Tefrika | Babam
Oğlumla son telefon görüşmelerimizin birinde bana, "Baba, genellikle politik ve güncel sorunlar üzerine yazılar yazıyorsun. İnsanlar artık bu gibi konulardan bıkmış durumda. Örneğin, anılar olabilir; buna benzer yazılar yazsan olmaz mı?" dediğinde hiç düşünmeden şu yanıtı vermiştim: "Tamam, haklısın da, öyle bir ülkede ve zamanda yaşıyoruz ki, durmadan gündem değişiyor ve bu değişimler hep olumsuzluklarla, adaletsizliklerle ve sıkıntılarla dolu ki bunları yazmak zorunda hissediyorum kendimi ister istemez."
Evet,
gerçekten de artık insanlar usanmışlar, güzel bir şeyler görmek, duymak
istiyorlar.
Konu,
baba-oğul sohbetine gelince, ben de babam için yazayım dedim.
Babam,
altmış yıl önce vefat etti, 1965 Eylül'ünde, Trabzon'da. Kırk üç yaşındaydı
öldüğünde; ilk kalp krizine yenik düşmüştü.
Günlerden
pazartesiydi, okullar o gün yeni öğretim yılına başlamıştı. Beş erkek çocuğun
en küçüğü o gün ilkokula başlamıştı ve küçük oğlunun okula başladığı ilk gününü
görememişti.
Fazla mesaiye kalıyordu akşamları, memurdu. Eve geldiğinde abim ve ben dışında kardeşlerim uyumuş olurdu. Evimizin küçük avlusunda oturuyorduk, birden rahatsızlandı.
Abim, "Hemen bir taksi çağırayım, hastaneye gidelim," dedi ve
çıktı. Birkaç dakika sonra babam, "Boşuna gitti, bir şeyim yok benim," deyip
abimi çağırmak üzere peşinden çıktı.
Ondan
sonrasını abimin anlattıkları ile biliyorum: "Oğlum boşa telaş ettiniz, geçti,
bir şeyim yok," deyip gökyüzüne başını kaldırarak, "ne güzel bir hava, görüyor
musun?" diyerek derin bir nefes alıyor ve yıkılıyorken abim tutuyor; ama boş, o
son nefesle hayata da veda ediyor.
İnanamadım
öldüğüne, kefeni aralayıp yüzüne bakıyor, başımı kalbine koyup ses duymak
istiyordum. Alışamadım ölümüne...
Benim
babam bir başkaydı, her şeyden önce insandı. O, babasını hiç hatırlamıyor. Bir
bey torunu, bey oğluydu. Dedesi büyütmüştü babamı. Kayseri Develi Lisesi'nde
öğrenciyken dedesini de kaybedince okulu bırakmak zorunda kalıyor.
Çok
yakışıklı bir adamdı. Köyde ve çevrede Pehlivan ailesini bilmeyen, saygı
duymayan kimse yoktu.
Feodal
bir toplumda, feodal yapıyı reddedip çok varlıklı birisiyken memur olmayı
seçmiş. Yardımsever, kimsenin kötülüğünü istemez ve de çok hassas bir ruha
sahipti. Beni çok sevdiğini bilirdim, belki de babasının adını bana verdiği içindir,
ya da bana öyle geliyordu.
Akrabalardaki ve çevredeki tüm okumuş, öğrenim görmüş kişilerin velisiydi: Köy Enstitüleri'ne ellerinden tutup onlara kefil olmuş, yerleştirmiş, öğretmen olmuşlar.
Yaz
tatillerinde memleketimize geldiğimizde her gün bir şölen havasında geçerdi.
Her
şeyiyle örnek bir insandı babam; bunun içindir ki büyük oğluma, hayatta en
sevdiğim insanın, babamın adını vermiştim.
Baba,
sevgi ile bizi büyüten bir kök, güçlü bir kanat ve sönmez bir sevgi verendir; acılara
gülendir.
Haksızlığa
karşı dimdik, onurla direnirdi. Son yıllarını sürgünlerde yaşadı bu yüzden.
"Baba
başta taç imiş, her derde deva imiş, bir evlat pir olsa da babaya muhtaç imiş."
Altmış yıl oldu; özlemle anıyor, arıyorum. "Ben hayatta en çok babamı sevdim."
Bünyamin Pehlivan
14.02.2025
Yorumlar
Yorum Gönder