Sonbahar 2011
Her şey
yolunda. Her şey... Yolunda... Gibi. Gibi... Yolunda gibi. Beynim uyuşuk, her
şey gerçek. Her şey yolunda. Gibi... (Başının üstündeki floresanın cızırtılı
sesi, yan masada oyun oynayan adamların sesi, oynadıkları oyunun -dama
olabilir- sesi, uzaklardan gelen tiz kahkahanın sesi, arkasındaki pencereye
vuran yağmurun sesi, yanında konuşan kadının sesi, duvara vuran zincir sesi,
annesinin ‘Ayşegül!’ diyen sesi, zincire vuran zincir sesi, sakız çiğneyen
adamın sesi, yere vuran sopa sesi, gök gürültüsü...) Her şey gibi. Yolunda
gibi...
“Seni
beğendim. Oğlum da beğenir seni. Ne dersin? Kendisi avukat. Çok da yakışıklı,
tıpkı bana benziyor.”
Başını
ağır ağır yanındaki kadına çevirdi Ayşegül, kadına baktı. ‘Tavuğa benziyorsun,’
diye düşündü, ‘Oğlun da tavuğa mı benziyor?’
“Yoksa
sen şu öğretmen kız mısın? Aa... Ben seni tanıyorum. Reyhan’cığım bahsetmişti
senden, ama çıkaramadım ilk başta. Akıllı kadındır şu Reyhan, herkesle
muhabbeti...”
Öğretmenim
ben. Hayır. Değilim. -Her şey yolunda.- Öğretmen olabilirim.
“Onun
yanında hep eğlenmişimdir doğrusu.”
Olamıyorum.
-Her şey...- Olamıyorum.
Beynini
zorladı Ayşegül. Öğretmen olmayı denedi ama her şey çok gerçekti. Gözlerini
kapatsa bile sadece karanlık vardı. Her şey yolunda. Olamıyorum. Her şey
gerçek.
“Hı? Ne
diyorsun? Evlenir misin oğlumla?”
“Ben
öğretmenim. Öğretmenim.” Değilsin. Öğretmen değilsin. Her şey gerçek, bak. Sen
delisin. Delilerin içindesin. Sen öğretmen değilsin. Ama olabilirsin. Buradan
çıkarsan olabilirsin. -Her şey...- Olabilirim. Olamıyorum. -Yolunda...-
“Hasta
mısın, kızım?” Ürkmüştü kadın. “Ama çabuk toparlanmalısın. Oğlum...”
“Ben
hasta değilim!” diye bağırdı Ayşegül. “Hasta değilim ben, öğretmenim!” Attığı
çığlık, tavuğa benzeyen kadını korkuttu. Kadın da çığlık atınca köşedeki uzun
saçlı adam korkunç kahkahalarına başladı. Kadın tırnaklarıyla zaten yaralı olan
suratını yoluyordu.
Olamıyorum.
Olabilirsin, buradan çıkmalısın. Öğretmenim. Değilim. Olabilirsin.
Biri
uzun biri kısa, iki güçlü adam Ayşegül’e doğru geldi. Kısa olan bacaklarındaki
zinciri sandalyeden ayırdı. Her biri bir kolunu tutup çırpınan Ayşegül’ü
sürüklemeye başladılar. Küçük hücredeki yatağa attılar Ayşegül’ü. Zincirlerini
bu defa çıkarmadılar.
Bir
süredir bu yerdeydi Ayşegül. Ne uzun bir zaman, ne de kısa bir zaman geçmişti.
Her akşam yavaş yavaş keskin bir koku yayılıyordu koridor boyunca. Bazı
akşamlar çekilmez oluyordu. Aynı kokuyu bazen diğerlerinin yanında da alıyordu.
Sürekli oğlunu anlatan kadın çığlık atmaya başladığında da o koku gelmişti.
Tuvalet kokusu. Bir süredir buradaydı Ayşegül. Günleri saymıyordu, çünkü beyni
artık uzun süreli düşünmüyordu. Erken uyanırsa eğer -rüya da görmüyordu, sadece
karanlık- salıncakta sallandığını görüyordu beyaz tavanda. Hatta bir keresinde
çimenleri, ağaçları, beyaz kediyi ve gökyüzünü de görmüştü. Ama ilaçları içince
her şey gidiyordu yine. Her şey netleşiyor, gerçekler kalıyor, ama beyni
uyuşuyordu. Ona minik kutuyu her uzattıklarında fısıltılar -ilaçlardan önce
geri geliyorlardı- İçme, diyorlardı, içme. Daha önce de içtin. Kaç! İçme. Ama
fısıltılar çok uzaktı ve kutuyu uzatan korkunç-iri kadın çok yakındı.
Ellerindeki ve ayaklarındaki zincirler -tehlikeliydi Ayşegül, uzun bir süre
böyle kalması gerektiğini anlatmışlardı bir aptalla konuşur gibi- çok ağır
oluyordu bazı zamanlar. Bir defasında -fısıltılar geri gelmemişti ama- zincir
ağır olduğu için kolunu kaldıramamıştı Ayşegül. Korkunç-iri kadın kocaman
elleriyle çenesini açıp ilaçları ağzına dökmüştü. Az kalsın boğuluyordu.
Fısıltılar korkunç-iri kadını sevmiyordu. İçme, diyorlardı. Onu da öldür, kaç!
Fısıltılar kimseyi sevmiyordu. Sadece kendilerini ve Ayşegül’ü seviyorlardı.
Ayşegül onları sevip sevmediğini bilmiyordu. Daha önce seviyorduysa da
hatırlamıyordu. İlaçlar hakkında doğru söylüyorlardı, ama aynı zamanda
ürkütücüydüler.
Beyaz
ışık söndü, kırmızı ışık yandı ve Ayşegül uyuması gerektiğini anladı. Beyaz
tavan ona salonda olanları unutturmuştu. Birazdan koku başlayacaktı -kendi
tuvaletinden de bazen kokular geliyordu eğer uyumadan önce kullandıysa-, bu
yüzden hemen uyumaya çalıştı. Zaten boş olan uyuşuk beyni hiç zorlanmadı.
Zerdef
Muhteşem bir öykü; yazar adaylarına ders olarak okutulmalı.
YanıtlaSil