SAHNEDEN NOTLAR
Oyundaki Rosencrantz ve Guildenstern, hayattan herhangi bir
beklentileri olmayan, amaçsız yaşayan, herhangi bir kimliğe sahip olup
olmadıklarını dahi bilmeyen kişilerdir. Rosencrantz ve Guildenstern’in tek
bildikleri; doğdukları, yaşayacakları ve belli bir süre sonra ölecekleridir. Öyle
ki kendilerini tanıtırken isimlerini karıştırırlar. Hamlet’i hatırlamalarının
sebebi ise onu çocukluktan bu yana tanıyor olmalarıdır. Aksi halde kendi
bildikleri, hatırladıkları başka bir şey yoktur, çünkü geçmişi
hatırlayabilecek bir hafızaya sahip değillerdir. Bu yüzden ne başarmak
istedikleri bir şey vardır, ne de kendilerinin ne olduğunu anlamaları için
onlara yardımcı olacak bir kimse. Sık sık unutmaları, geçmişi tamamen yok
saymaları ve sadece günümüze göre yaşamaları onlara sadece acı verir ama, içinde
bulundukları belirsizliğe de kızamazlar; her şeye ve herkese güvenme
ihtiyaçları onların başına bela ve kaçılmaz sondan başka bir şey
getirmeyecektir. Oyunun film uyarlamasına baktığımızda da bu durumun
değiştirilmeden aynen beyaz perdeye aktarıldığını görebilmekteyiz.
Filmin yönetmeni Stoppard, Rosencrantz ve Guildenstern ile
birlikte izleyicileri bir gözlemci, sahneyi de yaşamı eleştiren bir araç olarak
görür. Oyun kavramıyla izleyici bu durumun içine çekilmeye çalışılır. Müzikler
komik bir ironi niteliğindedir. Oyuncuların şaşkın ifadeleri genellikle yakın
plan çekimlerle gösterilir. Saraya giderken dağ yolunu izlemeleri ve bu durumun
geniş açıyla izleyiciye gösterilmesi, insanın evrende ne denli küçük bir varlık
olduğuna göndermedir. Bahçe sahnesinde Rosencrantz’ın kafasına elma düşmesi,
çömlekler ve tüy ile gülleyi aynı anda bırakma sahnesi ve banyo yaptığı bölümde
suyun kaldırma kuvvetini bulması ile mantığın sorgulaması yapılır.
Filmde
diğer bir çarpıcı nokta ise kelime oyunlarıdır. Kelime oyunları, her iki oyun
kişisinin de korktuklarını ve birbirlerinden haberdar olmadıklarını göstermek
açısından filmde önemli bir yere sahiptir. Tenis sahnesi buna bir örnek olarak
gösterilebilir. Sürekli bir kelime oyunu, fakat ortada somut bir tenis
müsabakası yok. Aslında onların da yaşamda tek sahip oldukları, kelimelerdir.
Bu kelimeler ve kelime oyunlarıyla tüm zamanlarını geçirirler, bitmek bilmez
bir çabayla da bulundukları çaresiz durumu değiştirmeye çalışırlar.
Oyunun son perdesi Ros ve Guil’in, gemiyle İngiltere’ye yola
çıkmasıyla başlar. Vakit gecedir, birbirlerine sorular sorarak hâlâ yaşayıp
yaşamadıklarını kontrol ederler. Ros’un kafası hâlâ karışıktır ve bir şeyleri
anlayamamakta, düşünememekte ve değerlendirme yapamamaktadır. Aynı zamanda
ellerinde Claudius tarafından Hamlet’in ölümünü isteyen bir mektup vardır ama, mektubun içeriğinden ikisinin de haberi yoktur. Film de, aynı oyun gibi, Hamlet’in öldürüleceğini anlaması ve mektubu değiştirmesi ile neticelenir.
Dikkat çekici diğer bir nokta ise Ros ve Guil’un mektubu
okuduktan sonra kaçmaya yeltenmemeleridir. Onlar hayatın belli bir amacının
olmadığını bilirler. Nitekim filmin sonunda kendilerini asarak intihar ederler.
Ros ve Guil’un kaderleri kendi istekleri doğrultusunda belirlenmiş ve sonlarını
öğrenmelerine rağmen bunu engellemek için herhangi bir şey yapmamışlardır.
Stoppard, ölüm olgusu ile
birlikte tarihsel bir süreci de işler, tarihsel bir kurgudan boş bir zamana,
biten bir zamana dönüş yapar. Yazar, seyircilerini, filmdeki belirsizliğe daha
çok yaklaştırır ve bu belirsizliği sorgulamalarını ister.
Tamer Aydın
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder