Sen bana şiirler yazarsın, ben sana öyküler anlatırım ve bu böyle
sürer gider.
Çünkü cezalıyız sevgili; çünkü gördüğün-duyduğun ne varsa uğultulu
bir sessizliktir şimdi, baktığın-dokunduğun ne varsa puslu bir yalnızlıktır
şimdi.
Sen bana şiirler yaz, ben sana öyküler anlatayım; çünkü oyunun
içinde kaldık sevgili.
Tümüyle şiire adanmış ve bu yüzden oyun dışı kalmış iki hayat
anlatacağım bu kez sana; aralarında yarım asırlık mesafe bulunan iki şairin
kesişen yaşamlarını anlatacağım;
1942 yılında, bile isteye, kan kusa kusa ölen şair Rüştü Onur’u ve
2006 yılında ölümle sözleşme yapar gibi, kansere yenik düşen Cenk Koyuncu’yu
anlatacağım bu kez.
Yüzünden nehirler geçen sevgili; oyun yeniden başlıyor şimdi:
1920’de doğup 1942’de ölen, 22 yıllık kısacık yaşamına koskoca bir aşk
ve sıcacık şiirler sığdıran Rüştü Onur’un bütün ömrü hastanelerle işyeri
arasında geçti.
İkinci Dünya Savaşı koşullarının getirdiği kıtlık ve sağlıksız
beslenme nedeniyle lisede tüberküloza yakalanan ve eğitimini sürdüremeyen şair,
1942 yılında, tedavi gördüğü hastanede tifodan yatmakta olan Mediha Sessiz
adında yoksul bir işçi kızla tanıştı; bir şiire sevdalanır gibi sevdalandı
Mediha’ya ve 5 Ağustos 1942’de nişanlandı onunla.
Daha üç ay geçmişti ki, 12 Kasım 1942’de, Mediha tifodan öldü.
Alkollü içecekler içmesi kesinlikle yasak olan Rüştü Onur, acısını
dindirebilmek için, öleceğini bile bile, 18 gün boyunca aralıksız, gece gündüz
alkol kullandı; ve 19’uncu günün sabahı kan kusa kusa yaşama veda etti; sevdiği
kadına kavuştu 19’uncu günün sabahı.
Oyun dışında kalmış kısacık, küçücük bir hayat anlatıyorum sana
sevgili; ve koskoca bir Rüştü Onur aşkı vaat ediyorum.
Nişanlısıyla beraber pazarcılık yapan, kar kış demeden Şair Leylâ
Sokağı’nda* tezgâhları başında bekleyen, yoksulluğu, şiiri ve sevdayı da tıpkı
‘Beşiktaş’ta manavlığı’ gibi ‘gururu’yla taşıyabilen** bir Rüştü Onur aşkı vaat
ediyorum sana.
Ortaköy Mezarlığı’nda nişanlısının yanına, boğazın mavi sularına karşı
gömülen bir Rüştü Onur aşkı.
Garip akımının öncüleri arasında sayılması gerekirken yıllar yılı
unutulmuş, yok sayılmış, antolojilere bile alınmamış bir Rüştü Onur aşkı.
Sesinde serçeler gizleyen sevgili; birkaç şairin dışında hiç kimsenin
hatırlamayacağı, adımızı bile anmayacağı bir aşk vaat ediyorum sana.
Çünkü olacaksak bu cehennemde birlikte olacağız; öleceksek birlikte öleceğiz.
Omuzlarında kumrular gezinen sevgili; artık oyunun dışına at beni.
Oyunun dışına at; beni ve kendini.
Ama oyundayız ve cezalıyız işte sevgili:
1967 yılında dünyaya gelen ve 14 Mayıs 2006’da sessizce aramızdan
ayrılan Cenk Koyuncu’nun yaşamı da tümüyle şiire ve başka hayatlara adanmış bir
yaşamdı.
Çok sevdiği karısı Rodos’un ölümünün ardından, yedi buçuk ay boyunca kanaya kanaya şiirler yazan ve kanser olan, ‘elini tutacak bir el
arayan’*** ve bulamayan Cenk Koyuncu’dan geriye bize, büyük fedakârlıklarla
çıkardığı Eski’Z ve Sonkişot dergileri kaldı.
Rodos’un ölümünün ardından sadece 9 ay yaşayabilen, “Nöbetteyim,
kendimi bekliyorum anlaşılan/ dinmiyor tufan; dinmiyor o tuhaf ân!” diyen
Cenk Koyuncu.
“ve bilmez misin ki asıl vefa/ biraz da gideni yüreğinde, uzaktayken
yaşamaktır yanında!” diyen Cenk Koyuncu.
‘Hiçbir şeyi olmayan ama her şeyi alınan’, olmayan parasını bile
şiirlere yatıran, çarpışacak adamlardan olmayan ve yeri geldiğinde de
çekilmesini bilen, yüzyılın Sonkişot’u Cenk Koyuncu.****
“Sende topladım dağılmış gök/ kuşağımı, bir kâlp çizdim yüreğimin
defterine bil/ ki sen beni ilk kez kuşatarak okuyan kadın, ilk/ sayfadan son
başa (-Ne yalan söyleyeyim?)/ defterimi seninle başlatıp seninle kapadım!” diyen ve
‘defterini usulca kapayan’ Cenk Koyuncu.
Ellerinde bulutlar taşıyan sevgili; oyun dışı kalmış bir Cenk
Koyuncu aşkı vaat ediyorum sana.
Rodos’la birbirlerine, hangisi önce ölürse, en güzel, en şık
giysilerle uğurlama sözü veren ve sözünü tutan bir Cenk Koyuncu aşkı vaat
ediyorum.
“Ahh! Bir hiçliği bile paylaşmak için dönebilirdim/ ama her kopuşun
bir duruşu vardır, ben gidiyorum/ gidiyorum; kalkan bu el veda eli, sana:
Elveda eli” diyen ve aslında ölümle sözleşen bir Cenk Koyuncu aşkı.
Saçlarında yağmurlar biriktiren sevgili; sen bana şiirler yaz, ben
sana öyküler anlatayım ve bu böyle sürüp gitsin.
Ve sen yine sor bana, bıkıp usanmadan: “Oyun mu şimdi bunların hepsi?”
Ve yine sor, şaşırarak: “Oyun mu yani?”
Oyun tabii... Çünkü sevgilidir oyun ve aslında oyundur sevgili...
Çünkü oyun dışında kalmak da oyuna dahildi.
Ama olsun, sen yine de oyun dışına at beni.
Oyun dışına at; beni ve kendini.
---------------------------------------------------------------------------
* Tezgâhı Şair Leyla Sokağı’nda bulunan Rüştü Onur’un, aynı adı taşıyan bir şiiri vardır. Şairin kitabı, ölümünden 14 yıl sonra Salâh Birsel tarafından Rüştü Onur adıyla yayımlandı.
** “Beşiktaş'ta Rüştü Onur/ Manavlığın gururudur.” Özdemir Asaf.
*** Cenk Koyuncu’nun ölümünün ardından Komşu Yayınları arasından çıkan, Suçlu Hafıza adlı şiir kitabından.
**** Haydar Ergülen, 17 Mayıs 2006, Radikal gazetesi.
* Tezgâhı Şair Leyla Sokağı’nda bulunan Rüştü Onur’un, aynı adı taşıyan bir şiiri vardır. Şairin kitabı, ölümünden 14 yıl sonra Salâh Birsel tarafından Rüştü Onur adıyla yayımlandı.
** “Beşiktaş'ta Rüştü Onur/ Manavlığın gururudur.” Özdemir Asaf.
*** Cenk Koyuncu’nun ölümünün ardından Komşu Yayınları arasından çıkan, Suçlu Hafıza adlı şiir kitabından.
**** Haydar Ergülen, 17 Mayıs 2006, Radikal gazetesi.
deneyenil
Mükemmel olmuş abi. Okurken duygularımı nereye koyacağımı bilemedim
YanıtlaSil