26 Mayıs 2019 Pazar

Rap pa [Öykü]



Kadın, uyuşukça kendi toparlanışını izliyor. Beyaz gömleğini kaldırıyor gözleri ile aynı hizaya, katlıyor. Ütü sorunu olmayan bir hayatın düzenli dağınıklığına gülümseyerek katılıyor. Alışıyor, alıştıkça mutluluğu büyüyor. Annesi görse, sorumsuz bir hayat bu, derdi, oysa kendini dinlemek istiyor sadece. Uzun süreli bir dinlenme olmalıydı bu. Tek başına yapmak istediği ama yapamadığı her şeyi yapabilmenin tam zamanıydı.
Eskiciden aldığı tahta bavulunun içine koyuyor gömleğini. Süslerin ve pahalı olan her şeyin yerini muhakkak bir gün sade ve antika olanlar alacaktı. Tahta bavulun en üstüne de kurşunkalemini koyuyor ve kapağını kapatıyor. Bir iç çekiş ile. Kapatmak... Bir kitabı, defteri, dizüstü bilgisayarı, toplumun getirdiklerini... Annesinin ısrarla "yap" dediklerini ama yapmak istemediği her şeyi. Üzen, bıktıran ve yıpratan her şeyi kapatmak... Kadın annesini seviyordu, kendi hatalarını da seviyordu. Ama bazı zoraki olan şeyleri içinden sevmek gelmiyordu. Kadın'ın huyu yaşından küçüktü belki. Hayalleri değildi. Artık değildi. Her an kopabilir gibi duran, bavulun sapını tutuyor. Topuklu ayakkabılarından "rap pa, rap pa" seslerini çıkartarak odasından çıkıyor. Hiç kimse olarak geldiği bu otelden, hiç kimse olarak ve hiç kimsesizce çıkıp gidiyor. Ve ona tanıdık gelen tek ses, kadını hiç terk etmeyen topuklu ayakkabılarının sesi oluyor. Kadın'ın hayatına giren erkeklerin yanındayken öğrenip şarkı yaptıkları bu topukların sesi...
Merdivenlerden sarsılarak iniyor. Merdivenler bitmiyor, hep başa sarar gibi basıyor basamaklara. 'Penrose merdivenleri' diye düşünüyor ve daha önce Penrose merdivenlerini neye benzettiğini hatırlamaya çalışıyor. 'İlerledikçe aynı yerlerden geçiyoruz' diye düşünüyor. İlerlemiyoruz, diyor kısık sesle. Sadece harcanan çaba ilerlediğini düşündürüyordu. 'Sonsuza kadar mı' sorusu ile tanıştığında ise kendini bu otelde bulmuştu. Bu basamaklara benzer hislerle basanlar olsa da hislerin sahibi tanışmadıkça, kaygılar benzese de ortak bir umut taşınmazmış. Toplumun gerektirdikleri buna karşı çıksa da kişinin bireyselleşmesi için tüm gücü ile yalnızlaştırsa da, bu böyleymiş işte.
Son basamak. Çıkış kapısı ve kadın sokakta. Hiç böyle hislerle ve bu denli kimsesiz çıkmamıştı bir otelden, hiç kimsesizce. Rap pa, rap pa. Bir yerlere yetişmeye çalışırken yüzlerinin arkasına duygularını gizlemiş insan kalabalığı ile çarpışıyor. Bir iz bırakmak istiyor onlara. Onlar da görsünler diye. Onlar da onun gibi anlasınlar diye. Sonra yine adımları ile eziyor asfaltı. Sokağın sağ tarafında çam ağaçları, sıra sıra dizili. Ağaçların altında bir sürü kedi. Mutlu ve mırlayan kediler. Sokağın sol tarafında ise, marketler ile tekeller yan yana. Giyim dükkânları, kapalı müze, eski bir terzi, kahvehane ve kafeler, soğuk renkli evler ve değişimi hatırlatayım derken sapı kopan bavul, etrafa saçılan iç çamaşırları, beyaz gömleği, etekleri, kurşunkalemi ve sokağın sağından gelen keman sesi. Hepsi sokağın ortasında, herkesin gözlerinin önünde. Kemanın sesi... Rap pa, rap pa, rap. Küt siyah saçlı, zayıf ve uzun bir adam. İndirilmiş gözkapakları. İçinde hayallere daldığı belli, hayallerinde yalnız olmadığı gibi. Adamın önünde keman çantası, çantanın içinde büyük yazılı beyaz kâğıt. Mr. & Miss Nuwanda. Adamın omzunda keman, kemanın ve adamın gözleri dans eden Nuwanda’yı izliyor. Beline kadar uzun ve bedenini saran dalgalı kahverengi saçları, saçları ile aynı ritmi tutan dolgun ve kuru dudakları... Esmer teninde beyaz bir gömlek, kahverengi bir etek, kemanın sesi ile kirlenen esmer ayakları, ayaklarına batan yeryüzü ve ince uzun hareketsiz parmaklarının arasında savaş boyu sönmeyen meşale gibi yanan bir sigara. Kemancı Nuwanda için dans ediyor, kediler ise dağılmış bavulunu unutan Kadın'la beraber manzarayı izliyor. Büyüleniyorlar. Dansçı Nuwanda, Kadın'ın etrafında dönmeye, omuzlarına dokunmaya ve gülümsemeye başlıyor. Toplumun getirdiklerinden uzaklaşırken duyduğu kaygıyı hissediyor yine Kadın. Yeniden uzaklaşması gerekiyor sanki. Uzaklaştıkça başa dönecek gibi ama tanımasa da sadece hissettiği o güçlü kimse onun bu sefer gitmesine izin vermiyor. Kemanın sesi yükseliyor. Destination on course. İmkânsıza dokunur gibi duyuyor kulakları. Dansçı ve kemancı aynı bilgiçlikle selamlaşıyorlar. Daha önceden birbirlerini tanıyan iki yabancılar sanki. Birbirlerini yeni fark etmiş gibi. O selamdaki gizem ile Kadın'ın ayakkabıları ayağından çıkıveriyor. Yeryüzünü ezen biri daha doğuyor böylece. Kirleniyor tüm sadeliğiyle, Dansçı ile bir uyuma yürür gibi yakınlaşıyorlar. Kolları bedeninden bağımsız hale geliyor. Savruluyorlar. Kemancı daha istekli çalıyor. Sokak ise, yeryüzünün saygı duyduğu bir sokak olarak ısınmaya başlamıştı. Kediler sevinçlerini şaşkınlıkla paylaşıyorlar. Sokaktaki insanlar çoğalıyor. Yerdeki çamaşırları izliyor birçoğu. Yerdekilere çok da net bakmıyorlar aslında.
Kadın'ın gözleri Kemancı gibi kapalı, vücudunun ritmi ise dansçı ile aynı. Dökülen eşyaları, sapı kırık bavulu aklından çıkıyor. Sadece keman sesi. Eski kaygılar, eski hüzünler olarak kalıyor geçmiş. Yarının olmayabileceğini değil, teninde hissettiği sıcaklıkla kavuştuğu huzurun tadını çıkarıyor. Penrose merdiveninin gizemi, Kadın'ın çıplak ayaklarının ezdiği yeryüzü ile çözülüyor. Kadın'ın duyulan tek kelimesi 'hayat' dediği oluyor ve gülümsüyor.

(Saadet Gadiri / Edebiyat Postası)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder