Ayhan Şahin, Turgut Uyar'ın sevilen şiiri "Acıyor"u seslendirdi. Klibin kısa tanıtımını ve şiirin sözlerini aşağıda görebilirsiniz.
ayhan şahin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ayhan şahin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
27 Nisan 2024 Cumartesi
31 Ağustos 2019 Cumartesi
Sınırda | Deneme
Tel örgüler ardındaki arazide gün devriliyor.
Suskunluğa gömülmüş kıraç tepelerde karanlık, tülden bozma bir yalnızlık
gibi usul usul iniyor.
Ve Erbil’de akşam oluyor.
Sınırdayız.
Dağların ve gökyüzüne yükselen dumanların üzerinden geçiyor helikopterler.
Skorsky’ler, F-16’lar, AVACS’lar.
Tanklar, uçaklar, zırhlılar... ve tel örgüler ardındaki kamyonlar.
Yığınaklar ve karakollar.
Üniformalı adamlar ve poşulu saldırganlar.
Silahlar, telsizler, gece görüş dürbünleri.
Sınırdayız.
Bölünmekle birleşmek arasında kaldık, öldürmekle yaşatmak arasında;
sevmekle sevmemek, gitmekle kalmak, savaşla barış arasında.
Sınırda.
Gün, hüzünlü bir şarkının her yeri ve her şeyi kaplayışı gibi ağır ağır
devriliyor Resulayn’da.
Habur’da tedirgin bir bekleyiş içinde kamyonlar.
Süleymaniye’de akşam oluyor.
Ve Hakkari’ye hüzün çöküyor.
Çocuklar kilometrelerce yol yürüyüp ‘oyun oynar’ gibi mayınlar arasından
geçiyor ve okula gidiyor.
Sınırdayız ve sınırları ihlal etmekten çok korkuyoruz. Ezkaza sınırlar
kaldırılır diye, olur da bir gün tel örgüler yıkılır diye çok korkuyoruz.
Hasan Ali Toptaş’ın Ölü Zaman Gezginleri’nde anlattığı,
kimsesiz bir ihtiyar olan ve her gece ağlayan Yabu’ya benziyoruz; biricik kızı
Gazel'i Suriye sınırındaki Resulayn’a kendi elleriyle gizlice kaçırıp gelin
veren, eski kaçakçı Yabu’ya.
Ve her gece gözlerimizi Resulayn’ın ışıklarına dikip dikip şafak sökene dek
sigara içiyoruz. Ve ağlıyoruz.
Eşimiz Yade’nin ölmeden önceki vasiyetini yerine getirebilmek için,
‘aklımızı’ kaybetmeyi bile göze alabiliyoruz.
“Üç gün sonra bayramdır, tel örgüye gitmeyi unutmayasın herif.” diye
kendisine fısıldayan Yade ile yıllarca tel örgüdeki bayramlaşmaya gidip,
biricik kızı Gazel’in çocuklarına her seferinde rengârenk hediye paketleri
götürüp, birbirlerini ayıran ‘çizgiler’den bakarak hediyeleri sanki
birbirlerine verir gibi karşılıklı ellerini havaya kaldırıp, “Hediyelerinizi
aldık kurban.” diyerek, öpüşmeden, koklaşmadan ve sarılmadan gerçekleşen
bayramlaşmalara katılan Yabu’ya benziyoruz.
Nereden bulabileceğini düşündüğü parasız pulsuz geçen üç günden sonra bir
bayram sabahı, ‘şeker bile götürsem, nasıl olsa torunlarıma veremeden
geri getireceğim’ diye düşünerek çöp bidonlarına koşan ve boş bir kutu
bulup içine ot dolduran ve özene bezene saran Yabu’ya.
Ama o gün, o bayram sabahı, ilk defa, Suriye ve Türkiye sınırında
yaşayanlar için hediyeleri alıp verme, karşılıklı bayramlaşma ve sarılıp
kucaklaşma izni verildiğini bilmiyoruz.
Kimsesiz bir ihtiyar olan Yabu’ya öyle çok benziyoruz ki, bu yüzden her
gece gözlerimizi Resulayn’ın ışıklarına dikip şafak sökene dek art arda sigara
yakıp gizli gizli ağlamaktan ve aklımızı kaybetmekten başka bir seçeneği hiç
düşünmüyoruz.
Sınırdayız.
Aklımız paslı bir bıçağa benziyor ve geleceğimiz ipotek altına
alınıyor.
Ve ülkemiz usul usul kanıyor.
Dünya büyük bir savaş alanına dönüyor ve biz hasta ruhlu ‘büyük
adamlar’ın oyuncağı haline geliyoruz.
Sınırdayız; ve çok korkuyoruz.
Ama, sevgiyle nefret arasında gidip gelmekten; acılardan mutluluğa varıp
gelip geçmekten; tutkulardan arzulara, coşkulardan sevdalara ulaşıp çekip
gitmekten çok yorgunuz.
Tel örgüler dibinde diz çöküp ‘karşı tepeler’den yükselen duman bulutlarına
bakıp bakıp, bir ağlayıp bir gülmekten çok ama çok yorgunuz.
Sınırdayız.
Ellerimizle ördüğümüz tel örgüleri kaldırmadığımız sürece buradayız.
Korkularla çizdiğimiz çizgileri aşmadığımız sürece buradayız.
Birbirimizi sevmediğimiz ve birbirimize dokunmadığımız sürece, basit ve
gündelik kaygılardan sıyrılmadığımız sürece buradayız.
Ruhumuza yığdığımız o metalik görüntülerden kurtulmadığımız, kalbimize
sakladığımız o kurşuni seslerden vazgeçmediğimiz sürece buradayız.
Sınırda.
Gün, hüzünlü bir şarkının her yeri ve her şeyi kaplayışı gibi ağır ağır
devriliyor Şırnak’ta.
Skorsky’ler, F-16’lar, AVACS’lar.
Yığınaklar, karakollar.
Tanklar, uçaklar ve tel örgüler ardındaki kamyonlar.
Üniformalı adamlar ve poşulu saldırganlar.
Silahlar, telsizler, gece görüş dürbünleri.
Sınırdayız.
Bölünmekle birleşmek arasında, öldürmekle yaşatmak arasında, sevmekle
sevmemek arasında.
Sınırdayız dostlarım.
Tam sınırda.
Ayhan Şahin
20 Ağustos 2012 Pazartesi
Çakı Gibi
Sokakta Fatih diye bir çocuk var.
Sokağın en popüler çocuğu. O kadar yaramaz ki, annesi devamlı olarak ona,
“Baban gelince söyliyim de gör!” deyip duruyor, ama onun umrunda bile değil;
komşuların ‘Fatih dövmesene çocuğu!’ ikazlarına rağmen her gün birini dövüyor
ve sokakta sürekli onun adı yankılanıyor. Geçen camdan izledim, elinde küçük
plastik bir gazoz şişesi vardı, şişenin dibini delmiş, gazozu altından
içiyordu. Bugün ekmek almaya giderken kapının ağzında oturmuştu, göz göze
geldik. Uzun uzun yüzüme baktı. “Fatih sen misin?” diye sordum. “Olmazsam
nolur?” diye cevap verdi.
Bir şeyler söylemek geldi içimden ama bu
ufak afacana ne söylesem tersleyecek gibiydi... Kaşlarımız çatılı şekilde biraz daha
bakıştık, sonra sessiz sedasız geçip gittim yanından. O muhtemelen korktuğumu
düşündü, ben de zaten öyle olsun istedim. Geri döndüğümde oturduğu yerde yoktu
ama hiç elinden bırakmadığı çakısı oradaydı.
On-on iki yaşlarında bir çocuk ne diye
çakı taşırdı ki yanında; sanırım zapzayıf, sopa gibi bir fiziği olmasaydı yanında
çakı da taşımazdı... Annesinin sabahtan akşama kadar sokakta, sanki yapacak
hiçbir işi kalmamış gibi, ‘Fatiiiiiih, Fatiiiih’ diye çığırtkanlık yapması da bunda
etken olabilirdi. Sadece annesi yapsa yine iyi; komşuları da aynı şeyi yapıyor,
gün boyu ‘Faatiiih, Faatiiih’ sesleriyle sokağı çınlatıyordu. Yani sokağın en
popüler çocuğu olmasa, belki bu kadar psikopat da olmazdı; çünkü ne kadar
popülersen, o denli kıskanılır ve nefret uyandırırsın... Ama annesinin, çocuğun
adını tonlama biçimi diğer insanlardan çok farklıydı, herkes ‘a’ları ve ‘i’leri
uzatarak ona seslenirken, annesi sadece ‘i’leri uzatıyor, bu da tahmin ediyorum
ki onun canını çok sıkıyordu. Unuttuğu çakıyı alıp eve götürdüm, şimdi tamamen
savunmasız kalmıştı.
Çakısını kaybetmesi onu uslandırır
sanmıştım. Fakat nafile. Bu kez “Fatiihh, Allahından bul e mi!” seslerinden
önce “Sen mi aldın lan çakımı?”, “Ver oğlum çakımı, hediye o bana!” sözleri
duyulur oldu sokakta. Adım aynı olmasa bunları duymazdan gelebilirdim. Fakat
adaşıma her seslenişinde ben de dikkat kesiliyordum. Çoğunlukla sabaha karşı
altıda yatıyordum ve dokuz gibi ismim seslenerek uyanıyordum. Çağıran annemmiş
gibi aniden kalkıyor ve her seferinde acı gerçekle karşılaşıyordum. Kahvaltı
hazır değil! Kettle’da bir su ısıtıp üçü bir arada kahve hazırlıyor, sigarayla
birlikte küfrede küfrede içiyordum. Bu birkaç gün tekrarlanıp canıma tak
edince, içimden ‘çakısını aynı yere braksam mı’ diye düşünmeye başladım.
1 Ağustos 2012 Çarşamba
Uyumuyoruz!
"Örneğin bir alışveriş merkezini düşünelim; bu yerlerin sorumluları hakkında 1.000 ila 5.000 lira arasında sözkonusu olan ceza, bunlara yönelik bir ceza. Belediyelerle ilgili kısmı da, 5.000 ile yıllık toplamı 50.000 lirayı geçmeyecek şekildedir. Neticede bütün bu rakam oyunlarına yeni bir enstrüman eklenmiş durumdadır. Bunu böyle değerlendirmek lazım. Aslolan, 2005 yılında bu yasa çıktığında, bu konuda gerçekten bir eğilim, bir çaba ve heyecan yaratmak ve gerçekten sonuç alıcı bir noktaya doğru ilgili kurumları, belediyeleri yönlendirmekti. Gelinen süreçte birçok şeyin yapılmış olması gerekiyordu. Ben de bir belediyede görev yapıyorum ve arkadaşlarımızla birlikte belediyeleri, bütün yerel yönetimleri ve kamu kuruluşlarını izliyorum; şimdiye kadar çoktan samimi bir tavır sergilemiş ve yedi yılda çok önemli bir mesafe katetmiş olmaları gerekirdi. Tabii bunun yapılabilmesi için öncelikle merkezi yönetimlerden ilgili yüklenicilere, belediyelere, yerel yönetimlere kaynak aktarılması gerekiyordu. Yani, çerçeve çizildi ve içi doldurulmadı, bomboş bırakıldı; şu anda da yasanın uygulama süresi bitmiş olmasına rağmen, halen yapılması gerekenlerin % 10’u bile yapılabilmiş değil. Yani burada bir samimiyetsizlik var."
Erişilebilirlik düzenlemelerinin ertelenmesini öngören yasaya karşı düzenlenen “Uyumuyoruz!” eylemi sırasında yaptığımız söyleşinin birinci bölümünü yayınlıyoruz:
http://mesaisanat.com/2012/07/03/uyumuyoruz-soylesisi-1/
Erişilebilirlik düzenlemelerinin ertelenmesini öngören yasaya karşı düzenlenen “Uyumuyoruz!” eylemi sırasında yaptığımız söyleşinin birinci bölümünü yayınlıyoruz:
http://mesaisanat.com/2012/07/03/uyumuyoruz-soylesisi-1/
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)