Kulak kesilmeniz
gereken bir mevzu var! Konumuz Vincent Van Gogh'un 1889 Eylül’ünde çizdiği
otoportresi.
Esere bakar bakmaz
tablo sizi Van Gogh'la göz göze getiriyor.
Bir süre
kitleniyorsunuz, çatık kaşlarıyla size sinirle bakıyor sanki.
Mavinin hükmettiği
tabloda, kızıla çalan saçı, sakalı dikkati hemen üzerine çekiyor.
Bakışlarındaki
asabiyet korkutuyor.
Attilâ İlhan'ın
dedikleri geliyor aklıma:
"hep aynı
manzarayı kullanmaktan bıktım usandım/ bir yumruk vurdum dünden kalma bir
şarkıyı dağıttım/ vangogh bana bakıyordu deli gözleriyle bakıyordu".
Kafasında neler
vardı kimbilir?
Bu sakin renge
başkaldıran kırmızılık, bakışlarıyla daha da bütünlüyor kendini. Daha bir
karmaşaya itiyor seyredeni. Ruh halindeki gelgitleri bir bir kusuyor gibi kâğıda.
Tuval birden
psikolojik bir çöküşün renklenmiş halini alıyor.
Ama ciddiyeti
takım elbisesinde sürüyor.
Döneminden midir,
yoksa böyle giyinmek bir huy mudur kendisinde, merak ettiriyor doğrusu.
Yüzündeki
ifade, bakışının keskinliği, bunun nedenini sorgulatıyor.
İnsanın kendini
yazmasının yanı sıra kendini çizmesi tuhaf şey.
Her gün aynada
karşıladığı yüzü kâğıda dökmesi, ezberlemiş olduğu bir simayı aktarması farklı
bir boyut bence.
Bu yüzden otoportreler
hep dikkatimi çekmiştir.
Özellikle mimiklerindeki farklılıkla Van Gogh'unki.
Şevval Okçu
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder