Dostlukların, arkadaşlıkların, hatta aşkların başlangıcı, zamana, tesadüflere ve vesilelere olduğu kadar, bulunan yere, yani mekâna da bağlıdır. Bazen günün yorgunluğunu üzerinizden atmak için uğradığınız kafede size servis yapan garsonun sıcak gülümsemesi, hiç tanımadığınız insanların etrafınızda uçuşan hoş sedaları ve hasbelkader aynı ortamda bulunan, sizinle aynı durumda olan biriyle kurmuş olduğunuz kısa ve sıcak bir iletişim bile büyük dostlukların başlamasına vesile olabilir. Mekânların özel olmasının sırrı da budur işte.
Cafe Taraça da bu mekânlardan biri. Zaman içerisinde tanışıp dost olduğumuz bu güzel insanlarla yaptığımız hoş sohbetleri bu haftadan itibaren arada bir paylaşarak muhabbete sizleri de ortak etmek istiyoruz.
Taraça Sohbetleri'nin ilk haftaki konukları, birçoğunuzun yakından tanıdığı iki yetenekli oyuncu: Aydın Sezgin ve Giray Altınok...
Mehmet Ferah: Aydın'la tanışmamız çok eskilere dayanır, çocukluğundan beri tanırım Aydın'ı. Kendisini dokuz yaşından beri tanıdığıma göre, tanışıklığımız kaç seneye dayanmış oluyor?
Aydın Sezgin: Otuz iki desek, yirmi üç yıl oluyor.
Mehmet Ferah: Vay be, yirmi üç yıl olmuş. Benim gençliğim onun çocukluğu, benim orta yaşım onun delikanlılığına denk geliyor. Giray'la tanışmam da Aydın vesilesiyle oldu tabii. İlk tanıştığımızda Buyur Burdan Bak adlı programda beraberdiler.
Giray Altınok: O vesileyle gide gele samimiyetimiz gelişti.
Mehmet Ferah: Tanışmalar için bir vesile olması, dostlukların gelişmesi için de belli bir zamanın geçmesi gerekir; her birliktelik birbirine bağımlıdır: Ben Aydın'ı tanıdım, Aydın Giray'ı tanıştırdı, Giray da bir başka arkadaşını tanıştırdı...
Giray Altınok: Aynen, yedi kişi kuralı gibi.
Mehmet Ferah: Sizin bir arada yaptığınız ilk projeniz herhalde Buyur Burdan Bak.
Aydın Sezgin: Evet, o proje tanışmamıza vesile oldu. Hatta bu birliktelikten belki de yeni bir şey çıkacaktır ilerleyen zaman içinde.
Mehmet Ferah: Sizden bir önceki jenerasyona mensup oyuncular, –herkes birbiriyle arkadaştı, dosttu ama– birbirlerine sizin kadar bağlı değillerdi. Ben sizi sosyal medyadan da takip ediyorum, birlikte vakit geçirebiliyorsunuz. Ben bunu çok önemsiyorum. Proje esnasında, provalarda, oyunlarda berabersiniz ama, oyun veya proje bitse bile arkadaşlığınız devam ediyor. Hatta bildiğim kadarıyla Kerem'le de bir oyunda birliktesiniz.
Giray Altınok: Birlikte yeni işler de yapacağız muhtemelen. Bizim işin samimiyeti, programdaki samimiyet, hani seyirciye ilk etapta geçen 'komiksiniz'den bile önce söylenen şey, çok samimi göründüğümüzdü. Bu da hızlıca kaynaşmaktan ve birbirimizi çok iyi anlamaktan geçiyordu bence. Biz ilk programa başladığımızda kimsenin birbirini tanımadığı bir ekiptik, o süreci çok hızlı atlattık. Program başlayacağı için bir ekip ruhu oluşturmanın çok elzem olmasından dolayı –olmalı ki program başlasın ve komik olabilelim– aramızdaki samimiyetin bir an önce kurulması gerekiyordu. Hem ne tesadüftür ve ne şanstır ki, yaptığımız provalar esnasında birbiriyle çok iyi anlaşan, birbirinin şakalarına gülen insanlar oluverdik bir anda. Bu da tabii bizi iyi arkadaş olmaya itti ve hani bunu şöyle görüyoruz: Programımız bittiği ve artık yayımlanmadığı halde, biz hâlâ sıkça haftada iki kere, üç kere birlikte vakit geçirebilen, yani iş odaklı olmayan insanlar olduk. İşte tam da burada seyircinin söylediği ama bizim çok fark etmediğimiz bir şey varmış; samimiyet... Biz birbirimize karşı gerçekten samimiymişiz.
Mehmet Ferah: O samimiyet oyuna da yansıyordu zaten.
Giray Altınok: Başta şu da vardı: İlk toplandığımız zamanlarda işler kötü gidiyordu; tamam herkes bireysel olarak yetenekliydi ama ekip olarak bir şey çıkmıyordu ortaya.
Mehmet Ferah: 'Zaman bütün sentezlerin koşuludur' der ya Novalis.
Aydın Sezgin: Tabii. Yani Giray'ın söylediği gibi, o kötü bir provaydı, üç saat, dört saat geçiriyorsun, doğal olarak yoruluyorsun falan, gülünmüyor, gülünmeyince de diyorsun ki, biz bu işi yapamayacağız herhalde. Sen demiştin ya hani, 'Hangimiz hangimizin ailesinden bir şeyleri biliyoruz, kim kaç kardeş' falan diye. Sen öyle deyince biz düşünmeye başladık ve sonra dedik ki, 'daha sık bir araya gelelim'. Dışarıda beraberiz, oyunda beraberiz, program başladı, tatile gidiyoruz falan. Böyle böyle kafa yapımız da uydu; hem arkadaş olduk, hem de işi eğlenceli hale getirdik. E dışarıda yaşadığımız şeyler de hemen sahnede karşılığını buluyordu. Biz eğlenince, seyirci de eğleniyordu.
Giray Altınok: Aynen; normalde bir komedi programı için sahneye 'ben bu işi yapacağım' diye çıkan adamın sahnede kendine gülmesi çok alışılageldik, çok satın alınan tatlı bir şey değildi, ama bizim programda birbirimizin gözüne bakınca seyirci ile birlikte güldüğümüz çok şaka oldu, çok an oldu. Normalde seyirciyi itmesi gereken bir şeydir bu, yani "Niye gülüyor ki bu, ben gülmeye geldim," der seyirci aslında, ama o kadar samimi geçiyordu ki, biz güldükçe onlar daha çok gülüyordu, bu da bizim durumu toparlamamızı zorlaştırıyordu.
Aydın Sezgin: Dışarıda yaşadığımız şeyler bize komik geliyor ve gülüyorduk, onu da canlandırmayı tercih ediyorduk. İşte ne bileyim, herhangi bir olay yaşamışsak, sahnede biri mesela o bakışı söylüyordu ona, oradan bir doğaçlama çıkıyor ve reaksiyonu da anında alıyordu.
Mehmet Ferah: Şimdi şöyle de bir şey var: Mesela ilk provanızı yaptınız, ilk programdan önceki provanız, sahneye çıkıyorsunuz. BKM'de değil mi? İlk oyununuzu da seyircili oynadınız zaten. Hiçbir senaryo yok elinizde, tamamen doğaçlama olduğu için seyirci karşısında yaşadığınız o ilk heyecanı biraz tarif edebilir misiniz?
Giray Altınok: Çok heyecanlıydık. Bir senaryoya sırtını dayamak bir oyuncu için her zaman avantajdır; ama senaryo olmadan, seyirci ne olacağını bilmeyebilir. Aynı şekilde oyuncu da ne olacağını bilmeyince ortaya ya çok iyi bir mizah çıkıyor, ya da rezalet bir durum oluyor. Biz o güldürme işini, o bıçak sırtı durumda başardığımızı düşünüyorum.
Aydın Sezgin: Tiyatroda şöyle bir şey vardır: Hani prömiyerde bile elin ayağın buz keser ya; bir buçuk aylık çalıştığın bir emeği sunarsın ve o zaman bile elin ayağın titrer. Ama yedi-sekiz oyundan sonra sahne heyecanını yenip şov yapmaya başlarsın, çünkü hâkim olduğun bir senaryodur o. Halbuki burada ne yapacağını bilmiyorsun; elinde senaryo yok.
Mehmet Ferah: Biriniz yapamadığı zaman, diğeri ona yardımcı oluyordu yani. Hatta yapılan hatalar da espri konusu olabiliyordu.
Giray Altınok: Bu boğulmaya benzer; hani artık gözün kararır, yüzmeyi bilsen de bilmesen de atlarsın. Bir can kaybediyorsun neticede. Kıyıda durup bağıracak-çağıracak insan yoktur ve atlarsın. Çok yaşadık bunu; ben batardım mesela, Aydın çeker çıkarırdı; o batardı, ben çeker çıkarırdım.
Mehmet Ferah: Kalabalık bir ekip olmak avantaja dönüşüyor demek ki. Ben ilk programınıza gelmiş ve sizi çok başarılı bulmuştum. Ancak orada siz oynarken, konuğunuz çok fazla iştirak edememişti oyuna.
Giray Altınok: Evet evet, konuklarla ilgili bazen sıkıntılarımız oluyordu. Çok kafası orada olmayan, konuyu anlamayanlar olduğu zaman 'ben dahil olmayayım' diye ricada bulunuyorlardı.
Aydın Sezgin: Ama 'beni dahil etmeyin' deyip çok eğlendiğimizi görünce, doğaçlamayla araya girenler de oluyordu. Doğaçlama olması gibi bir handikap bizim için de geçerli. Bir senaryo olduğu zaman onun içinde geziniyorsun ama doğaçlama olduğu zaman seni nereye götüreceği belli değil. Seyirciden gelen o reaksiyon seni içine çekebilir, veya salonu buz kestirecek bir şey de çıkabilir ağzından, ona dikkat etmek gerekiyor. Nitekim bizim başımıza da birçok kez geldi.
Giray Altınok: Güçlü bir fitre olması lazım kafada ve şakayı o fitreden bir saniyede geçirebilmelisin. Nasıl geçtiği de önemli; yani 'komikse geçireyim' diye bir şey yok. Seyirciyi rahatsız eder mi, çocukların duyması sakıncalı mı, karşıdaki arkadaşın cevap verebileceği bir şaka mı?
Mehmet Ferah: Bir de ekip kalabalık olduğu için bireysel yeteneklerinizi sergilemek biraz zorlaşıyor olmalı.
Giray Altınok: Bazen. Bu arada bir olayı hatırladım: Ankara'da gar patlaması, terör saldırısı olmuştu. Sanırım üç-dört gün sonrasıydı, bir masal turunda oyuncular anlatıyordu. Doğan anlatırken, "Masal Angara'da geçiyor gardaş," dedi. Birkaç gün evvel Ankara'da patlama olduğu için orayla ilgili espri yapılmaması gerekiyor gibi düşünceler vardı. O an bizim için çok zordu mesela. Ebru Hoca çok güzel bir şey söyledi bana; "Ankara lafı geçti, seyirci buz kesti, orada Ankara'ya selam yollayıp insanların acılarını paylaşsaydınız, seyirciyi tekrar kazanabilirdiniz," diye.
Mehmet Ferah: Giray, beş aydır bir oyun sergiliyorsunuz. Bu nasıl bir oyun, içeriği nedir?
Giray Altınok: Oyunu Buyur Burdan Bak'tan Kerem ile birlikte oynuyoruz. Bir Samuel Beckett uyarlaması. Yaklaşık yedi-sekiz ay önce biz Moliere'in bir oyununu sahneliyorduk; bir oyuncu eksiğimiz oldu, ben Kerem'den rica ettim, Kerem de sağ olsun, geldi oyununu oynadı, o açığı kapadı.
Mehmet Ferah: Başka bir oyununuz daha var, Siz Tek, Ben Hepiniz diye.
Giray Altınok: O oyun yaklaşık üç senedir devam ediyordu. Ben üç sene önce yazmıştım, kendi tiyatromuzda çıkardık onu. Geçen ay son oyunumuzu oynayıp sezonu kapattık. Yeni bir oyunla geri dönüş yapacağız.
Mehmet Ferah: Nedense akıl hastalarıyla ilgili bir oyun olunca, seyirci daha çok keyif alıyor değil mi?
Giray Altınok: Evet evet; sömürülen bir alan. Benim kişisel korkularımdan yola çıkarak yazdığım bir oyun. Benim hayattaki tek fobim delirmek; çünkü delirdiğin zaman, delirdiğini anlamama durumu beni çok ürkütüyor.
Mehmet Ferah: Aydın, sence sektördeki en büyük sıkıntı nedir?
Aydın Sezgin: Üretme... Bunun sebebi de, her zaman söylendiği gibi diziler; bir anda bir sürü dizinin başlaması ve çoğunun birbirine benzemesi. Yani hepsi birbirine benzeyip bir sürü dizi olacağına, bir tane sağlam ve uzun soluklu biz dizi olması daha mantıklı.
Mehmet Ferah: Mesela bir yarışma programında veya sosyal mecralarda fenomen olmuş kişiler de dizilerde çok daha rahat rol alabiliyor.
Aydın Sezgin: Biz de birer sosyal medya kullanıcıları olduğumuzdan, geri kafalı bir biçimde, 'Olmasın,' diyemem. Bu sosyal medyanın bize bir getirisi. Fenomen çıkar ama yaptığı işin kalitesini konuşmak gerekir. 1990'larda izlediğimiz Ertem Eğilmez filmlerine baktığımız zaman, o replikleri, o konuşmaları nasıl herkes sindire sindire söylüyordu, işte oradan buraya bakıp mukayese edecek olursak, temel noktanın yine samimiyet olduğunu görürüz. Şimdi zaten kaliteli bir şey yazılmıyor, işi yapan ne kadar takipçisi olduğuna bakıyor ve doğal olarak da ortaya kaliteli işler çıkmıyor.
Giray Altınok: Para kazanayım diye yola çıktığın bir şey olunca, seninki artık bir ticarete dönüşüyor. Kaliteli bir şey yaptığında belki para olarak karşılığını alamıyorsun, ama iz bırakmış oluyorsun. Bu da samimiyetle alakalı.
Mehmet Ferah: Kemal Sunal'ın ilk filminde çok kısa bir sahnesi vardı mesela, o sahneden sonra yavaş yavaş rolleri büyüdü ve onun en büyük aktörlerden birisi olmasını sağladı.
Giray Altınok: Bahsettiğimiz isimler bu işi meslek olarak yapmıyorlar; bu iş onların hayatları.
Mehmet Ferah: Gerçekten zor bir iş yapıyorsunuz. Hele ki ekonominin böyle dipte olduğu bir dönemde nasıl ayakta kalıyorsunuz?
Aydın Sezgin: Kalmaya çalışıyoruz.
Giray Altınok: Biz bir tiyatro kurduk; bu kadar zor bi' iş olduğunu bilmiyorduk. Bizim tiyatromuz üç senedir yine devam ediyor, anca kendini döndürüyor, o akşamki seyirci sadece o akşamı karşılayacak durumda. Çoğunlukla içerde oluyoruz, ama o gün o oyunu oynuyoruz. Tiyatronun ticarethaneye dönüşmemesi lazım sonuçta. Başka işler yapıyoruz, tiyatrodan bir kazançla hayatımızı devam ettiremeyiz.
Mehmet Ferah: Mesela Şevket Çoruh; belki de çok büyük paralar yatırarak yeni bi tiyatro açtı, üstelik bu sıkıntıları bile bile.
Giray Altınok: Sektörel olarak şöyle bir gerçek var tiyatroda: Televizyonda sıkça kendini göstermiş oyuncular tiyatro yaptığında, seyirci onlara gidiyor. Bu da yanlış ve tehlikeli bir algı; 'televizyonda her gördüğün iyi tiyatro yapar' mantığı da yanlış.
Mehmet Ferah: Peki bu mesleğe başlamaya ne zaman karar verdiniz?
Giray Altınok: Ben futbolcu olacaktım, on-on bir sene futbol oynadım. Ama şöyle bir sıkıntı var: Ben antrenman sevmiyordum, sonra eforumu başka şeylere vermek istedim, üniversitede de tiyatro kulübüne girince 'Olur bu iş yaa,' deyip İstanbul'a geldim.
Aydın Sezgin: Benim de çocukken ne hevesim, ne de isteğim vardı. Ortaokulda dersten kaytarmak için perdeci oluyordum, liseden sonra üniversite sınavına hazırlanırken kendime meslek düşünüyordum ama bulamıyordum bir türlü. Sonra bir arkadaşımla karşılaştım, o da ortaokulda tiyatro yapıyordu. Akşam üniversitesine gidiyor, gündüz de tiyatro yapıyor. Bir gün izlemeye gittiğimde, hoca beni direkt oyunların içine aldı ve bu iş çok hoşuma gitti; böylece başlamış oldum. Bir gün hocaya, "Bunun okulu var mı, ben bunun okulunu okuyayım," diye sordum. "Var," dedi, beni birisine yönlendirdi. İlk sene kazanamadım ama denemiş oldum, ikinci sene kısmetime Dokuz Eylül'ü kazandım.
Mehmet Ferah: Şu an ne düşünüyorsunuz peki, hâlâ seviyor musunuz?
Aydın Sezgin: Çok seviyorum yaa.
Giray Altınok: Çok seviyoruz.
Mehmet Ferah: Peki ileriye dönük beklentileriniz neler?
Giray Altınok: Yani benim bir gün geçmek istediğim çizgi, yönetmenlik. Bir sinema filmini yönetmeyi çok istiyorum, o yüzden yönetmenlik nasıl yapılır, nasıl olur diye çok okuyorum, araştırıyorum.
Aydın Sezgin: Ben de tabii ki hem sinema, hem tiyatro yapmak istiyorum, Jim Carrey hayranıyım, onun gibi, o tarz komedi filmleri yapmayı isterim.
Mehmet Ferah: Peki televizyon izliyor musunuz?
Giray Altınok: İzliyorum, bir oyuncunun, televizyon sektöründe uğraşan herkesin televizyon izlemesi gerektiğini düşünüyorum.
Aydın Sezgin: Ben hep belgesel izlemeye çalışıyorum, bir de film için kullanıyorum.
Giray Altınok: Ben yönetmen olmak isteyen biri olarak sık sık izlemeye çalışıyorum.
Aydın Sezgin: O replikler seni sıkmıyor mu ama?
Giray Altınok: Fazlasıyla sıkıyor, ama dediğim gibi yönetmenlik için; hiç değilse yönetmen adayı olan birisi olarak izliyorum.
Mehmet Ferah: Neyi takip ediyor Türk izleyicisi?
Giray Altınok: Bir senarist abimizin tavsiyesidir, acı bir tavsiyedir; "Konya'daki Fatma Ablamızın akşam sedirde portakal soyarken kafasını kaldırmadan takip edebileceği bir şey yaz," dedi. Yani bu basitlik, bu dümdüzlükte yaz ki görseline bakmadan takip edebilsin.
Aydın Sezgin: Ama radyo tiyatrosu dönemi var mesela.
Mehmet Ferah: Tabii biz o dönemin çocuklarıyız, çok eğlenceliydi.
Aydın Sezgin: Yani o hayal gücünü çalıştıran bir şey, ama bunu yeni dönemde televizyona yapıyorsun, bu da işin kalitesini düşürmez mi?
Giray Altınok: İşte onun da dediği o zaten, 'Çok şaşırtma,' diyor izleyen kişiyi. Çocuklar çok takip ediyor televizyonu ve hayal güçlerini tetikleyen hiçbir şey yok. Bir ay önce bir araştırmada, hayal gücü olmayan tırtılların kelebek olamayacağına yönelik bilimsel bir yazı okumuştum; hipotez değil, kanıtlanmış bir şey bu. Hayal gücü geni olmayan bir tırtıl, kelebek olamıyor; çok ilginç değil mi? Yani etrafımızda gördüğümüz her kelebek, hayal gücünün bir ürünü. Çocuklar için de geçerli bu durum.
Mehmet Ferah: Geçenlerde kitap alırken, yanımdaki arkadaşım, "Yaa, onun filmi çıktı, filmini izlesene," dedi.
Aydın Sezgin: İşte bak, çocuklar televizyon seyredince hayal güçleri köreliyor ve artık başkasının hayal gücünü izlemeyi yeğliyor. İşte sen kitabı almayıp filmini izlesen, başkasının hayal gücünü izlemiş olacaksın.
Giray Altınok: Biz çocukken lego diye bir şey vardı; bina yapabilirdin, gökdelen yapabilirdin... İşte tırtılı kelebeğe çeviren şey buydu. Ama artık herkesin elinde olan bir cihaz var.
Mehmet Ferah: Şimdi öykü yazan gençlere bakıyoruz, aynı ergen hikâyeleri, aynı sözler, giriş belli, gelişme belli, sonuç belli. Hayal gücünü kullanıp da farklı şeyler üretemiyor gençler.
Aydın Sezgin: Aslında çok da karamsar olamamak gerek. Çok zeki çocuklar da çıkıyor, yetişiyor. Bir arkadaşım, karşıda bir yerde böyle süper zekâlı çocuklarla ilgili bir belgesel çekmişti. Böyle yedi-sekiz yaşında, ikinci robotunu falan yapıyor. Böyle zeki çocuklar var ama işte bizde onlara yatırım yok.
Mehmet Ferah: Sizce daha iyiye nasıl gider?
Aydın Sezgin: Valla bilmiyorum, bilsem herhalde kendi adıma kullanırdım. Çünkü artık herkes sosyal medyada takipçim artsın ve popüler olayım ve de para kazanayım derdinde.
Giray Altınok: Geçenlerde bir araştırma yapılmış, yine üç bin, dört bin kişi arasında yapılıyor. Ve bu araştırma sonucunda Instagram'a fotoğraf atanların yüzde 65'inin yeterli beğeni gelmedi diye fotoğraflarını sildiği ortaya çıkmış.
Mehmet Ferah: Teknolojik gelişmelerin had safhada olduğu bir dönemde iletişim eksikliği yaşanıyor işte. Son olarak size şunu sorayım: Başka televizyon programınız olacak mı?
Aydın Sezgin: Aslında bir görüşme olmuş diye duyduk, belki programın başka kanala geçme durumu da olabilirmiş.
Giray Altınok: Bugün-yarın tekrar iş yapacağız elbet.
Mehmet Ferah: Çok güzel bir sohbet oldu, teşekkür ederim.
Aydın Sezgin ve Giray Altınok: Biz teşekkür ederiz.
Söyleşi: Mehmet Ferah
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder