14 Ağustos 2015 Cuma

Kırmızı Kalem


Merdivenleri yavaş yavaş çıktım. İkinci kata geldiğimde açtı kapıyı cimcime.
"Akşıııııım!"
Kahkaha attım sessizce. Bir türlü 'aşkım' diyemiyordu cadı. Duysa güldüğümü ona, laflarıyla döverdi vallahi. Her işten döndüğümde, bana gülümseme sebebi oluyordu çok şükür. Kapıyı aralamış, annesini de arkasında saklıyordu güya.
"Babacım!"
Önünde çömeldim.
"Hoş geldin akşım!" deyip sarıldı hemen.
Kucağıma alıp ayağa kalktım. Kafasını omzuma yasladığından emin olunca kapıyı açtım. Güzeller güzeli, elma dudaklı eşim de gülümsüyordu bize. Baktım bizim cadı arkaya bakıyor, fırsat bu fırsat işte diyerek öptüm dudaklarından sevgili karımın. Kaşlarını çattı birazcık ama sesini çıkartmadı. Kızamaz ki o bana.
Kucağımdaki yaramaz fareyi gri mutfak masasına oturttum.
"Okulun ilk günü nasıldı ha?" dedim gülümseyerek.
Hemen kıpırdandı sırıtarak. Eşim sofrayı hazırlarken arada hem yardım ediyor, hem de cadımızı dinliyordum.
"Öğretmen liste verdi baba, hemen almalıyız değil mi?"
Mehtap'ıma baktım birkaç dakika. Burukça gülümsedi sevgili eşim. Anlamamalıydı sıkışık olduğumuzu. Ah be, biraz param olsa. Eşimle cadımı mutlu edebileceğim kadar. Azıcık ver Allahım, ver. Azıcık...
"Yemek yiyelim, alışverişe çıkarız a-babacım." deyince, gözleri parladı cadalozun.
"Akşım benim!" diyerek üstüme atladı.
Yemeğimizi sessizce yedik. Eşim pek konuşmadı. Bir şeylere üzülmüş olmalı. Şu cadının işlerini halledelim de, onunla da ilgileniriz artık.

Bir saat sonra çıktık evden. Kırtasiyeye yürürken, yeri geldi cimcimemle şarkı söyleyip eşimi sinirlendirdim, yeri geldi eşimi öperek cimcimemi sinirlendirdim. Son 16 yıldır ayak basmadığım o kırtasiyeye girdim. Keyfim kaçmıştı yine. Eşimle kızım heyecanlı heyecanlı defterlere bakmaya başladılar. Ben ise uzaktan izledim onları. Anılar gözlerime hücum ederken.

İkinci sınıfa geçmiştim. Annemin ısrarlarından sonra babamla birlikte okul alışverişi için evden çıkmıştık. Babam arada bir cebindeki paralara bakıyordu. Fakirdik tabii. Elimi bile tutmamıştı o gerginlikle. Velhasıl... Girdik kırtasiyeye. Heyecanlı heyecanlı ilerledim kalemlere doğru. Kırtasiyeci, beğendiğim kalemi övmeye başladı, ben de babama döndüm umut dolu bakışlarla. Bana oradan iki kırmızı kalem, bir tane de o beğendiğim kurşunkalemi almıştı. Ne bir söz çıkmıştı ağzından, ne de yüz ifadesi değişmişti. Ama cebinde kalan son parasını kırtasiyeye vermişti, anlamıştım.
"Kalemler çok pahalı, sakın çabuk bitirme. Bir daha almam bak. Duydun mu beni?" demişti eve giderken. Hızlı hızlı kafamı sallamıştım. Küçücük çocuğa öyle tembih edilir mi hiç! Akşam ödev yaparken masadan düşmüşlerdi yere. Belli ki içleri kırılmıştı.
Ertesi günü düzgünce yazı yazamadım deftere. Öğretmenin masasındaki kalemtıraşa korka korka ilerlediğimi hiç unutmam. Açıyordum, kırılıyordu. En son kırılmamıştı ama, kırmızı kalemimin yarısı bitmişti. Okulun bitmesini istemediğim tek gündü o gün.
Zil çaldı, koşarak eve gittim. Annemle babam fabrikada çalışıyorlardı. Kardeşim sokakta top oynuyordu. Onu da alıp eve girdim. Annemin bıraktığı yemekleri ısıtıp yedik güzelce. Akşam ezanına doğru hafif soğuk evimize annem girdi. İkimizi de öpüp evi toparlamaya başladı. Babam da gelince yemek yedik.
"Hadi getir ödevlerini de öğretmenin kızmasın." dedi annem.
"Tamam." dedim olacaklardan habersiz.
Mutfak masasında babam sigara içiyordu, annem de yanına oturmuş beni bekliyordu. Kırmızı kalemimi ve kurşunkalemimi alıp oturdum masaya. Annem kalemimi görünce yanakları al al oldu. Babama baktı endişeli endişeli. Hiçbir şey anlamadım. "Sen odaya geç oğlum." deyince annem, biraz içim kurtlandı.
Odada sessizce annemin neden öyle davrandığını düşünürken bir hışım babam girdi içeri. Öyle sert çarptı ki kapıyı, kulağımın zarını patlatacak iğrenç bi ses yankılandı evin içinde. Korkup geri yaslandım koltuğa. Önüme geldi. İşte o an anladım: Babam beni dövmek için gelmişti. O kadar yoksulluğun içinde bir de benim kırmızı kalem masrafımla uğraşamazdı. Tembihlemişti de üstelik. Zor geçiniyorduk zaten. "Baba, vurma!" diye yalvarsam da dövmüştü beni. Kırmızı kalemin yarısını bir günde açtığım için. Değer miydi evladına vurmaya? O zamanlar değermiş demek ki. O kadar çok korkmuştum ki, bir daha okulda az az yazmaya başlamıştım. Kırmızı kalemim bitmesin diye.

'Mehtap, oradan beş tane kırmızı kalem, beş tane kurşunkalem, iki kalemtıraş, iki de silgi alıverin! Ha, bir kutu da on ikili kuruboya seti." diyerek çıktım kırtasiyeden.
Gözlerimde biriken yaşları sildim elimin tersiyle. Fakirlik zordu. Belki şu anda çok zengin değiliz ama, çocuğuma kalem alacak param var çok şükür. Ben babam gibi yapmayacağım. Son kuruşum da olsa, eşim ve çocuğumu üzmeyeceğim.

Silgiler silmezdi bizim zamanımızda ya, kırmızı kalemleri de hiç sevmezdim o yüzden. Bir kırmızı kalem uğruna babamdan dayak da yiyince, on iki yaşımdan sonra hiç elime almadım. Fakirlik yüzünden, babam yüzünden, okula da gidemedik ya... Bari benim kızım okusun. Okusun da, benim yapamadıklarımı yapsın. Ben ona, bir sürü kırmızı kalem alırım. Yeter ki bitirebileceği, açabileceği bir okulu olsun.


Hain Domdom


4 yorum:

  1. Efenim sarıp sarmaladı. Sardı epey sardı beni bu yazı çok sardı

    YanıtlaSil
  2. Çok güzel bir yazı, etkili ve dokunaklı...

    YanıtlaSil
  3. Yoksulluk zor zanaat... Ruhuna sağlık Domdomcum :)

    YanıtlaSil