Sesleri özlemek [Öykü]
Fotoğrafçı
bir arkadaşım var; nereye gitse ya kamerası, ya telefonuyla fotoğraf çekiyor.
Bu, yanında olup da fotoğraf çekmeyenleri çoğu zaman kızdırabilir ama beni
değil.
Geçen
gün iki fotoğraf tutkunu buluştuk ve birer kahve eşliğinde sohbet ettik. Ortak
tutku fotoğraf olunca konu ister istemez oraya geldi. Gördüklerinden çok,
işittiklerinden etkileniyordu. Sözgelimi "çağrı merkezi" aramalarında arayanın
ses tonu sinirini bozup tahammül seviyesini birden düşürebiliyor ve sesini
kullanamıyor diye arayanı pişman edebiliyordu. Ya da tam tersi, sırf arayanın
ses tonu ve konuşma şekli güzel diye abone olduğu dergiler ya da aldığı
biletler oluyordu.
Mesela
dün Blu TV'ye üyelik için callcenter'ı aramış. Telesekreterle bir muhabbet
olmuş haliyle: "Görüşmeniz sonlandıktan sonra hizmetimizi değerlendirmek
istiyorsanız 1'e, yoksa 2'ye basın," gibi bir taleple karşılaşmış. Kibar ve
sorumlu bir insan olduğu için 1'e basmış ve Aygün Hanım'la konuşmuş. Güzel
sesli Aygün Hanım, sorununu iki dakikada çözmüş. İşlem bitmiş, derin bir
sessizlik olmuş ama telefon kapanmamış. Duyduğu güzel sesten etkilenmiş biraz,
trans halinde anket için bekliyormuş. Görevli, yardım edebileceği başka bir
konu olup olmadığını sorunca, birden kendine gelip anket için beklediğini
söylemiş, karşılıklı gülmüşler. Güzel bir sesten ayrılması zor olmuş.
Sesleri
özlüyordu. Sesleri unutmuyordu. Seslerle hatırlıyordu.
Bir
yerde kulağına gelen müziği daha ilk notasında tanıyabiliyordu. İyi bir müzik
eğitimiyle pekâlâ sanatını icra ediyor olabilirdi.
Oturup arkadaşlarıyla sohbet ederken yan masada konuşulanları duyuyordu istemeden. Ayıp değil ya, dinlemiyordu, istemeden duyuyordu. Böylesi hassas kulaklara sahip olmak bazen işine yarıyordu.
Ona
kalırsa doğuştan sahip olduğu, yaşadıkça daha belirginleşen bu özelliğinin
hayatına etkisi tam olarak ne olumlu, ne de olumsuzdu. Sadece farkında olmak,
hem kendisinin hem de onunla iletişim kuranların hayatını kolaylaştırıyordu.
İşte burada çok haklıydı.
"İyi
ki fotoğraf çekiyorum," diye devam etti. Fotoğraf sayesinde sese karşı
takıntılı tutumunu dengeleyebilmişti.
Fotoğrafçılığa
başladığından beri görüntüler, seslere kıyasla biraz daha önem kazanmıştı, ya
da sesler biraz önemini kaybetmişti. Geç atılmış bir adım olsa da "zararın
neresinden dönülse kâr"dı. Önünden her gün geçtiği sokaklar, evler,
canlı-cansız ne varsa her şey daha anlamlıydı artık. Görsellik dünyasında
ayrıntıları yakalamanın bu kadar güzel ve kolay olabileceğini başka türlü
anlayamazdı bu kulaklarla.
Fotoğraf
çektikçe, fotoğraf çekmenin kendini ifade etmenin en dolaysız yollarından biri
olduğunu anlamıştı. Nasıl ki insan yazdıklarında kendini yazıyorsa, fotoğraf
çekerken de kendisini çekiyordu. Ve fotoğraf çektikçe bir ânın fotoğrafını
çekmek ya da çekmemek önemini kaybediyor, o âna tanık olabilmek en önemlisi
oluyordu. Anların değerini tam olarak şimdi anlamıştı. Herkesin göremediği
sadece kendi olduğu için gördüğü anlar, insanın o kadar sıradan olamayacağı
gerçeğine götürüyordu onu.
Anlattıkları
tanıdık geliyordu.
Aynı
dilden konuştuğumuz insanlarla olabilmek ne güzel.
Gülçin Demirci
Yorumlar
Yorum Gönder