14 Aralık 2019 Cumartesi

Psikolojik bir çöküşün renklendirilmiş hali


Kulak kesilmeniz gereken bir mevzu var! Konumuz Vincent Van Gogh'un 1889 Eylül’ünde çizdiği otoportresi.
Esere bakar bakmaz tablo sizi Van Gogh'la göz göze getiriyor.
Bir süre kitleniyorsunuz, çatık kaşlarıyla size sinirle bakıyor sanki.
Mavinin hükmettiği tabloda, kızıla çalan saçı, sakalı dikkati hemen üzerine çekiyor.
Bakışlarındaki asabiyet korkutuyor.
Attilâ İlhan'ın dedikleri geliyor aklıma:
"hep aynı manzarayı kullanmaktan bıktım usandım/ bir yumruk vurdum dünden kalma bir şarkıyı dağıttım/ vangogh bana bakıyordu deli gözleriyle bakıyordu".
Kafasında neler vardı kimbilir?
Bu sakin renge başkaldıran kırmızılık, bakışlarıyla daha da bütünlüyor kendini. Daha bir karmaşaya itiyor seyredeni. Ruh halindeki gelgitleri bir bir kusuyor gibi kâğıda.
Tuval birden psikolojik bir çöküşün renklenmiş halini alıyor.
Ama ciddiyeti takım elbisesinde sürüyor.
Döneminden midir, yoksa böyle giyinmek bir huy mudur kendisinde, merak ettiriyor doğrusu.
Yüzündeki ifade, bakışının keskinliği, bunun nedenini sorgulatıyor.
İnsanın kendini yazmasının yanı sıra kendini çizmesi tuhaf şey.
Her gün aynada karşıladığı yüzü kâğıda dökmesi, ezberlemiş olduğu bir simayı aktarması farklı bir boyut bence.
Bu yüzden otoportreler hep dikkatimi çekmiştir.
Özellikle mimiklerindeki farklılıkla Van Gogh'unki.

Şevval Okçu


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder