O Zamanlar Daha Olric Yoktu

Metinlerarasılık açısından bu derece kuvvetli bir romanın hayali karakterinin de elbette birtakım roman karakterleriyle anılması ve benzerlik kurulması son derece normaldir. Üstelik Tutunamayanlar'ın, içinde yazarını doğrudan etkileyen birçok eserin adının anıldığı bir roman olduğunu da biliyoruz. Romanın yayımlandığı 1971-1972 tarihlerinden itibaren, hem eserin teknik yapısına hem de karakterlerine dair birçok tespitte bulunuldu. Hayali Olric karakteri de elbette bunlardan biriydi.

Yıldız Ecevit, Oğuz Atay'ın edebiyatına ve roman karakterlerine derinlemesine eğildiği Ben Buradayım... adlı kitabında Olric karakterine dair Atay'ın yapmış olabileceği göndermeler üzerinde durur ve bunları okura aktarır: Berna Moran'a göre, Charles Dickens'ın Büyük Umutlar romanındaki Orlick karakterine ve/veya Shakespeare'in Hamlet'indeki Yorick'e gönderme yapılmaktadır. Çünkü Atay'ın Olric'i, adı anılan her iki roman kişisiyle de benzerlikler göstermektedir. Orhan Pamuk ise, Tristram Shandy'nin önsözünde, benzer bir açıklama ile Olric'in, Sterne'ün karakteri Yorick'e ne kadar benzediğini laf arasında söyler.

Yapılan önemli tespitlerden biri de, Tutunamayanlar romanının içinde de adı sıklıkla anılan Don Kişot ile Sanço Panza benzerliğidir. Turgut ile Olric arasında oluşan efendi-köle diyaloğu (monoloğu), Cervantes'in meşhur roman kahramanları Don Kişot ile Sanço Panza ilişkisine de benzetilebilir bir bakıma. Selim'in intiharının ardından, kendini ontolojik anlamda sorgulayan Turgut Özben, "küçük burjuva" yaşam tarzından gittikçe soyutlanmasının arifesinde kendi içine bakmaya ve ruhunu didiklemeye başladığı noktada Olric yavaş yavaş ortaya çıkar. Turgut'a destek olur, onu anlar, hatta içinde bulunduğu haletiruhiye boyunca ona bir çeşit "felsefi danışmanlık" yapar.

Şurası da ilginç bir nokta elbette: Girizgâh bölümlerini saymazsak toplam dört uzun bölümden oluşan romanın ikinci bölümüne kadar Olric pek anılmaz. Atay, romanın hemen başında, yani ilk bölümde, toplam üç yerde Olric'i anar yalnızca ve farkındadır ki okur için bu isim daha en baştan elbette hiçbir şey ifade etmeyecektir. Romanın hemen ikinci cümlesinde, üstelik roman kahramanının bile ismi anılmadan evvel anılan ilk isimdir Olric: "O zamanlar daha Olric yoktu, daha o zamanlar Turgut'un kafası bu kadar karışık değildi." Bunun ardından ikinci bölüme gelene kadar, yani neredeyse romanın çeyreğini okuyup bitirene dek bir daha Olric'e rastlamayız.

Tutunamayanlar'ın Turgut Özben'inin "altbenliği" olarak romanın ikinci yarısından itibaren devreye giren Olric, Atay'ın ikinci romanında bir kez daha ortaya çıkacaktır aslında. Tehlikeli Oyunlar'ın Hikmet'i, kendi zihnindeki oyunları –en azından kendine– daha meşru hale getirmek için altbenliğini devreye sokar. Böylece, Tutunamayanlar'ın Olric'i şimdi daha "yerli" bir şekilde Emekli Albay Hüsamettin Tambay kılığında sahneye çıkar. Bu ikinci Olric biraz daha usta işidir bana göre; çünkü Tutunamayanlar romanında, Turgut'la konuşan, onu onaylayan veya yeni öneriler getiren Olric, ilk bakışta okurun gözünde değil, aslında zihninde canlanır. Dolayısıyla zihinsel bir karakter olduğunu, Turgut'un altbeni olduğunu daha baştan okura ifşa eder. Öte yandan Tehlikeli Oyunlar'ın Hüsamettin Tambay'ı, roman içinde Olric'le aynı görevi üstlenmesine rağmen, metin boyunca gözümüzün önünde hareket eden, nefes alıp veren, neredeyse kanlı canlı bir karakter gibidir. Çoğu zaman, aslında onun da zihinsel bir karakter olduğunu, bir çeşit başkalaşmış Olric olduğunu anlamamız romanın sonlarına denk gelir.

Atay'ın, biçimsel anlamda James Joyce'un Ulysses'inden etkilendiğini bugün biliyoruz. Ancak bu etkilenme, bence biçimsel birtakım denemeleri yapmak açısından onu cesaretlendirmekten ibaretti. Bunun dışında Tutunamayanlar'ın; kurgusuyla, anlatım tekniği ve olanaklarıyla son derece özgün olduğu ortada. Bildiğiniz gibi, romanı büyük oranda kateden bilinçakışı anlatım tekniği ile birlikte, hem tanrı anlatıcı hem de ben anlatıcısı birbirine sürekli karışıp durur. Oğuz Atay, biraz kaotik gibi görünen bu yapıyı kuvvetlendirmek ve belki de harcın tutmasını sağlamak adına Olric'i devreye sokar. Olric, anlatım olanaklarının nereye kadar gidebileceğinin çok iyi bir örneğidir diyebiliriz.

Tutunamayanlar romanının, yazarının ölümünden epey sonra, hatta kitabın yeni baskılarının yapılmasından bile biraz sonra, ilk başlarda dar bir çevrede olmak üzere, artan bir grafikle satış rakamlarına ulaşması sadece Oğuz Atay'ın başına gelmiş bir durum değil. Sabahattin Ali, Yusuf Atılgan vb. gibi örnekler de var. Fakat benim hatırladığım kadarıyla, Tutunamayanlar'ın asıl olarak bilinirliğinin artması 2000'li yılların hemen başına denk geliyor. O tarihten itibaren korsan baskıları da sıklıkla sokaklarda satılıyordu.

Sonraları ise, romanı okuyan okumayan herkesin bir şekilde "tutunamayanlığa" sığındığı, böylece kendi arızalı yanlarından ya da hayatın yükünden biraz azade olmak adına bunu bir çeşit tutamak olarak benimsediği de biliniyor herkesçe. Romanın o çarpıcı etkisiyle Selim'le, Turgut'la kendimizi özdeşleştirip, onların macerasını yeniden yaşayıp duruyorduk zihnimizde.

Benim romanla tanışmam görece daha erken yaşlara dayanıyor. On yedi veya on sekiz yaşlarında, öykü benzeri bir şeyler yazıyorum. Tesadüfen elime geçen birkaç yazarı okuyorum. Haliyle onları taklit ediyorum biraz biraz. Ancak bir yerlerde beni bekleyen büyük edebiyat madenleri var, bunu hissediyorum. Fakat yol gösterecek biri de olmadığı için, oraya eşeleye eşeleye ulaşacağım.

İşte, Tutunamayanlar bu madenlerin başlıcalarındandı benim için. İlk okuduğumda elbette büyülenmiştim. Hiçbir şeye benzemeyen bambaşka bir metindi bu. Romanın her bir cümlesi insanın zihninde dalgalanmalara yol açıyordu. Birkaç gün içinde okuyup bitirmiştim kitabı. Ve artık bambaşka biriydim. Tutunamayanlar'a on yıl kadar sonra yeniden döndüğümde, artık roman epeyce popülerdi ve ben de daha deneyimli bir okur olmuştum. Dolayısıyla metne artık daha serinkanlı bakabiliyordum.

Atay, nasıl ki mühendis Oğuz'dan yazar Oğuz'a dönüştüyse, ilk romanının kahramanı Turgut da benzer şekilde küçük burjuva işadamı Turgut'tan tutunamayan ve Selim'in ardında bıraktığı işaretleri okuyarak kendi varlığını didikleyen Turgut'a dönüşür yavaş yavaş. Ve bu esnada tek başına yürürken bir noktada ona Olric yol göstermeye başlar. Bu yüzden Olric'in aslında bahsettiğim roman tekniğinin bir ürünü olması dışında doğrudan Atay'ın bir altbeni olduğunu da söylemek mümkün. İşin psikanalitik boyutu elbette farklı şeyler de söyleyebilir: Bu açıdan başka başka yerlere de götürebilir bizi. Ama işin özü şu sanki: Olric bizim yalnızlığımız, vicdanımız, özgüvenimiz, yaralanmışlığımız, korkaklığımız, kraldan çok kralcılığımız, kederlenmelerimiz, sinsiliğimiz, uyanıklığımız, efendimiz ve kölemiz... Hepimizin sarıldığı bir Olric var.

Yavuz Türk


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ekmek Kavgası / Orhan Kemal

El-Veda | Deneme

Sınırda | Deneme

Kadınları gururlandıran bir yazar, çarpıcı bir oyun

Bir şair gibi belki, ama bir ressam gibi değil | John Berger

Kadınlar ve toplumsal kalıplar | Deneme

'O an'ı yaşamak