25 Ağustos 2015 Salı

İstiklal'e varış

BEYOĞLU - İSTİKLAL HİKÂYELERİ

(2) İstiklal’e varış



“Tak-simm!” diye bağırdı şoför. Frene basıp el frenini aniden çekerek, hızla kapıyı açıp arabadan atladı. Minibüsten indik. Sabah işyerine ulaşma telaşına benzer bir şekilde hepimiz koşturarak ilerliyorduk.
Taksim Meydanı’nı İstiklale bağlayan yol ağzına geldiğimizde kalabalıklaşan ortamda birbirimizi kaybettik. Taksim, mıknatıs gibi kalabalığı bir merkeze çekiyordu. İstiklal Caddesi’nin girişindeki sağlı sollu buluşma yeri ise tam bir keşmekeşti.
Saatime baktım: 17.38. “İyi, fazla uzun sürmedi. Çabuk geldik.” diye mırıldandım, “Burada bekleşenlerin saat 18.00’de buluşacağına dair her iddiasına varım.”
Herkes buluşmak için birilerini burada bekliyor; bekleme salonundan farksız. Bekleme salonlarında bakışlar sabittir. Her şey ağır ağır hareket eder. Bir anonsla hareketlenir her şey. Ya gazete okur, ya kitap, ya da televizyon seyrederler. Ancak burada oturacak yer yok, insanlar ayakta bekliyor. Herkesin elinde bir telefon, çift elle mesaj atmaya çalışanlar ya da uzun telefon görüşmeleri.
Buluşma yeri tarifi şu şekildeydi: “Gezi Parkı’ndan gelirken Yapı Kredi Bankası’nı arkana al...”, “Çiçekçilerin biraz ilerisindeyim.”
Herkesin tarif ettiği yer aynı, ancak tarifi farklıydı.
“Bak elimi sallıyorum, fark ettin mi?”
“Üzerimde pembe bir tişört var.”
Halbuki aynı yeri tarif ediyorlar. Çiçekçiler olmasaydı tarif etmek ne kadar zor olurdu diye düşündüm. Birçok sevgili, çiçek satan bir Çingene’ye hayatı boyunca borçludur desem çok iddialı bir söz etmiş olmam.

Çingene kızları ya da trafiğin yoğun olduğu zamanlarda otobanı işgal eden, ellerindeki çiçekleri satmaya çalışan Çingene gençlerini hatırlayıverdim şimdi de. Arabamın peşinden koşturarak bir demet ya da bir tane çiçek satabilmek için ısrarla camdan eğilerek baktıkları an geliyor aklıma. Bu tür durumlarda çiçekle ilgilendiğinizi sanmaması için onlarla göz göze gelmemek, çiçeğe bakmamak, sanki önemli bir konuyla ilgileniyormuş gibi yapmanın onlardan kurtulmanın tek yolu olduğunu öğrenmiştim zamanla. Onları affediyorum.
Çingene bir kızdan aldığımız çiçeğin bir sevgili ya da eş tarafından elinde sopa tutar gibi hissiz ve yüzü asık bir şekilde taşınması kadar ne acı verir insana. Oysaki sevgilisinin elinden aldığı bir demet gülün bir genç kız tarafından göğsüne yaslanarak onun gözlerinin içine bakışı, sevgilisini ne kadar da mutlu eder.


Buluşma yerine geldiğimde aniden duraksadım. Ben de bekleyen diğer insanlar gibi heyecanla sağa sola bakmaya başladım. Neden ben de sanki birilerini bekler gibi tuhaf hareketler yapmaya başladım ki. Kimseyle buluşmaya gelmemiştim, beklediğim biri de yoktu bugünkü planımda.
Bir ara minibüste sırf oyalanmak için telefon rehberimi incelerken, listede buraya çağıracağım iki arkadaşımdan başka kimsenin olmadığını anladım. Birincisi, İstanbul’da ‘abi’ olarak gördüğüm ve hayata aynı açıdan baktığımıza inandığım Fatih Abi; diğeri ise, işyerinde Halkla İlişkiler departmanında çalışan, işyeri dışında da görüştüğüm arkadaşım. Yani koca telefon rehberimde sadece iki kişi. Kendimi işime o kadar adamışım ki, özel hayatımı ne kadar da boş vermişim diye hayıflandım.
Rehberimi tekrar karıştırıyorum: Bazı isimleri hatırlayamıyorum, kendime göre kodlamışım. Önceki işyerinden kalmış kişilere ait telefon numaraları: ŞFK Bilal (Şafak Hastanesi anlamına geliyor); TKP Çağlar ise, TEKPOL Çağlar Bey’i anımsatıyor. Şimdi hatırlayamadığım, ancak belli ki daha önce görüştüğüm, kısaca iş diye rehbere kaydettiğim kişilerin telefon numaralarını atlıyorum: PERPA Eyüp Abi. Nasıl bir abiyse? Tefeci bir adamı neden bu şekilde kaydettiğimi açıklayabilmem için Eyüp denen kişinin kim olduğunu anlatmalıyım: Çalıştığım firmaya mal satan kişilerden aldığı senet ve çekleri vade farkı keserek nakde dönüştüren bir tefeci bu aslında. Rehbere kaydederken ilk başta Tefeci Eyüp Abi diye yazmıştım. Ara sıra beni arayıp ‘Telefonlarıma neden cevap vermedin?’ dediğinde, geri dönüş yaptığımı kanıtlamak için telefonumu gerektiği zaman ona göstermek gerekebilir diye düşünmüştüm. Tekrar geri dönüş yaptığımı kanıtlamam gerektiğinde hiç de hoş olmayan bir isimle onu adlandırdığımı görmemesi için, rehbere PERPA Eyüp Abi şeklinde düzeltme yapmıştım. Bir gün karşılaştığımızda, kabadayı rolü üstlenerek, “Arkadaşım, seni defalarca aradım, bana dönüş yapmadın!” dediğinde, “Bak abi, aramışım. Ama sen cevap vermemişsin.” diye yanıt vermiştim. ‘PERPA Eyüp Abi’ rumuzunu görünce, oldukça hoşuna gitmişti. Belli ki başkaları tarafından ‘tefeci’ olarak adlandırılıyordu. O günden sonra bana karşı davranışlarının değişip kibarlaştığını bugün gibi hatırlarım.


Kendimi büyük bir grup halinde caddeyi geçmeye çalışan bir sürünün içinde buluyorum. Böyle kalabalıklarda hızımı hep kalabalığa göre ayarlarım. Eğer hızlıca hareket edersem öndeki kişiyle gereksiz ve uygunsuz atışmalara gireriz. Yavaşladığımızda ise, ayakkabımızın arkasına basmak zorunda kalan biriyle karşılaşırız. Bazen yavaşlayan, bazen hızlanan gruba uymak zor olsa da, en uygun olanı kalabalıkla birlikte hareket etmektir.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder