30 Ekim 2019 Çarşamba

Sihirli ve tüketilen bir eğlencenin kurbanı olmak | Jean Baudrillard


Sessiz yığınların ortaya çıkış olayı, tarihselin toplumsala direniş devresine denk gelmektedir. Çalışmaya direnme, tıbbi bakıma karşı direnme, okula direnme, sosyal sigortalara, habere karşı direnme gibi. Resmi tarih toplumsaldaki gelişmenin sürekliliğini kaydeder. Göz kamaştırıcı ve övgüye değer olan gelişmenin dışında kalan her şeyi bir barbarlık kalıntısı gibi karanlığa doğru iter. Oysa söylenenin tam tersine toplumsal kesin bir zafer kazanmıştır. Artık bu hareket değiştirilemez (toplumsallık konusunda herkes aynı düşünceye sahip gibidir), toplumsala karşı direniş bütün alanlarda toplumsaldan çok daha hızlı bir şekilde gelişmiştir. Değişiklik, ilkellik ve şiddet, düzenin aşılıp geçilmesiyle başlamıştır (ki bunlar daha sonra toplumsal tarafından özümsenmiştir. Hiç korkmayın toplumsalın sağlığı oldukça yerindedir, teşekkür ederiz. Çünkü aşılanma ve güvenceden yalnızca deliler kaçar). Bu cephesel karşı koymalar toplumsallaşmanın cepheden, şiddetle saldırdığı bir döneme rastlarken, direnişin kökeninde yine kendi kültürlerini ve orijinal yapılarını korumaya çalışan geleneksel gruplar vardı. Direnişin kökeninde kitle diye bir şey yoktu, tam tersine soyut ve türdeş bir toplumsal modele karşı gelen farklı yapılar vardı.
Amerikan sosyolojisinin çözümlediği "two steps flow of communication" (iletişimin iki basamaklı akışı) da aynı türden bir direnmeyle karşılaşmaktadır. İster politik, ister kültürel, isterse reklama özgü olsun kitle, iletişim araçlarının mesajlarını karşılarken edilgin bir yapıya sahip değildir. Tek anlamlı, tek tip ve zorunlu bir çözme işlemine başvurmadığı gibi mesajları da kendi bildiği gibi çözmektedir. (Başka mesajlar aracılığıyla) bu mesajları durdurmakta, yerlerini değiştirmekte (bu ikinci bir düzeydir), egemen olan koda karşı özel alt-kodlar üretmekte ve aynen ilkel toplulukların yaşamına sokulan Batı parasının (Yeni-Gineli Siyanlar) ya da Korsikalıların düşman kabile stratejisinden yola çıkarak gözden geçirdikleri seçim stratejileri gibi yeni simgesel anlamlara sahip olmaları sonucu, yeniden yorumlandıklarında ilk anlamlarından apayrı ve değişik anlamlara sahip olabilmektedirler. Egemen kültürün dağıttığı bu malzemenin alt-gruplar tarafından ayartılması, emilmesi ve eritilmesi adlı kurnazlık gerçekte evrensel bir kurnazlıktır. "Azgelişmiş" kitlelerde tıbbın sihirli bir biçimde kullanılmasını sağlayan da aynı olgudur. Bütün bunlar bir araya getirilip arkaik ve irrasyonel bir zihniyete bağlandıklarında rasyonel tıbbın açtığı yaralara (bilinçaltından) "bilmeden" ancak (görünür olana karşı) bilinçli bir şekilde karşı koyan, üstelik işi çığırından çıkartarak olaya yön değiştirten saldırgan bir uygulama biçimini görmek mümkündür.
Oysa bu bile oturmuş bir yapıya ve geleneksel anlamlara sahip bir grubun işidir. Kitleden kaynaklanan toplumsallaşmayı başarısızlığa uğratan güç onun yapısızlığı ve tepkisizliğidir demek başka bir şey söylemektir. Keza, kitle iletişim araçları konusundaki geleneksel direniş, mesajların gruba özgü kod ve kendi amaçları doğrultusunda yeniden yorumlanmasından ibarettir. Kitleler kendilerine gönderilen her şeye, blok halinde ve onları birer gösteriye dönüştürerek yön değiştirtmektedirler.
Bunun için bir başka koda gerek yoktur. Anlam gibi bir sorunları da yoktur. Direnmezler de. Her şeyi anlamsızlık adlı biçimsiz bir topağın içine sokmak yerine bütün yönlere doğru yayılan bir büyülenme/güdümleme çemberinin içine kaydırmayı yeğlerler.
Kitle iletişim araçlarının her zaman kitleleri sarıp sarmaladıkları söylenmiştir bu zaten kitle iletişim araçlarının ideolojisidir. Güdümlemenin sırları gece gündüz aralıksız sürdürülen bir kitle iletişim araçları semiyolojisinde aranmıştır. Ancak iletişimin bu saftoron mantığı içinde kitlelerin bütün kitle iletişim araçlarından çok daha güçlü bir iletişim aracı oldukları unutulmuştur ya da en azından hiçbirinin bir önceliğe sahip olmadığı unutulmuştur. Gerek kitle gerekse kitle iletişim araçları aynı sürecin içindedirler. Mass(age) is message.
Aynı şey sinema için de geçerlidir. Çünkü bu aracı yaratanlar da başlangıçta rasyonel, belgesel, haber yönü güçlü, toplumsal bir iletişim aracı olabileceğini düşünürken, sinema kısa bir süre sonra düşselin alanı içine girmiştir.
Teknik, bilim ve bilgi için de benzer şeyler söylenebilir. Bu onların kaderidir. Sihirli ve tüketilen bir (eğlence) gösteri olmak. "Gereksinim kuramı" konusundaki ciddiyetlerine ve yararlılık söylevi konusunda ortak bir görüşe sahip olmalarına karşın, ekonomistler, tüketimi hiçbir zaman için rasyonelleştirememiş ve apışıp kalmışlardır. Oysa çok kısa bir süre içinde kitlelerin gereksinimlerle hiçbir ilişkileri (belki de hiç olmamıştır) kalmamıştır. Bu süre içinde tüketimi bir konum ve prestij aracına dönüştürüp, yararsız yarışmalar ve yarışır gibi yapmalar ya da zaten kullanım değerini aşan ölümüne bir gösteriş değeri gibi bir boyut içine oturtmuşlardır. Kitleye karşı bütün cephelerden saldırılmakta (resmi propaganda, çevreciler ve sosyologlar), sağlıklı ve hesaplı tüketim duyguları işlenmeye çalışılmakta ancak hiçbir yanıt alınamamaktadır. Sistem açısından durum umutsuzdur. Çünkü bir gösterge/değere atfedilen aşırı değer ve gösterge değer aracılığıyla (ekonomistler bile onu bir değişken olarak ele aldıklarında ekonomik aklın ipin ucunu kaçırdığını görmektedirler) kitleler ekonomiyi başarısızlığa uğrattıkları gibi gereksinimlerin amacına ve davranışlarla, amaçlar arasındaki dengeye karşı da direnmektedirler. Kullanım değerine karşı gösterge/değer. Ekonomi politiği atlatmak için bu kadarı bile yeterlidir. Sonuçta bütün bunların değişim değerine, yani sistemin işine yaradığı gibi laflar edilmeye de kalkılmasın. Çünkü sistemin bu işten çıkar sağlaması ve onu desteklemesi ("yabancılaşmış kitleler") önemli değildir. Çünkü uzun vadede daha şimdiden kitlelerin oynadıkları oyun sonucu, ekonomi gereğinden çok kullanılarak, her türlü rasyonel kullanım tanımlamasıyla ilişkisini kesmiş, bir gösteriye hatta bir komediye dönüşmüştür. Bütün eğitim sistemleriyle, sosyalist eğitim biçimlerine karşı direnen toplumdışı bir kullanım kitlelerin (siz, biz, herkes) artık ekonomi politiğin öte yakasına geçmelerini sağlayan bir kullanım. Üstelik kitleler bunu yapabilmek için "diyalektik" ve "özgürlük" kuramlarını ve gelecekte olacağı varsayılan devrimleri beklememişlerdir. Kendilerini hiçbir şeyin kurtaramayacağını ve bir sistemin ancak bir hiper-mantığa sahip olabileceği bir düzeye getirildiğinde rahatsızlığının son hadde ulaşarak, onun, bir gün aniden sona erebileceğini bilmektedirler. "Tüketmemizi isteyen siz değil misiniz? Alın işte, her şeyi yararsız ve saçma sapan bir şekilde ve giderek daha çok tüketeceğiz."
Tıp konusunda da benzer şeyler söylenebilir. Cepheden gelen direniş (zaten bütünüyle yok olmuş değildir) daha kurnaz bir yıkım biçimine dönüşmüştür. Çünkü artık denetlenemeyen bir ilaç tüketimi aynı düşünceyi sağlık olayına da şırıngalamıştır. Sonuç büyük bir paniktir. Tıbbın toplumsal amaç ve ereklerinin ayağını kaydıran korkunç bir bakım ve ilaç tüketimi tırmanışı başlamıştır. İçinde bulunduğu durumda tıbbı yok edebilecek daha iyi bir yol biliyor musunuz? Bundan böyle hekimler ne yaptıklarının ve ne olduklarının farkında olmadıkları gibi, güdümlediklerini sandıkları bir sırada güdümlendiklerinin farkında bile değildirler. "Bakılmak istiyoruz, ilaç istiyoruz, sağlık güvencesi istiyoruz, sağlıklı olmak istiyoruz, daha çoğunu istiyoruz, her geçen gün de daha çoğunu isteyeceğiz, hem de sonsuza dek!" Yoksa kitlelerde tıbba karşı bir yabancılaşmadan mı söz etmek gerekir? Hayır, kesinlikle hayır. Tam tersine kendilerine ait olan sosyal sigortalar adlı kurumu alaşağı etmek üzereler. Bir mala benzetilen toplumsallıktan her geçen gün biraz daha çok isteyerek (Sisteme: "Şu toplumsaldan biraz daha versene, biraz daha, biraz daha" dercesine ta onu yok edinceye kadar) onun varlığını tehlikeye sokmaktadırlar.
Arz-talep konusunda olduğu gibi şu toplumsaldan isteme olayının bireysel bir tüketim maddesine indirgenmesi kadar büyük bir delilik olabilir mi? Bu komik ve saçma bir şeydir. Çünkü bu tepkisiz kitleler kendileri için çizilmiş toplumsal adlı yolda yürüyerek onun mantığını ve sınırlarını aşmakta ve toplumsal adlı bütün binayı çökertmektedirler. Yıkıcı bir hipersimülasyon (başka bir yerde çözümlemiş olduğumuz Beaubourg örneği gibi [L’Effet Beaubourg, Paris 1977, Edit. Galilee]), yıkıcı bir hiperuyumluluk, zafer kazanmış bir meydan okuyuşun bütün görünümlerine sahiptir bu meydan okuyuşun ne boyutlarını ne de sistemden hakkını geri alışını hiç kimse ölçemeyecektir. Olayın can damarı işte bu kaçınılmaz olan kör dövüşünde yatmaktadır. Sessiz çoğunluklar kendilerine zorla onattırılmak istenen toplumsallaşmayı ya da kendilerini edilgin bir hayalete dönüştürmek isteyenleri hayalete dönüştürerek kendi mantıkları doğrultusunda ortadan kaldırmaktadırlar yoksa bu işi ne bir sınıf kavgası ne de kendileriyle ilişkisini yana yakıla kesmek isteyen aydın sınıfı aracılığıyla değil.

(Bu metin, DoğuBatı Yayınları'ndan 2010 yılında çıkan, Oğuz Adanır'ın çevirisini yaptığı, Jean Baudrillard'ın Sessiz Yığınların Gölgesinde  Toplumsalın Sonu kitabının “Direnmeden Hiperuyumluluğa” adlı makalesidir; 4. basımından alınmıştır.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder