ayhan şahin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ayhan şahin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Nisan 2024 Cumartesi

Turgut Uyar | 'Acıyor' [Vİdeo-Klip]

Ayhan Şahin, Turgut Uyar'ın sevilen şiiri "Acıyor"u seslendirdi. Klibin kısa tanıtımını ve şiirin sözlerini aşağıda görebilirsiniz.

Klibin tamamını izlemek için BURAYA tıklayınız! (YouTube kanalımıza abone olursanız seviniriz.)

31 Ağustos 2019 Cumartesi

Sınırda | Deneme


Tel örgüler ardındaki arazide gün devriliyor.
Suskunluğa gömülmüş kıraç tepelerde karanlık, tülden bozma bir yalnızlık gibi usul usul iniyor.
Ve Erbil’de akşam oluyor.
Sınırdayız.
Dağların ve gökyüzüne yükselen dumanların üzerinden geçiyor helikopterler.
Skorsky’ler, F-16’lar, AVACS’lar.
Tanklar, uçaklar, zırhlılar... ve tel örgüler ardındaki kamyonlar.
Yığınaklar ve karakollar.
Üniformalı adamlar ve poşulu saldırganlar.
Silahlar, telsizler, gece görüş dürbünleri.
Sınırdayız.
Bölünmekle birleşmek arasında kaldık, öldürmekle yaşatmak arasında; sevmekle sevmemek, gitmekle kalmak, savaşla barış arasında.
Sınırda.

Gün, hüzünlü bir şarkının her yeri ve her şeyi kaplayışı gibi ağır ağır devriliyor Resulayn’da.
Habur’da tedirgin bir bekleyiş içinde kamyonlar.
Süleymaniye’de akşam oluyor.
Ve Hakkari’ye hüzün çöküyor.
Çocuklar kilometrelerce yol yürüyüp ‘oyun oynar’ gibi mayınlar arasından geçiyor ve okula gidiyor.
Sınırdayız ve sınırları ihlal etmekten çok korkuyoruz. Ezkaza sınırlar kaldırılır diye, olur da bir gün tel örgüler yıkılır diye çok korkuyoruz.
Hasan Ali Toptaş’ın Ölü Zaman Gezginleri’nde anlattığı, kimsesiz bir ihtiyar olan ve her gece ağlayan Yabu’ya benziyoruz; biricik kızı Gazel'i Suriye sınırındaki Resulayn’a kendi elleriyle gizlice kaçırıp gelin veren, eski kaçakçı Yabu’ya.
Ve her gece gözlerimizi Resulayn’ın ışıklarına dikip dikip şafak sökene dek sigara içiyoruz. Ve ağlıyoruz.
Eşimiz Yade’nin ölmeden önceki vasiyetini yerine getirebilmek için, ‘aklımızı’ kaybetmeyi bile göze alabiliyoruz.
“Üç gün sonra bayramdır, tel örgüye gitmeyi unutmayasın herif.” diye kendisine fısıldayan Yade ile yıllarca tel örgüdeki bayramlaşmaya gidip, biricik kızı Gazel’in çocuklarına her seferinde rengârenk hediye paketleri götürüp, birbirlerini ayıran ‘çizgiler’den bakarak hediyeleri sanki birbirlerine verir gibi karşılıklı ellerini havaya kaldırıp, “Hediyelerinizi aldık kurban.” diyerek, öpüşmeden, koklaşmadan ve sarılmadan gerçekleşen bayramlaşmalara katılan Yabu’ya benziyoruz.
Nereden bulabileceğini düşündüğü parasız pulsuz geçen üç günden sonra bir bayram sabahı, ‘şeker bile götürsem, nasıl olsa torunlarıma veremeden geri getireceğim’ diye düşünerek çöp bidonlarına koşan ve boş bir kutu bulup içine ot dolduran ve özene bezene saran Yabu’ya.
Ama o gün, o bayram sabahı, ilk defa, Suriye ve Türkiye sınırında yaşayanlar için hediyeleri alıp verme, karşılıklı bayramlaşma ve sarılıp kucaklaşma izni verildiğini bilmiyoruz.
Kimsesiz bir ihtiyar olan Yabu’ya öyle çok benziyoruz ki, bu yüzden her gece gözlerimizi Resulayn’ın ışıklarına dikip şafak sökene dek art arda sigara yakıp gizli gizli ağlamaktan ve aklımızı kaybetmekten başka bir seçeneği hiç düşünmüyoruz.

Sınırdayız.
Aklımız paslı bir bıçağa benziyor ve geleceğimiz ipotek altına alınıyor.
Ve ülkemiz usul usul kanıyor.
Dünya büyük bir savaş alanına dönüyor ve biz hasta ruhlu ‘büyük adamlar’ın oyuncağı haline geliyoruz.
Sınırdayız; ve çok korkuyoruz.
Ama, sevgiyle nefret arasında gidip gelmekten; acılardan mutluluğa varıp gelip geçmekten; tutkulardan arzulara, coşkulardan sevdalara ulaşıp çekip gitmekten çok yorgunuz.
Tel örgüler dibinde diz çöküp ‘karşı tepeler’den yükselen duman bulutlarına bakıp bakıp, bir ağlayıp bir gülmekten çok ama çok yorgunuz.

Sınırdayız.
Ellerimizle ördüğümüz tel örgüleri kaldırmadığımız sürece buradayız.
Korkularla çizdiğimiz çizgileri aşmadığımız sürece buradayız.
Birbirimizi sevmediğimiz ve birbirimize dokunmadığımız sürece, basit ve gündelik kaygılardan sıyrılmadığımız sürece buradayız.
Ruhumuza yığdığımız o metalik görüntülerden kurtulmadığımız, kalbimize sakladığımız o kurşuni seslerden vazgeçmediğimiz sürece buradayız.
Sınırda.

Gün, hüzünlü bir şarkının her yeri ve her şeyi kaplayışı gibi ağır ağır devriliyor Şırnak’ta.
Skorsky’ler, F-16’lar, AVACS’lar.
Yığınaklar, karakollar.
Tanklar, uçaklar ve tel örgüler ardındaki kamyonlar.
Üniformalı adamlar ve poşulu saldırganlar.
Silahlar, telsizler, gece görüş dürbünleri.
Sınırdayız.
Bölünmekle birleşmek arasında, öldürmekle yaşatmak arasında, sevmekle sevmemek arasında.
Sınırdayız dostlarım.
Tam sınırda.
Ayhan Şahin

20 Ağustos 2012 Pazartesi

Çakı Gibi


Sokakta Fatih diye bir çocuk var. Sokağın en popüler çocuğu. O kadar yaramaz ki, annesi devamlı olarak ona, “Baban gelince söyliyim de gör!” deyip duruyor, ama onun umrunda bile değil; komşuların ‘Fatih dövmesene çocuğu!’ ikazlarına rağmen her gün birini dövüyor ve sokakta sürekli onun adı yankılanıyor. Geçen camdan izledim, elinde küçük plastik bir gazoz şişesi vardı, şişenin dibini delmiş, gazozu altından içiyordu. Bugün ekmek almaya giderken kapının ağzında oturmuştu, göz göze geldik. Uzun uzun yüzüme baktı. “Fatih sen misin?” diye sordum. “Olmazsam nolur?” diye cevap verdi.
Bir şeyler söylemek geldi içimden ama bu ufak afacana ne söylesem tersleyecek gibiydi... Kaşlarımız çatılı şekilde biraz daha bakıştık, sonra sessiz sedasız geçip gittim yanından. O muhtemelen korktuğumu düşündü, ben de zaten öyle olsun istedim. Geri döndüğümde oturduğu yerde yoktu ama hiç elinden bırakmadığı çakısı oradaydı.
On-on iki yaşlarında bir çocuk ne diye çakı taşırdı ki yanında; sanırım zapzayıf, sopa gibi bir fiziği olmasaydı yanında çakı da taşımazdı... Annesinin sabahtan akşama kadar sokakta, sanki yapacak hiçbir işi kalmamış gibi, ‘Fatiiiiiih, Fatiiiih’ diye çığırtkanlık yapması da bunda etken olabilirdi. Sadece annesi yapsa yine iyi; komşuları da aynı şeyi yapıyor, gün boyu ‘Faatiiih, Faatiiih’ sesleriyle sokağı çınlatıyordu. Yani sokağın en popüler çocuğu olmasa, belki bu kadar psikopat da olmazdı; çünkü ne kadar popülersen, o denli kıskanılır ve nefret uyandırırsın... Ama annesinin, çocuğun adını tonlama biçimi diğer insanlardan çok farklıydı, herkes ‘a’ları ve ‘i’leri uzatarak ona seslenirken, annesi sadece ‘i’leri uzatıyor, bu da tahmin ediyorum ki onun canını çok sıkıyordu. Unuttuğu çakıyı alıp eve götürdüm, şimdi tamamen savunmasız kalmıştı.
Çakısını kaybetmesi onu uslandırır sanmıştım. Fakat nafile. Bu kez “Fatiihh, Allahından bul e mi!” seslerinden önce “Sen mi aldın lan çakımı?”, “Ver oğlum çakımı, hediye o bana!” sözleri duyulur oldu sokakta. Adım aynı olmasa bunları duymazdan gelebilirdim. Fakat adaşıma her seslenişinde ben de dikkat kesiliyordum. Çoğunlukla sabaha karşı altıda yatıyordum ve dokuz gibi ismim seslenerek uyanıyordum. Çağıran annemmiş gibi aniden kalkıyor ve her seferinde acı gerçekle karşılaşıyordum. Kahvaltı hazır değil! Kettle’da bir su ısıtıp üçü bir arada kahve hazırlıyor, sigarayla birlikte küfrede küfrede içiyordum. Bu birkaç gün tekrarlanıp canıma tak edince, içimden ‘çakısını aynı yere braksam mı’ diye düşünmeye başladım.

1 Ağustos 2012 Çarşamba

Uyumuyoruz!

"Örneğin bir alışveriş merkezini düşünelim; bu yerlerin sorumluları hakkında 1.000 ila 5.000 lira arasında sözkonusu olan ceza, bunlara yönelik bir ceza. Belediyelerle ilgili kısmı da, 5.000 ile yıllık toplamı 50.000 lirayı geçmeyecek şekildedir. Neticede bütün bu rakam oyunlarına yeni bir enstrüman eklenmiş durumdadır.  Bunu böyle değerlendirmek lazım. Aslolan, 2005 yılında bu yasa çıktığında, bu konuda gerçekten bir eğilim, bir çaba ve heyecan yaratmak ve gerçekten sonuç alıcı bir noktaya doğru ilgili kurumları, belediyeleri yönlendirmekti. Gelinen süreçte birçok şeyin yapılmış olması gerekiyordu. Ben de bir belediyede görev yapıyorum ve arkadaşlarımızla birlikte belediyeleri, bütün yerel yönetimleri ve kamu kuruluşlarını izliyorum; şimdiye kadar çoktan samimi bir tavır sergilemiş ve yedi yılda çok önemli bir mesafe katetmiş olmaları gerekirdi. Tabii bunun yapılabilmesi için öncelikle merkezi yönetimlerden ilgili yüklenicilere, belediyelere, yerel yönetimlere kaynak aktarılması gerekiyordu. Yani, çerçeve çizildi ve içi doldurulmadı, bomboş bırakıldı; şu anda da yasanın uygulama süresi bitmiş olmasına rağmen, halen yapılması gerekenlerin % 10’u bile yapılabilmiş değil. Yani burada bir samimiyetsizlik var."


Erişilebilirlik düzenlemelerinin ertelenmesini öngören yasaya karşı düzenlenen “Uyumuyoruz!” eylemi sırasında yaptığımız söyleşinin birinci bölümünü yayınlıyoruz:
http://mesaisanat.com/2012/07/03/uyumuyoruz-soylesisi-1/