Nerde Kalmıştık? | Saynur Altay?
Bazı kitaplar sadece raflarımızda
yer kaplamaz, aynı zamanda iç dünyamızda da derin izler bırakır. Saynur Altay'ın La Perdesin –DE Öleyim adlı şiir kitabı da okuyucular
üzerinde tam olarak böyle bir etki yaratıyor. Altay'ın kelimelerle kurduğu
dünya, mistik bir perde arkasında şekillenirken, kimi zaman oyunbaz, kimi zaman
melankolik bir sesle okuyucuya ulaşıyor. Onun şiiri, hayatın içindeki
çatışmaları, sancıları ve tesellileri bir araya getiren samimi bir çağrı gibi.
Yeni açtığımız Nerde Kalmıştık?
köşesinde, şairlerle, yazarlarla, ressamlarla, tiyatrocularla ve farklı, özgün
işler yapan herkesle söyleşiler yapıyoruz. Onları sadece eserleriyle değil,
gündelik yaşamları, düşünce dünyaları ve ilham kaynaklarıyla da tanımak
istiyoruz. Bu söyleşilerde sadece sanat ve edebiyat konuşmuyor, hayata,
anılara, alışkanlıklara ve "başka şeylere" de dokunuyoruz.
Bu bölümde Saynur Altay'la şiir, kitaplar ve sanatsal yolculuğu üzerine sohbet ettik. Ancak bununla sınırlı kalmadık; hayata bakışını, okuma serüvenini, ilham aldığı isimleri ve yaşamına yön veren detayları da konuştuk. Yani bu söyleşide sizi, şiirin yanı sıra başka şeyler de bekliyor.
Saynur Altay: "Hayat benim için bir tür Polyannacılık gibi"
İlk şiir kitabın La
Perdesin -DE Öleyim'in yayımlanmasının
üzerinden epey bir zaman geçti. O günden bugüne nelerle ilgilendin? Kimleri
okudun, neler yazdın, hangi filmleri izledin, hangi etkinliklere katıldın,
günlerin nasıl geçti ve şu sıralar nasıl geçiyor?
Kitabım
iki yıl önce yayımlandı ve bu süre içinde birçok fuara, imza gününe katıldım ve
bu zaten benim kitapla ilgili en büyük beklentimdi. Ki çocukluğumdan bu yana
hatırı sayılır hayallerimden biri okuyucuyla bir araya gelmekti. Tabii şairliğe
paralel olarak yakın bir zamana kadar mevcut işimde çalışmaktaydım. Kendime
ayırabildiğim zamanlarda Filibeli Ahmet Hilmi, Zülfü Livaneli, Sait Faik
Abasıyanık ve tabii benim olmazsa olmazım İkinci Yeni şairlerinin eserlerini
okudum. Yaşadığım ilçede bulunan bir kitap okuma topluluğuna dahil oldum,
birlikte güzel sohbetler eşliğinde kitaplardan konuştuk. Fakat yazma konusunda
önceki kadar üretici olamadım maalesef. Odaklanmada zorluklar yaşadım. Öte
yandan bolca Nuri Bilge Ceylan filmleri izledim. Geçtiğimiz günlerde yerel bir
tiyatro topluluğuyla tanıştım ve şu an keyifli bir oyun için provalara
katılıyorum.
Kitabının çıkmasıyla
birlikte şiirseverlerden ne gibi tepkiler aldın? Olumlu veya olumsuz geri
dönüşler var mı?
Sanırım
ben kitabı yeni çıkmış yazarların içinde en şanslı olanlardanım, çünkü henüz
ilk fuarımda onlarca eş dost beni stantta ziyarete geldi ve çoğundan olumlu
geri dönüşler aldım. Aynı zamanda sosyal medya üzerinden tanıştığım çok sayıda
şair ve yazar dostum da beni bu konuda fazlasıyla yüreklendirdiler, sağ
olsunlar.
"Oğluma elle tutulur, gözle görülür bir şey bırakmak istedim"
Kitabının girişinde oğlun
Mehmet'e şöyle sesleniyorsun: "İsterdim ki acıyı hiç tatma, canın zerre
yanmasın ama burası dünya ve bu pek mümkün değil gibi. Öyleyse söyleyebileceğim
şey, yaralarının üzerinde çiçekler büyütebilmenin mümkün olduğudur. Sana
kederle dolup hüznünü akıtınca birer yıldıza dönüşen bir çift çiçek
bırakıyorum. Onlara çok iyi bak."
Dünyayı gerçekten böyle
mi yorumluyorsun? Ve bu kitabı bir çeşit vasiyetname gibi mi görüyorsun? Bir
evlada bırakabilecek en acılı vasiyetname bu olsa gerek.
Aldous
Huxley'nin meşhur bir sözü var, biliyorsunuz: "Belki de bu dünya, başka bir
gezegenin cehennemidir." Tabii ki bunlar bakış açısıyla ilgili ama evet,
dünyayı zor, mücadele gerektiren ve içinde illaki derin acılar barındıran bir
yer olarak görüyorum. Belki de dünya, içindeki gizlediği güzelliği açığa
çıkartmanın yolunu bu şekilde bulmuştur, bilemiyorum. Oğluma elle tutulur,
gözle görülür bir şey bırakmak istedim ve bu da, beni özlediğinde sayfalarında
dalıp gidebileceği bir kitap olabilirdi pekâlâ.
Şiirlerinde kimi zaman
eğlenceli ve oyunsu bir söyleyiş kullanırken, kimi zaman da sis perdesi
oluşturarak gizemli bir atmosfer yaratıyorsun? Ama bütün şiirlerinin temelinde,
bir nevi dip ses diyebileceğimiz bir melankoli hâkim. Öncelikle bunu bize
açıklayabilir misin? Şiir, dil, mistisizm, oyun ve melankoli arasında nasıl
denge kuruyorsun?
Melankoli
benim kendimi tanımaya başladığım anda keşfettiğim ilk duygulardan biridir.
Neşe ve eğlence hayatın gerçek tarafıyla tanıştıktan sonra daha çok
belirginleşti benim için. Daha sonrası bir tür Polyannacılık oyunu gibi. Bu
arada çocukluğumun kitabıdır Pollyanna... Bütün bu unsurlar arasında bir denge
kurabiliyor muyum, pek emin değilim, ama sanırım onlar gerektiğinde beni bir
şekilde gelip buluyorlar galiba.
"Sanırım şiir yönümü babamdan almışım"
Sanırım tam da bu
noktada, şiirlerinin yapısını ve senin şiir serüvenini daha iyi anlayabilmek
için nasıl bir ailede büyüdüğünü, şiire nasıl başladığını, kimlerden
etkilendiğini ve kimleri okuduğunu öğrenmemiz gerekiyor.
Babam
romantik bir adam, annemse güçlü bir kadındır. Tartışmalarına da şahit oldum,
sevgi dolu anlarına da. Belki de tam da olması gerektiği gibi. Sanırım şiir
yönümü, annemi lise yıllarında şiirlerle etkilemiş babamdan almışım. Ben uzunca
bir süre Didem Madak'ın etkisinde kaldım; şiirleri kadar, âdeta büyük bir trajediyi
andıran yaşamı da beni derinden sarsmıştı. Lise yıllarımda Ahmed Arif ve Cahit Zarifoğlu
okudum; ama ardından yaşamım İkinci Yeni şairleriyle tanışınca renklendi
diyebilirim. Turgut Uyar'ın bir bozuk saate benzettiği yüreğinin hep Tomris
Uyar'da durması, Cemal Süreya'nın şiirlerindeki saydamlık, Edip Cansever'in
Tomris'e bitmeyen tek gerçek aşkın dostluk olduğunu yaşatarak göstermesi, İlhan
Berk'in, Ece Ayhan'ın duygu dolu, sarsıcı dizeleri... hepsi bende müthiş bir
yazma isteği oluşturdu. Fakat benim imza günlerine ilgi duymamı sağlayan kişi,
popüler bir günümüz yeraltı şairidir.
Son olarak; La Perdesin -DE Öleyim'den bu yana yeni şiirler yazıp yazmadığını, önümüzdeki günlerde okuyuculara yeni bir kitap müjdesi verip vermeyeceğini merak ediyoruz.
Ben hiçbir şiirimi, "oturup bugün şiir yazayım" diye planlayarak yazmadım; acıkmak, susamak gibi döküldü hepsi. Bu ara böyle bir durum yaşamıyorum ama ilk kitabımda yer almayan epey bir şiirim var, yoğun bir duygu haliyle düzenlemek istediğim için de bir süredir kenarda bekletiyorum. Bence şiire dair hiçbir çalışma asla planlanarak, programlanarak oluşmamalı; nasıl olsa zamanı geldiğinde o, önüne geçilemez, karşı konulamaz bir güçle gelip kendi yerini bulur. Tıpkı Birhan Keskin'in dediği gibi, "kendi çukurunu bulacak bir deniz gibi".
Yorumlar
Yorum Gönder