Tefrika | Karton Kale

 

Başka Şeyler'in yeni köşesi 'Tefrika', her hafta okuyucularımızı farklı bir dünyaya taşıyan hikâyeler, anılar ve roman parçalarıyla dopdolu bir okuma deneyimi sunuyor. Bu hafta, Mehmet Ferah'ın, daha önce hiçbir yerde yayımlanmamış romanından bir kesitle karşınızdayız.

Yazarın "Karton Kale" adlı bu roman çalışması, yaşam mücadelesinin gölgesinde hayallerini ve umudunu yitirmemeye çalışan bir çocuğun etkileyici hikâyesini konu ediniyor.

Mehmet Ferah'ın "Karton Kale" adlı romanından sunduğumuz bu ilk bölümü okurken, gerçeklerin içinde hayallere tutunan bu çocuğun hikâyesine kulak verin...


Karton Kale | 1. Bölüm

Hava kararmak üzereydi. Kâğıtları yüklediği el arabasının ağırlığı omzunu iyice acıtmaya başlamıştı. Çıkmaz sokağın sonundaki binanın önüne geldiğinde, işe yarar kartonların umduğundan daha fazla olduğunu görüp gülümsedi. Çöp varilinin yanındaki dağınık kartonları toplayıp arabaya yerleştirdi, kirden katılaşmış eldivenlerini çıkarıp alnından süzülen teri elinin tersiyle sildi. El arabası tepeleme dolmuştu.

Yorgunluk iliklerine kadar işlemişti. Derin bir nefes aldı ve içindeki kızgınlığı bir anda dışarı üfler gibi yaptı. Eldivenlerini tekrar takıp el arabasının tutma yerini kavradı, aşağı doğru asılarak dengesini sağlamaya çalıştı. Tıkabasa dolu arabayı çekerken alnından süzülen tuzlu damlalar gözlerini yakıyordu. Gözlerini kırpıştırıp kuruyan dudaklarını diliyle ıslattı.

İlkokuldayken sınıfın en zeki öğrencilerindendi; öğretmeninin gözdesi, ailesinin gurur kaynağı, arkadaşlarının ilgi odağıydı. Okuyabilseydi şu sıralar liseye gidiyor olurdu. Ancak onun "keşkeler" düşünecek, hayal kuracak ya da tüm olanları sorgulayacak vakti yoktu. Hem neyi, nasıl değiştirebilirdi ki? İlahi bir gücün binlerce hayatın akışını değiştirmesiyle zorlaşan yaşamlarını eski haline getirecek bir kudret yoktu zaten.

Binlerce enkazın altında on binlerce ailenin hayalleri son bulmuştu. Elini hırkasının cebine götürüp parmaklarını cebin dibine doğru ilerletti; yumuşak plastik bölümü tutarak aradığı nesneyi çıkardı. Artık alnından süzülen terle birlikte gözyaşları da yanaklarını ıslatıyordu.

Yalnızlığını unutturan hayallerine dalmışken, daracık sokakta hızla gelen bir araba, kartonların yola taşan kısmına çarpıp duraksamadan yoluna devam etti. Kartonlardan birkaçı yolun ortasına savrulmuştu. Kâğıt arabasını kaldırıma yanaştırıp yola savrulan kartonları topladı, arabayı çevreleyen çuvala bastırdı. Bir süre peş peşe gelen arabaların geçmesini bekledi, ardından yolu kolaçan edip dikkatle yürüdü. Topladığı kartonları koltuğunun altına yerleştirdi; beklediğinden daha fazla dağılmıştı. Sonunda hepsini toparlamıştı. Kaldırıma birkaç adım kalmıştı ki koltuğunun altındakilerden bazıları tekrar yere düştü. Eğilip almak isterken birkaç parça daha düştü. Başını kaldırır kaldırmaz ani bir fren sesi duydu ve kalçasındaki acıyla birlikte geriye doğru savrulduğunu hissetti.

Bir süre kendine gelemedi, içinde bulunduğu durumu anlamaya çalıştı. Başında toplanan insanların kendisine endişeyle baktığını bulanık da olsa görebiliyor, ancak yüzlerini seçemiyordu. Aralarından birkaç kişi onu bir otomobile taşırken etraftakilerin uğultusu, anlamadığı bir komut gibi kulaklarında azalarak silindi.


***

Uyandığında, kalçasındaki sızıyla inledi ve sağ tarafına dönmeye çalıştı ama ağrının artmasıyla vazgeçti. Başının üzerindeki pencereden süzülen zayıf ışık ve tavanda asılı ampulün loşluğu, nerede olduğunu anlamasını zorlaştırıyordu. Burası bir hastane odasına ya da eve benzemiyordu.

Burnuna gelen yoğun küf kokusu, bulunduğu yeri hatırlattı; kartonları satmak için geldikleri depodaki kırık dökük eşyaların arasında olduğunu anladı. Kendisine çarpan arabaya bindirildiğini hatırlıyordu ama sonrasında ne olduğu veya buraya nasıl getirildiği hakkında bir fikri yoktu. Arabadaki varlıklı sandığı bu insanların onu neden hastane yerine bu izbe yere getirdiklerini anlamıyordu.

Takatsizdi, düşüncelerini toparlayamıyordu; ancak amcasının onu merak edip arayacağını düşünüyordu. Bir an önce doğrulup eve gitmesi gerekiyordu, yoksa bitmek bilmeyen sorularla yüzleşmesi kaçınılmazdı.

Bir kez daha kalkmayı denedi, fakat yerinden kıpırdayamadı; her hareketi acı veriyordu. Sağdan giderek belirginleşen ayak seslerini duyunca başını o yöne doğru çevirmeye çalıştı. Karaltı halinde yaklaşan bir silueti fark etti. Tanıdık gelmemişti; kâğıtları teslim etmeye geldiğinde gördüğü adamlara benzemiyordu.

[Devam edecek...]

Mehmet Ferah


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ekmek Kavgası / Orhan Kemal

El-Veda | Deneme

Sınırda | Deneme

Kadınları gururlandıran bir yazar, çarpıcı bir oyun

Bir şair gibi belki, ama bir ressam gibi değil | John Berger

Kadınlar ve toplumsal kalıplar | Deneme

'O an'ı yaşamak