı tutulan hayaller, bir şeyleri değiştirebilme
özlemi, çocuklarına güzel bir gelecek bırakabilme umudu... Aşağı yukarı her
gece sanki masal dinliyormuş gibi oturur, onların anılarını kafamda canlandırmaya
çalışırdım. Yetişme süreci boyunca bunlarla içli dışlı olunca, duygusal anlamda
da o yöne kayıyorsun zaten. Şiire ilk merak sardığım dönemlerde babamın elime
tutuşturduğu kitapların Cemal Süreya ve Nâzım Hikmet’e ait olduğu düşünülürse,
durum daha da netlik kazanır. Ama bu süreci yaşamış her aile gibi, benim
ailemin de bir korkusu vardı; onların yaşadıklarını yaşama korkusu. Böyledir
zaten, hem sana anlatırlar, seni geçmişlerine ortak ederler, sonra da aynı
hayallerin peşinden gideceksin diye korkarlar. Yani inan ama eyleme geçme.
Aslında anlaşılabilir bir durum bu. Yani o kuşağın yaşadıklarını düşündükçe,
onların çocukları için duyduğu korkuyu da anlıyor insan. Nitekim her ne kadar
hissettirmemeye çalışsam da, ortaokul ve lise yıllarım o korkunun etrafında
şekillendi.
Kitapta
sıklıkla kullanılan birtakım sözcükler var: defne, erik dalı, sardunya, bakla
yaprağı vb. Ama biri daha var ki, o da sanırım ‘zeytin’ sözcüğü ve onunla
ilişkili tamlamalar sanki: Zeytin ağacı, zeytin çekirdeği, zeytin dalı...
Babanın ağaç işlemeciliği ve dekorasyon bölümünü okuması ve bitkilerle içli
dışlı olmasının bir sonucu mudur bu; çünkü kitabın bir yerinde babanı
anlatırken şöyle diyorsun: “hisarönü’ndeki çiçekçiye/ günlerce bıkmadan,
usanmadan/ zeytin çiçeğini anlatmış”.
Ağaç
İşlemeciliği ve Dekorasyon’ aslında marangozluktan başka bir şey değil. İlla ki
ağaçlarla bir ilgisi var ama babam nezdinde bitkilerle içli dışlı olunacak
kadar önemli değil. İlk başta, babam bir köy çocuğu ve bir çiftçiydi. Okumak
için şehre giden, ama orada kendini siyasi mücadelenin içinde bulan birisiydi.
Düşün, üniversite son sınıftayken, ‘okumak burjuvaların işidir’ denilerek bir
anlamda okulu bırakmaya zorlanmış ve bırakmış da. Köye ancak yıllar sonra,
darbeden sonra ailesiyle dönebildi tekrar. Babam köyde uzunca bir süre
kahvehane işletti. Ama bir dönem köydeki zeytinyağı fabrikasında da çalıştı.
Bir ara ben de yanında ona yardım ettim. Kendimi bildim bileli zeytine, zeytin
ağaçlarına karşı bir ilgisi oldu. Bakla yaprağından salata yapmayı çok severdi,
sardunyaları dallarından koparıp saksılarda çoğaltmayı da. Yıllar sonra yeniden
şehre geldiğimizde, evin arka bahçesinde kendi diktiği domates, biber, patlıcan
fidanlarıyla geçirirdi vaktinin çoğunu. Fakat tüm bunların yanında, babamı
sürekli zeytine benzetmemin ayrı bir nedeni var. Babamın tek bir hayali vardı; emekli
olduktan sonra köyde yıllarca çalıştığı zeytinyağı fabrikasını çalıştırmak. Ulaştı
da bu hayaline. Ama bu hayal onun son mekânı oldu bir anlamda. Soğuk bir aralık
günü zehir içip kendini öldürdüğünde, onu fabrikanın içindeki zeytin
posalarının üstünde bulduk. Unutmadan, kitabın en başlarda düşündüğüm ismi
‘Zeytinin Ölümü’ydü...
Önceki
kitabın Yaraya Tutulan Ayna’da dilin
kullanımı ‘şiir içi’ bir çabayı içeriyorken, yeni kitabın Babam Beni Niye Öldürdü’deki üslubunun daha ‘düz’ olduğunu
gözlemledim. Bunun nedeni, ikinci kitabının tek bir şiirden meydana geliyor
olması mıdır?
Bilinen
bir şeydir; tek şiirden oluşan kitapların belirli handikapları vardır; anlatımcılığın
tuzaklarına düşmek, belli yerlerde sıkışmaya başlamak, bölümler arasında
bütünlük sağlayamamak gibi. Ama bir itirafta bulunmalıyım; aslında senin de
dikkatini çekmiş olmalı. Kronolojik anlamda bakıldığında, Babam Beni Niye Öldürdü ilk kitap. Dosyayı bir türlü tamamlayamamış
olmam, diğer bağımsız şiirleri bir an önce bir araya toplamak istemem onu
ikinci kitap olmaya zorladı. Yani kronolojik olarak baktığında aslında göze
çarpan bir aksaklık yok. Hatta şunu da söyleyebilirim; ben Babam Beni Niye Öldürdü’nün bir şiir kitabı olduğundan bile emin
değilim. Sonuçta kişisel bir tarih bu. Özel eşyalarımın bulunduğu bir gardırobu
açmış ve herkese gösteriyormuş gibi hissediyorum. Yani bir çeşit sözel tarih
çalışmasının yazıya geçirilmiş hali. Kendimi aklamak mı? Değil. Belki babama ve
bir kuşağa saygı duruşunda bulunmak. Anlatımın düz olması konusunda haklısın. Ama
dediğim gibi tek şiir olmasının bazı sıkıntıları var işte. Elimden geldiği
kadar bu anlatımcılığı, hikâyeci tavrı kırmaya çalıştım. Bunu da en büyük
sığınağım olan imgeye yaslanarak denedim. Buna rağmen kitaba dönüp baktığımda
hâlâ bazı aksaklıkların olduğunu görüyorum.