24 Şubat 2024 Cumartesi

Eleştirmen Emine Uçar İlbuğa ile bir konuşma: Özgür bir sinema için...


Yazarımız Alparslan Bozkurt, Birgün gazetesinde haftalık yazılar yazan, akademisyen ve sinema eleştirmeni Emine Uçar İlbuğa ile Edebiyat Postası için kapsamlı bir söyleşi gerçekleştirdi. Sitemizde bir bölümü yayınlanan söyleşinin tamamını buradan okuyabilirsiniz.

 

Alparslan Bozkurt: Birgün Pazar'daki 7 Ocak tarihli yazınızı, geçtiğimiz günlerde Nuri Bilge Ceylan ile Zeki Demirkubuz arasındaki sosyal medya üzerinden yürüttükleri atışmayı, kullanılan dili ve yüzeyselliği hedef alarak şöyle bitirmiştiniz: "Sonsöz yerine şu soruyu sormak istiyorum: Bugünün genç sinemacılarını ve ulusal ve uluslararası ödüllü yönetmenlerini günümüz Türkiye'sinin toplumsal, siyasal, ekonomik gerçekliğinden uzak tutan şey nedir?" Bir akademisyen ve sinema eleştirmeni olarak, Emine Uçar İlbuğa'nın bu can sıkıcı soruya vereceği cevabı merak etmekteyiz. Ne dersiniz?

Emine Uçar İlbuğa: Bu soruyu sadece korku, ekonomik kaygılar vs. ile açıklamak, şu an içinde yaşadığımız koşullarda tek taraflı bir yaklaşım olur. Bu söylediklerim de var ama daha çok özellikle 1980'lerde başlayan yeni liberal politikalar, teknik alandaki gelişmeler ve sonuç olarak bugün geldiğimiz ve içinde yaşadığımız 'post truth' çağ ile de çok alakalı.

Bu hakikat sonrası dönem olarak nitelenen sürece tabii ki birdenbire girmedik, modern ve postmodern dönemlerden geçerek geldik ve biz daha postmodern, postmodernite, postmodernizm kavramları üzerinden yürütülen tartışmalar ve içine düştüğümüz kaosu anlamaya çalışırken, tek gerçeklik fikrine karşı çıkma tavrının yaygınlaşması, bireylerin kendi gerçekliklerini inşa etme yönündeki koşulların sosyal medya ve internet üzerinden yaygınlaşması, her bir kişinin hem bilgiye ulaşan, hem yorumlayan, hem de üreten konuma gelmesi, modern dönemin belli aydın imgesini ve kurumların otoritesini sarstı. "Doğru olan ya da gerçek olan nedir?" konusu sorunlu hale geldi ve aklın önünde daha çok duyguların ağır bastığı günümüz dünyasında bunlar daha bir anlamını kaybetti. Bu koşullarda geriye dönüp tarihsel olarak Türkiye'nin siyasi, kültürel, ekonomik sürecine bakıldığında görülen tek bir şey var: Her konuda istikrarsızlık. Bu durum bugün de devam ediyor ama şimdi giderek yaygınlaşan bir karamsarlık sözkonusu ve bütün bunlara karşı derin bir suskunluk.

Örneğin 10 Ekim 2015'teki Ankara Garı'ndaki büyük patlama ve sonrasında yaşananlara kadar önemli olan şey, birlikte mücadele edebilme gücünün varlığıydı. Şimdi sendikaların, diğer sivil kitle örgütlerinin ve hatta iktidarın kendisinin de dahil olduğu siyasi partilerin sokaktaki gücü görünür bir şekilde kırıldı. Hak mücadelesi her daim var ama kitleselliğini kaybetti. Kadın mücadelesini burada ayrı tutmak istiyorum.