Sizi gerçekten seven ve
saygı gösteren, düşüncelerinizi önemseyen birey, size “sen benimsin”, “geç
oldu, dışarıda ne işin var, oraya gitme”, “açık giyinme”, “yüksek sesle gülme”,
“o ruju sürme, dikkat çekiyor” gibi cümleler kurmaz. Bunlar kıskanç bireylerin
sahip olduğu düşünceler değil, bağnaz bireylerin sahip olduğu düşüncelerdir.
Sizin için endişelenen ve güvende olduğunuzdan emin olmak isteyen bireyler,
sizi kısıtlamaz, aksine destek olur. Böylece “geç saatte sokakta ne işin var”
gibi bağnaz bir cümleye de gerek kalmaz.
Örneklerle gösterdiğim bu cümlelerin sahibi sadece ‘özgüvensiz’ bireylerdir. Bu
özgüven eksikliği maalesef ‘mahalle baskısı ve az okumanın’ sebep olduğu bir
haldir.
Öncelikli olarak
çocuklar ve kadınlar hiçbir cinayetin sebebi değildir, “Öfkemi kontrol edemedim,” gibi cümleler ve mahkeme heyetinin karşısına
iyi izlenim bırakmak için yapay bir görüntü ile çıkmak iyi hal indirimine sebep
olamaz. Olmamalı. Takım elbiselerin altında da katiller ve sapıklar var. Eğer
öfkenizi kontrol edemiyorsanız ve bunu ‘sebep’ gösterecek bilinçteyseniz
ülkenin her yerinde psikolojik danışma merkezleri var. Lütfen ziyaret edin.
Çünkü bizler bir katilin cinayet işlemesinin gerekçesi olamayacağımız gibi,
onun eylemini önleyebilmek bir yana, şiddetinin dozajını da ayarlayamayız.
Evet, Emine Bulut
cinayetinden bahsediyorum ve bu barbarlığın savunulacak hiçbir tarafı
olmadığına inanıyorum. Bir kadın, çocuğunun gözleri önünde gırtlağı kesilerek
öldürülüyor. Şimdi on yaşındaki bu çocuğun hayatına hangimiz yardım edebilir, o
çocuk için böyle bir travmayı atlatabileceğini söyleyebiliriz? Bu saatten sonra
o kadının “Ölmek istemiyorum,” cümlesinin altında ezilmeden gündelik yaşamına
devam edebilecek olan var mı aramızda? Ya da “Anne ölme,” diye feryat eden
çocuğunun yerine kendini koyamayacak bir tek kişi var mı hâlâ?
Tanıdık geliyor değil
mi? Gelmeli! Nereden olacak; Özgecan Aslan’dan, Sabire Akçakaya’dan, Aycan
Baran’dan, Zeynep Paşaoğlu’ndan, Münevver Karabulut’tan ve diğer yüzlerce
kadından tanıdık geliyor. Ne vakit ki kadınlar kendi hayatları, kendi
gelecekleri ya da kendi bedenleri üzerinde karar almaya başlıyor, o vakit
öldürülme tehdidiyle karşı karşıya kalıyorlar.
Peki, bu türden
vahşetleri gören kadınlar için sonrasında hayat nasıl devam ediyor dersiniz?
Artık akşamları dışarı çıkarken birkaç kez düşünmek zorunda kalıyoruz, erkek
arkadaşlarımıza ya da çevremizdeki herhangi bir erkeğe; bakkala, şoföre ya da
yanımızdan yürüyüp geçen karşı cinsimize şüpheli ve tedirgin gözlerle
bakıyoruz. Her an bizden bir şeyler isteyebilir ve olumsuz bir cevap karşısında
örneklerini haberlerde okuduğumuz, izlediğimiz gibi tecavüz edebilir, hayatımız
boyunca taşımak zorunda kalacağımız büyük bir travma yaşatabilir, hatta daha da
kötüsü canımızı alabilir.
Artık içimizde
erkeklere karşı olumlu, duygusal bir şeyler hissedebileceğimiz en ufak bir
duygu kırıntısı kalmadı. Çünkü hava yine karardı ve dört bir yanımız erkekler
tarafından kuşatıldı. Kafamızın içinde dönüp duran, aslında olmaması gereken,
fakat toplumun hepimize dayattığı bir takım normlar var. Suçun yine biz
kadınların üzerine yıkılacağı gerçeği var. Kısa eteklerimiz var. Sürdüğümüz
kırmızı rujumuz var. Söylemekten çekindiğimiz, dilimizin ucunda takılı kalan
fikirlerimiz var. Dans ederken bile dikkat etmek zorundayız, zira ‘oynak bir
kadın’ olarak algılanabiliriz. Hem kahkahamızı da sessizce atmalıyız. ‘Bizim
yüzümüzden’ bizi öldürmesinler diye kendimizi bir kafesin içine tıkmalıyız.
Hayır... Milyonlarca kez hayır!
Biz kadınlar sadece
yaşamak istiyoruz; dilediğimiz gibi yaşamak istiyoruz. Herkesin yüzünün
güldüğü, anlayış, şefkat ve saygılı bireylerin olduğu bir toplum istiyoruz.
Kadınların
öldürülmediği, çocukların babalarından utanmadığı bir dünya istiyoruz.
Saadet Gadiri
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder