16 Ağustos 2015 Pazar

Fragmanlar

MALUMAT


Pulp Fiction filminde başrol oyunculardan Bruce Willis ve taksi şoförü arasında -hiç unutmam!- şöyle güzel bir diyalog geçer:
– İsmin ne?
– Esmeralda.
– Güzel isim...
– Seninki ne?
– Butch.
– Güzelmiş, anlamı nedir?
– Bizler Amerikalıyız bebeğim, isimlerimizin bir anlamı yoktur.


***
Simit Sarayı’ndan sonra içinde ‘simit’ geçen bir dizi kafeterya tarzı restoran açıldı. Simit Dünyası, Simit Âlemi, Simitçi... Envai çeşit simit yaparlar, bununla birlikte her türlü hamur işi mevcuttur buralarda. Türk usulü fast-food diye pohpohladılar bir süre... Simitçi diye bir firma var, bilirsiniz. Neyse, o sıralar bir dershanede Türkçe-edebiyat dersleri veriyordum... Dershanenin civarında ‘Simitci’ vardı bir tane; bir şeyler atıştırmak için oraya girdim. Evet, ‘Simitçi’ değil, ‘Simitci’. Alacağımı alıp kasada ödeme yaparken, bir çeşit mesleki reaksiyon ya da işgüzarlıkla adama uyarıda bulundum: “Yanlış yazmışsınız,” dedim, ekin -ci değil, -çi olması gerektiğini söyledim. Adam, şu dâhiyane cevabı verdi: “Devlet şapkayı kaldırdı, biz de bunu kaldırdık, çok mu!”

Vatandaş doğru söylüyor: Bir ara şapka (düzeltme işareti) tamamen kalkmıştı. Sonra yeniden geldi filan... Yeni TDK abuk sabuk şeyler yapınca insanlar da haklı olarak böyle şeyler söylemek konusunda kendilerini epey yetkin hissetmeye başladılar. Kaldı ki bizim esnafın -şu hani sürekli kan ağlayan çakal esnafın- Türkçe konusundaki yaratıcılığı da dillere destandır.


***
‘Kaka’ kelimesi her zaman bende tuhaf çağrışımlar uyandırır. Bir olmamışlık, yarımlık ve kusursuzluğa özenme hali... Bir yandan da fantezi bir yanı vardır; yani, ‘kaka’ dediğimiz şey dünyada somut olarak yoktur. En fazla Brezilyalı topçu Kaká’da somutlaşır belki ama farklı bir kategoride... “Bok” ise daha gerçekçidir, der demez gözümüzün önünde canlanır, cisimleşir, vücut bulur, kokar, sımsıcaktır. Bir de ‘dışkı’ var tabii. Dışkı ise akademiktir.


***
Eskiden Bedrettin Dalan diye bir tip vardı, ne oldu ona? Belediye başkanlığı yaptığı dönemde, bok kokusunu gidermek için Haliç’e tonlarca kolonya döktüğüne dair bir geyik dönüyor yıllardır; nedir bunun aslı astarı yahu?


***
“XIX. yüzyılın başında afyon yaygın bir sakinleştirici ve ağrı kesicidir. Bugünkü Aspirin’inkine benzer bir rol oynar. Evlerdeki ecza dolaplarında mutlaka afyon bulunur. Aile doktorunun en çok yazdığı ilaç afyondur. Eczanelerde reçetesiz satılır, fiyatı nispeten düşüktür. Histerik ve sinirli kişileri yatıştırmada, yolculuk öncesi heyecana, migrene vs. karşı kullanılır. Belki de en yaygın kullanım biçimi, çocukların kolayca uykuya dalması için verilen afyon katkılı sıvı ve şuruplardır. Yüzyılın ünlü afyonkeşleri bağımlılıklarının çocukluklarında içtikleri afyonlu ilaçlarla başladığını söylerler genellikle.”

– Wolfgang Schivelbusch, Keyif Verici Maddelerin Tarihi, çev. Zehra Aksu Yılmazer (Ankara: Dost Kitabevi Yayınları, 2000), s. 194-195.


***
Hasan Bülent Kahraman İsviçre çakısı olmaya özenen/çalışan bir tirbuşondur.


***

Haber metni kısaca şöyleydi:
“Çin’in doğusundaki Anhui eyaletinde 17 yaşındaki bir genç, tablet bilgisayar iPad 2 almak için böbreğini sattı.”


Semih Kâtipoğlu

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder