Tel örgüler ardındaki arazide gün devriliyor.
Suskunluğa gömülmüş kıraç tepelerde karanlık, tülden bozma bir yalnızlık
gibi usul usul iniyor.
Ve Erbil’de akşam oluyor.
Sınırdayız.
Dağların ve gökyüzüne yükselen dumanların üzerinden geçiyor helikopterler.
Skorsky’ler, F-16’lar, AVACS’lar.
Tanklar, uçaklar, zırhlılar... ve tel örgüler ardındaki kamyonlar.
Yığınaklar ve karakollar.
Üniformalı adamlar ve poşulu saldırganlar.
Silahlar, telsizler, gece görüş dürbünleri.
Sınırdayız.
Bölünmekle birleşmek arasında kaldık, öldürmekle yaşatmak arasında;
sevmekle sevmemek, gitmekle kalmak, savaşla barış arasında.
Sınırda.
Gün, hüzünlü bir şarkının her yeri ve her şeyi kaplayışı gibi ağır ağır
devriliyor Resulayn’da.
Habur’da tedirgin bir bekleyiş içinde kamyonlar.
Süleymaniye’de akşam oluyor.
Ve Hakkari’ye hüzün çöküyor.
Çocuklar kilometrelerce yol yürüyüp ‘oyun oynar’ gibi mayınlar arasından
geçiyor ve okula gidiyor.
Sınırdayız ve sınırları ihlal etmekten çok korkuyoruz. Ezkaza sınırlar
kaldırılır diye, olur da bir gün tel örgüler yıkılır diye çok korkuyoruz.
Hasan Ali Toptaş’ın Ölü Zaman Gezginleri’nde anlattığı,
kimsesiz bir ihtiyar olan ve her gece ağlayan Yabu’ya benziyoruz; biricik kızı
Gazel'i Suriye sınırındaki Resulayn’a kendi elleriyle gizlice kaçırıp gelin
veren, eski kaçakçı Yabu’ya.
Ve her gece gözlerimizi Resulayn’ın ışıklarına dikip dikip şafak sökene dek
sigara içiyoruz. Ve ağlıyoruz.
Eşimiz Yade’nin ölmeden önceki vasiyetini yerine getirebilmek için,
‘aklımızı’ kaybetmeyi bile göze alabiliyoruz.
“Üç gün sonra bayramdır, tel örgüye gitmeyi unutmayasın herif.” diye
kendisine fısıldayan Yade ile yıllarca tel örgüdeki bayramlaşmaya gidip,
biricik kızı Gazel’in çocuklarına her seferinde rengârenk hediye paketleri
götürüp, birbirlerini ayıran ‘çizgiler’den bakarak hediyeleri sanki
birbirlerine verir gibi karşılıklı ellerini havaya kaldırıp, “Hediyelerinizi
aldık kurban.” diyerek, öpüşmeden, koklaşmadan ve sarılmadan gerçekleşen
bayramlaşmalara katılan Yabu’ya benziyoruz.
Nereden bulabileceğini düşündüğü parasız pulsuz geçen üç günden sonra bir
bayram sabahı, ‘şeker bile götürsem, nasıl olsa torunlarıma veremeden
geri getireceğim’ diye düşünerek çöp bidonlarına koşan ve boş bir kutu
bulup içine ot dolduran ve özene bezene saran Yabu’ya.
Ama o gün, o bayram sabahı, ilk defa, Suriye ve Türkiye sınırında
yaşayanlar için hediyeleri alıp verme, karşılıklı bayramlaşma ve sarılıp
kucaklaşma izni verildiğini bilmiyoruz.
Kimsesiz bir ihtiyar olan Yabu’ya öyle çok benziyoruz ki, bu yüzden her
gece gözlerimizi Resulayn’ın ışıklarına dikip şafak sökene dek art arda sigara
yakıp gizli gizli ağlamaktan ve aklımızı kaybetmekten başka bir seçeneği hiç
düşünmüyoruz.
Sınırdayız.
Aklımız paslı bir bıçağa benziyor ve geleceğimiz ipotek altına
alınıyor.
Ve ülkemiz usul usul kanıyor.
Dünya büyük bir savaş alanına dönüyor ve biz hasta ruhlu ‘büyük
adamlar’ın oyuncağı haline geliyoruz.
Sınırdayız; ve çok korkuyoruz.
Ama, sevgiyle nefret arasında gidip gelmekten; acılardan mutluluğa varıp
gelip geçmekten; tutkulardan arzulara, coşkulardan sevdalara ulaşıp çekip
gitmekten çok yorgunuz.
Tel örgüler dibinde diz çöküp ‘karşı tepeler’den yükselen duman bulutlarına
bakıp bakıp, bir ağlayıp bir gülmekten çok ama çok yorgunuz.
Sınırdayız.
Ellerimizle ördüğümüz tel örgüleri kaldırmadığımız sürece buradayız.
Korkularla çizdiğimiz çizgileri aşmadığımız sürece buradayız.
Birbirimizi sevmediğimiz ve birbirimize dokunmadığımız sürece, basit ve
gündelik kaygılardan sıyrılmadığımız sürece buradayız.
Ruhumuza yığdığımız o metalik görüntülerden kurtulmadığımız, kalbimize
sakladığımız o kurşuni seslerden vazgeçmediğimiz sürece buradayız.
Sınırda.
Gün, hüzünlü bir şarkının her yeri ve her şeyi kaplayışı gibi ağır ağır
devriliyor Şırnak’ta.
Skorsky’ler, F-16’lar, AVACS’lar.
Yığınaklar, karakollar.
Tanklar, uçaklar ve tel örgüler ardındaki kamyonlar.
Üniformalı adamlar ve poşulu saldırganlar.
Silahlar, telsizler, gece görüş dürbünleri.
Sınırdayız.
Bölünmekle birleşmek arasında, öldürmekle yaşatmak arasında, sevmekle
sevmemek arasında.
Sınırdayız dostlarım.
Tam sınırda.
Ayhan Şahin
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder