George Santayana bir keresinde gerçekçiliği kuran şeyin şok deneyimi
olduğunu söylemişti. Bu basit ama köklü bir tespittir. Anlamı şudur: Şok
olduğunda, diyelim, bir bowling topunu ayağına düşürdüğünde, bowling topunun ya
da ayağının gerçek olup olmadığına inanmak sana kalmış bir şey değildir. Şok
deneyiminde, karşısında bütünüyle savunmasız olduğumuz dünya gerçekliğine
çağrılırız. Hoşumuza gitsin gitmesin, komada ya da kafadan sorunlu olmadıkça,
böylesi anlarda gerçeği yaşarız, ona rıza gösteririz ve lanet okuruz. Böylesi
anlarda ve böylesi anlar sayesinde, gerçeğin gerçekliğini öğrenir ve o
gerçeklik içinde kendimizin gerçek olduğunu öğreniriz. Zevk nisyan ile
malûldür; insanı tatlı bir uykuya ve kendini kutlamaya götürür. Kişi zevk
içinde "kendini unutur" ve hatta zevkin kaynağını unutur; kapılıp
gider, neye kapıldığını unutur. Ancak acı ve sürpriz beraberinde olağanüstü bir
teyakkuz hali getirir ve teyakkuz hali, olan şeye bir açıklıktır.
Gerçeklik pervasızdır, aman vermez ve kaçış yolu bırakmaz. Ama gerçeklik
bir acı, bazen dayanılmaz bir acı kaynağıdır. Batılı düşünce ve kültür tarihi
gerçekliği inkâr, ondan kaçış, yoksama, kontrol etme ya da yok etme ve adına
yaraşır bir kıvraklıkla, aynı gerçekliği olumlama, kabullenme, bağrına basma ya
da tarihi olarak yazılabilir. Birincisi, belki mutlak anlamda zorunlu bir
korkaklık olsa da, korkaklıktır. Derin, acınası ve patolojik idealizm tarihini
kapsar ve Platon ve Hegel'in, Buddha ve Shankâra'nın, Augustine ve Descartes'ın
felsefelerinde bir parazit gibi barınır. Korkaklığın birçok biçiminde göründüğü
gibi, kibir ve küstahlık abidelerinde kendini açık eder; örneğin, Kant'ın
kaleme aldığı haliyle, insanın dünyayı kurduğu iddiası. Uzay ve zaman salt
insan algısının formlarıdır: Bu iddia pervasızlığın dik âlâsıdır.
Öte yandan, gerçeğin olumlanması inanılmaz güçtür. Gerçeğin neyse o
olmasına rıza göstermek, bizim için ondan sakınmaktan, onu inkâr etmekten, yok
etmekten, yeniden yaratmaktan çok daha zordur. Her birimiz için, düzeltmeyi,
gözden geçirmeyi, silmeyi isteyeceğimiz olaylar, insanlar ve kurumlar vardır.
Ancak olumlamada umut vardır, çünkü gerçeklik, nihayetinde, gerçektir. Kişi bir
zaman için belki şu ya da bu olgudan sakınabilir, şu ya da bu olguyu
değiştirebilir. Ancak bir bütün olarak gerçekliğin ortadan kaldırılabileceğini
ya da yeniden düzenlenebileceğini sanmak, kişinin gerçek olan içindeki tutumu
olarak gerçekliğin ortadan kaldırılabileceğini ya da yeniden
düzenlenebileceğini sanmak nafile ve umutsuz bir çabadır. Nafiledir, çünkü
zayıflığın sergilenmesinden, kişinin gerçek tarafından tarumar edildiğinin, diz
çöktürüldüğünün ifadesinden başka bir şey değildir. Umutsuzdur, çünkü sakınmak,
son tahlilde, imkânsızdır; her birimiz tamamen gerçek içinde yerlerimizi
alırız; her birimiz, aslında, onun mekânlarından birinde, gerçekliğin dönüşüme
uğramış hallerinden biri olarak gerçeğiz.
Gerçekten sakınmak, başka saçmalıklar yanında, kendimizden sakınmayı icap
ettirir. Kendini yok etmek dışında gerçeklikten sakınma yönündeki her girişim,
kişinin tahammül edilmez bulduğu şeye sonuna kadar gömülmekten duyduğu acı ve
öfkeyi daha da artırır.
Crispin Sartwell
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder