BEYOĞLU - İSTİKLAL HİKÂYELERİ
(3) Sokak çalgıcıları
Yığınla
yürüyen bir grup, kemençe çalan bir çalgıcının etrafında toplanmış. Zevkle dinleyip
video ve fotoğraf çekiyorlar. İzleyicilerin gitgide çoğalmasıyla çemberin
merkezinde kayboluyor grup; çemberi oluşturan kalabalığın bir üyesi oluyor.
Kalabalıkta önünüzdeki kişinin ‘bu kadar dinlediğim yeter’ dercesine geri çekildiği
anda, çemberi bir adım daha yarıyorsunuz. Her hamle sizi çemberin merkezine biraz daha çekiyor.
Ya sıkışıp geri çekiliyorsunuz, ya da merkezdeki çalgıcının önünde duran karton
kutuya para atarken buluyorsunuz kendinizi.
Yanımdaki
bir genç, omzunun üstünden başparmağıyla arka tarafı işaret ediyor, “Beleşçi
bunlar abi; parayı biz verdik, müziği arkadakiler dinliyor.” diyor.
“Dinlesinler.
Harika müzik.”
“Nerelisin
abi?”
“Malatyalıyım.”
“Biraz
ileride de saz çalıyorlar.”
“Olsun;
benim için kemençenin sazdan farkı yok.”
Gencin
neden beni ‘ileride saz çalınıyor’ diye bilgilendirmek zorunda kalışını anlayamadım.
Burada iki şeyin aklına geldiğini düşündüm: ‘Ne işin var abi; kalabalık etme de
kendi memleketimizin müziğini dinleyelim.’ duygusu; ikincisi, İstiklal’in çeşitliliğine
gönderme yaparak ‘burada daha ne sürprizler var’ demek istemesi.
Doğulu
olmama rağmen kemençeyi ne kadar severek dinlediğimi anlatmak bu gürültüde zor olurdu.
Hiçbir şey söylemedim. Kısa kestim. Kemençeci biraz mola verip dinlenmeye geçtiğinde,
çember en dıştan başlayarak merkeze doğru bozulmaya başladı; tıpkı bir ip
yumağının çözülmesi gibi. Çemberi oluşturan insanlar belli bir şekilde hareket
etmeye başladı.
(4) Gösteri
Sessiz
sedasız pankart taşıyarak ilerleyen bir travesti grubuyla yan yana geldiğimi
fark ettiğimde, olduğum yerde durdum. Şaşırmıştım. Onlarla yan yana yürümenin
doğru olmayacağını düşündüm.
Keza,
omzundaki kamerayla hızlı hızlı ve yan adımlarla hareket ederek grubun görüntüsünü
almaya çalışan kameramanın görüş alanına girdiğimi de anladım. Başımı önüme eğdim.
Akşam haberlerinde gösterilirse bu durumu kimseye izah edemezdim.
Sol
yanımdan telsiz sesleri gelmeye başladı. Bir grup polis, kalabalığı yararak yanımdan
geçiyordu.
“Bu
ne gösterisi?” diye sordum.
Elinde
telsiz olan bir sivil polisle göz göze geldik, gözlerimin içine dik dik bakarak, cevap vermek zorunda olmadığını ima eden bir tavır takındı.
Cevap
alamadığımı anlayan sol yanımdaki orta yaşlı adam, “LYS gösterisiymiş!” diye
yanıtladı.
“Sınavları
mı protesto ediyorlar yoksa?” dedi başka birisi.
“Ne
sınavı arkadaş yaa! Görmüyor musun, bunlar travesti!”
“LYS,
üniversite sınavının kısaltılmışı.” dedi birisi.
“Travestinin
sınavla ne alakası var!” dedi bir diğeri.
“Onlar da sınava giriyorlar besbelli.” dedi aynı orta yaşlı adam.
“Onlar da sınava giriyorlar besbelli.” dedi aynı orta yaşlı adam.
Yanındaki
gözlüklü, sakallı adam, birkaç teşebbüste bulunup önce, “LGTİ,” dedi, “yok yaa,
neydi, LGİT.” Yanlış telaffuz ettiğini fark etmiş olmalı ki, her seferinde birer
harf ekleyerek tamamlamaya çalıştı: “LGBTİ. Lezbiyen, gay, biseksüel, travesti
ve ibne demek.”
“İbne
değil!” dedi bir başkası, söyleyene aşağılarcasına bakıyordu.
“Son
harf ‘insanlar’ anlamına geliyor.” dedi bir diğeri.
“Hiçbir
şeyden haberimiz yok ki!” dedim.
“Dünya
çalkalanıyor abi!” dedi öteki, “Obama bile bunları destekliyor.”
“Obama
destek veriyorsa demek ki haklılar!” diye lafa karıştı bir başkası, “Obama iyi
bir adam, dedesi Müslüman’mış.”
“Ne
Müslümanı!” dedi yanındaki kişi, “Adam tam bir Hıristiyan’mış.”
“Onlar
da insan.” dedi birisi.
“Yaşasın
LGBTİ!” dedi bir diğeri.
“Vur
vur inlesin, hükümet dinlesin!” sloganlarıyla yanımızdan geçip gittiler; arkalarından
onları aşağılayanları-savunanları duyup hak veren ya da eleştirenlerin sesleri kayboluverdi
bir anda.
Sağımızdaki
pastanenin önünde, ağırlıklı Arap müşterilerine sihirbazlık yaparcasına ‘Maraş Dondurması’
satan dondurmacının küçük tiyatro oyununu izlemeye başlıyoruz: İç içe
yerleştirdiği dondurma külâhlarını müşteriye uzatıyor satıcı, müşteri külâhı
tuttuğu anda satıcı elindeki uzun dondurma çubuğunu birden geriye doğru çekince,
elindeki boş külâha bakıp ‘nereye gitti’ der gibisinden kısa süreli bir şaşkınlık
yaşıyor müşteri, seyirciler kahkahalara boğuluyor.
Arkasından
ikinci numarasına geçiyor: Elindeki dondurma çubuğuyla külâha art arda dondurma
topları yerleştiriyor. Elindeki demir çubuğu ucunda yapışık kalan dondurmadan
ayırmadan çevirerek müşteriye uzatıyor, ani bir hareketle geri çekiyor.
Dondurmaya uzanan el, havada kalıyor. Çubuğun ucundaki dondurmayı diğer eliyle
alarak, demir çubukla tezgâhın üstüne iple bağlanan çana vuruyor, ‘gösteri
bitti’ anlamına geliyor bu, aynı anda bir müzik sesi geliyor çan sesiyle. Turistler
tekrar kahkahalara boğuluyor. Bu ânı video ve fotoğraflarla ölümsüzleştirmeye
çalışıyor kimileri de.
whitehaven
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder