29 Nisan 2024 Pazartesi

Zarif bir söyleyişin inşası

 

Pandemi sonrası şiirin saatinin tıkır tıkır işlemediği bir dünyadayız. Birileri çıkıp son otuz yıldır böyleydi derse, ona itiraz edilebilir. Şimdiki "üzerine ölü toprağı atılmış" ortama kıyasla 2000'ler ya da 2010'lar şiiri tartışmalarını doğuran fiziksel ya da dijital agora çok uzak bir hatıra sayılmaz. Her dönem kendinden öncekini aratır.

Ancak şimdi çok daha iyi biliyoruz ki "ölü toprağı altında" kısa kesik, aritmik kıpırtılarla şiir de şair de özgün ses arayışını yeni bir mecraya akıtmak zorunda. Bir diğer deyişle şiir, kendi iddiasının sınırları ışığında insanın seyrini resmedecek ya da ona yön gösterecek. Dilimizin ucuna kadar gelen bir üçüncü seçenek daha var ki, onu zikretmemeyi tercih ediyoruz. Çünkü, her şartta ve her dar koridorda şiire inanıyoruz.

Bittabi bu inancımız sebepsiz değil. Arada sırada bir yerlerden bir ses gelir, şiirin ve şairin bu zorlu yolculuğunun hâlâ var olabildiğine bizi ikna eden. Aslına bakarsanız Ekim 2020'de Türkçedeki ilk şiir kitabı Azalma Vakti'ni okuyucularıyla buluşturan ve 2022'nin Haziran ayında Yanık Bal Kokusu ile serüvenine kaldığı yerden devam eden Ayşe Şafak Kanca da bu sakin ve derinden sese talip olan şairlerden biri.

Yanık Bal Kokusu, pandemi sonrası şiirin ne'liği ve serüvenine ilişkin bir şerh düştüğü gibi, şairin söyleyişini bir önceki kitabı Azalma Vakti'ndekine kıyasla nesnelere, insana, onun tüm boyut ve desenlerine dair artık daha derli toplu, iyi demlenmiş sesler çıkartmayı başaran bir enstrüman gibi değerlendirmek konusunda da bizi ayık kılıyor.

Diğer yandan, "Pandemi sonrası şiir nasıl var olacak?" sorusuna, "insanın iç dünyası" ve daha çok "imge" cevabı verecekler için hiç de yeknesak olmayan bir tutamak vaat ediyor Yanık Bal Kokusu.

27 Nisan 2024 Cumartesi

Turgut Uyar | 'Acıyor' [Vİdeo-Klip]

Ayhan Şahin, Turgut Uyar'ın sevilen şiiri "Acıyor"u seslendirdi. Klibin kısa tanıtımını ve şiirin sözlerini aşağıda görebilirsiniz.

Klibin tamamını izlemek için BURAYA tıklayınız! (YouTube kanalımıza abone olursanız seviniriz.)

İstanbul âşığı bir yazar: Giorgitsamou

İstanbul'da sıcak bir yaz ayında dünyaya gelen Giorgitsamou'nun, güneşli günlere açılan kapılar hep içini ısıttı bu yüzden. Kendini bildi bileli hayal kuran yazar, eski İstanbul'un kömür kokan çıkmaz sokaklarında, bahçesinde bin bir renkli insanın toplandığı kalabalık evlerde nefes aldı. Kapıdan girdiği anda huzur kokan bahçelerin sıcağında nelere sahip olduğunu bilerek yaşadı. Belki de şimdilerde bazı kişilere ütopik gelen bir gerçekliği hatırlatmayı görev edinmiştir kendine, kim bilebilir?

Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema Televizyon Senaryo bölümünü okurken sinema dilinin edebiyatla ne kadar da kardeş olduğunu gördü. Her duyguyu yazıp yaşamayı öğrendi burada.

İki kısa belgesel film çekti, üç yüzü aşkın şiir ve birçok deneme yazdı; son olarak yedi yıldır sürdürdüğü iki roman çalışmasını bitirmek için 2024'ün sonunu hedefledi. Hem kelimeler hem de o kelimelerin görselleri vardı artık elinde...

Sekiz yıl amatör tiyatro ile ilgilenen Giorgitsamou, çeşitli yerli-yabancı dergilerde yazdı. 1997 yılında Fransızca yayımlanan bir kitabın içinde kendi İstanbul'unu anlattı.

25 Nisan 2024 Perşembe

Siyahlar Giyen Kadınlar için psikodinamik bir okuma

 

Biraz hüzünlü bir gün oluyor ama insanı bitiren bir hüzün değil, başkaldırmak istediğin türden bir hüzün. Dünya, oturmayan taşlar mekânı olmuş da bir şey yapılması gerekiyor fikrini edindiğin türden bir hüzün. "Güç kazanman ve olanlara 'dur' demen gerek," hissi de eşlik ediyor bu hüzne.

Geçtiğimiz yıl Anima Yayınları'ndan çıkan Yanık Bal Kokusu ile böyle bir zamanda tanıştım. Siyahlar Giyen Kadınlar bölümünü inceleme fırsatım oldu. "Nedir bu matemin sebebi," dedim kendi kendime? Biraz da tanıdık geldi bu hüzün bana.

Siyahlar Giyen Kadınlar bölümü birkaç şiirden oluşuyor: "Kuş ve Alınyazısı", "Savaş ve İhanet", "Cinayet ve Kıran", "Çamur ve Dumur", "Devlet ve Evlat", "Kan ve Barut", "Mevsim ve Acı", "Çinko Damın Altı Gözleri", "Daha Kaç Eylül", "Neriman", "Şeytan Yoktur"...

Özellikle içerisindeki birkaç şiir ilgimi çekti. Onlar hakkında birkaç kelam etmek istiyorum biraz:

Kelimeler, başkaldırmak isteyen bir duruşun estetik görünümü gibi. Estetik görünmesi onu yumuşatmıyor ama, aksine daha da keskinleştiriyor. Ayrıca şair, gücünü farklı bir kaynaktan alıyor sanki. Herkesin bildiği ama kimsenin anlatamadığı bir yerde, gerçeklerin fark edilmesini sağlama görevi ona düşmüş gibi. Kelimelerin bu kadar sert ve sarsılmaz olmasının sebebi, diğer ihtimalin varlığını silmek mi? Diğer ihtimal? Alışmak ve devam etmek. Diyorum ki, bu dünyada bir şeyler oluyor ve bu şeyler yıkımla sonuçlanıyor. Diyorum ki, bu kelimeler sarsılmaz bir şekilde korkunç bir yıkımın portresini çiziyor; sanki bir şekilde "dur" dememizi istiyor.

İçeriden yıkılıyoruz ve belki de en başından beri yıkıma doğuyoruz. "Mevsim ve Acı" şiirinde dediği gibi: "Ana rahmi doğuştan çürüktür iki karındaşa" (s. 35). Yazgımız baştan mı belli? İki kardeş bir yuvayı paylaşamıyorsa biz nasıl paylaşacağız "dışarıdaki" dünyayı?

Sizi de mi bir parça umutsuzluk kapladı? Yanık Bal Kokusu'ndan umutsuz olmanız için bahsetmiyorum. Şairin de bunu istemediğine inanıyorum. Sadece hissettiklerini en güçlü silahıyla yansıtmayı deniyor; yani kalemiyle. Kaleminin yer yer keskin olması da bu denli kaotik bir dünyayı ancak böyle yansıtabilecek olmasıdır belki de.

Devam edelim... Başka neler var bu eserde? Savaş var, asla kazananı olmayan bir savaş. "Devlet ve Evlat" şiiri karşılıyor bizi: "Devlet hükmü: bu olmaya harita!/ barut kokar gömlekler yığılır tepelere" (s. 34). İdealler peşinde yitip giden ideal bedenler. Üstelik her yeni gün, ideal bir beden olma potansiyeline de gebe. Yine aynı şiirde şairin de dediği gibi, "kadını çocuğu erkeği çarşaflısı haçlısı". İdeal bedenin cinsiyeti, yaşı, dini ve coğrafyası yok. Savaşlar, yıkımlar belki de bu yüzden çıkıyor ama yitip gidenlerin pek bir ortak noktası yok; insan olmaları dışında. Yine de bu ortak nokta çok fazla bilgi veriyor bize.

Sekans | Louis Wain'in Renkli Dünyası

1860-1939 yılları arasında yaşayan ve çizdiği büyük gözlü kediler ile tanınan İngiliz Ressam Louis Wain'in gerçek yaşamöyküsünün anlatıldığı Louis Wain'in Renkli Dünyası, sizi müthiş bir yolculuğa davet ediyor.

Yönetmen koltuğunda Will Sharpe'in oturduğu filmde, Louis Wain'e ünlü oyuncu Benedict Cumberbatch hayat verirken, usta ressamın eşini ise Claire Foy canlandırıyor.

İşte, hem hüzünlü hem eğlenceli bu muhteşem filmden küçük bir kesit... (Sekansın tamamı için BURAYA tıklayın!)

24 Nisan 2024 Çarşamba

Sesleri özlemek [Öykü]

 

Fotoğrafçı bir arkadaşım var; nereye gitse ya kamerası, ya telefonuyla fotoğraf çekiyor. Bu, yanında olup da fotoğraf çekmeyenleri çoğu zaman kızdırabilir ama beni değil.

Geçen gün iki fotoğraf tutkunu buluştuk ve birer kahve eşliğinde sohbet ettik. Ortak tutku fotoğraf olunca konu ister istemez oraya geldi. Gördüklerinden çok, işittiklerinden etkileniyordu. Sözgelimi "çağrı merkezi" aramalarında arayanın ses tonu sinirini bozup tahammül seviyesini birden düşürebiliyor ve sesini kullanamıyor diye arayanı pişman edebiliyordu. Ya da tam tersi, sırf arayanın ses tonu ve konuşma şekli güzel diye abone olduğu dergiler ya da aldığı biletler oluyordu.

Mesela dün Blu TV'ye üyelik için callcenter'ı aramış. Telesekreterle bir muhabbet olmuş haliyle: "Görüşmeniz sonlandıktan sonra hizmetimizi değerlendirmek istiyorsanız 1'e, yoksa 2'ye basın," gibi bir taleple karşılaşmış. Kibar ve sorumlu bir insan olduğu için 1'e basmış ve Aygün Hanım'la konuşmuş. Güzel sesli Aygün Hanım, sorununu iki dakikada çözmüş. İşlem bitmiş, derin bir sessizlik olmuş ama telefon kapanmamış. Duyduğu güzel sesten etkilenmiş biraz, trans halinde anket için bekliyormuş. Görevli, yardım edebileceği başka bir konu olup olmadığını sorunca, birden kendine gelip anket için beklediğini söylemiş, karşılıklı gülmüşler. Güzel bir sesten ayrılması zor olmuş.

Sesleri özlüyordu. Sesleri unutmuyordu. Seslerle hatırlıyordu.

Bir yerde kulağına gelen müziği daha ilk notasında tanıyabiliyordu. İyi bir müzik eğitimiyle pekâlâ sanatını icra ediyor olabilirdi.

Oturup arkadaşlarıyla sohbet ederken yan masada konuşulanları duyuyordu istemeden. Ayıp değil ya, dinlemiyordu, istemeden duyuyordu. Böylesi hassas kulaklara sahip olmak bazen işine yarıyordu.

Şiir ve büyü

Binlerce yıldır, insanlığın kelimelerle ilişkisi ve varlığımıza ilişkin sorular, bir büyü gibi etrafımızı kuşatıyor. Nitekim yazılı söz keşfedildiğinde bir sihirbazlık numarası olarak görülmesi ve hatta Kral Thamus'a yazıyı getirdiği iddia edilen Mısır Tanrısı Thoth'un aynı zamanda "büyü tanrısı" olarak anılması da belki bundandır.

Kelimelerle olan ilişkimizi kayıt altına aldığımız tarihten beri belki de büyü ve şiir arasındaki lifler incelmektedir. Şiirin, tanım gereği bir tanımının olmayışı, edebiyatta ve sanatta sarsıcı gücünün en net göstergesi. Fakat buna rağmen "Şair nedir, kimdir?" sorusunun belki birden fazla bile olsa da bir tanımı veya binlerce cevabı vardır. Şair yeryüzünde, bulunduğu atmosfer içerisinde, duygu ve düşüncelerini ifade etmek adına kelimelerle arasındaki iletişimi doğru frekanslar arasında arar. Bu arayışın niteliği şairi zamandan ve mekândan münezzeh kılar. Doğru frekans ise onu biricik yapar.

Ayşe Şafak Kanca da, bu arayışın peşinde olan bir şair. Her ne kadar İkinci Yeni sonrası imgenin yıkıcı etkisi, konvansiyonel şiirde büyük bir tahribat yaratmış olsa da Ayşe Şafak Kanca'nın özgünlüğe olan inancı, bu tahribatı 2022 yılında çıkan Yanık Bal Kokusu kitabı ile göğüslemiş gibi duruyor.

İçedönüş serüveni

Yapyalnız Mavi adlı bölümde duru bir söylemi benimseyen şair, "Çitlembik Karası"nda, etrafımızı kuşatan büyünün içerisinde binlerce yıldır sorduğumuz sorulara bir yenisini daha ekliyor ve böylece zamandan ve mekândan soyutlanmış bir içedönüş serüvenini başlatıyor:

aklımın ucu varsa dolanmaya

bir parmak boşluk bırakarak

yer açtım kendime tek gidişlik

son(suz) uzayda taşmaz belki (s. 11)