Kayıtlar

2012 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Antika eksperiniz görev başında

Resim
İhsan Oktay Anar iyi romancı değildir ama bazan iyi minyatürcüdür. Eyüp Can bugünkü başyazısında uzunca bir minyatürünü aktarmış: http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1098415 . İyi etmiş. Sahne güzel, anlatım yer yer ustaca. Ama aradaki dil ve üslup hataları bana batıyor. “kullarının akıllarını kullanmalarına kısıtlama getirdiğinden...”  Kısıt  ve  kısıtlama , dil devriminin 1940'lardaki ikinci kuşak ürünlerindendir. Umumi yazı diline 1961-62'den önce girmezler. Arkaizan bir üslup denemesinin yapıldığı metinde, Fatih Sultan Mehmet filminde kol saati takan yeniçeriler kadar sakil duruyor. “beynelmilel meseleler üzerinde derin bir tefekküre dalmıştı...”  Beynelmilel  buram buram dönem kokan bir kelimedir, ama burada dönem yanlış. 1930'dan eski örneğini ben bulamadım, ama sanırım I. Dünya Savaşı civarında, 1910'larda icat edilmiş olmalı, post-Osmanlı neo-Osmanlıcası. 1950'lerde zirve yaptı, 1970'lere doğru sön...

Şair Olunmaz, Şair Doğulur

Resim
Şişkonun Köşesi Ali Nejat Y. Eğer bazı arkadaşlar (?) eleştiri adı altında bana olan kıskançlıklarını kusmaya ara verirlerse ben de bu köşede özgün tartışmalar açabileceğim sanıyorum. Neymiş efendim, bu ülkede yazılarında karılarından [Bercâ bu sözcüğe fitil oluyor (nedendir, anlayamıyorum, kendi halinde bir sözcük oysa.)] bahseden yeterince manyak varmış, şimdilerde bu modaymış da ben de onu yapıyormuşum, yok Serdar Turgut’u taklit ediyormuşum, mış da mış mış. Yok, aslında sizin karılarınızdan ya da sevgililerinizden de bahsederim de can güvenliğim yok memlekette. Neyse, aslında benim bu sayıda yazmak istediğim konu; kadim bir tartışmayı da beraberinde getiren ‘Şair doğulur mu, olunur mu?’ ifadesi. Elbette çok şey söylendi, yazıldı çizildi bu konuda; ama olsun ben de kendi düşüncelerimi söylemek istiyorum. Ne de olsa artık benim de bir köşem var ve burda istediğimi yazabilirim, değil mi ama? Enteresandır, ‘şair doğulur’ tezini savunanlar arasında marksist-materyalist old...

Arka Bahçede Açan Mimozalar

Resim
Günler usul usul uzuyordu. Mevsim ağır ağır baharın kapısını aralıyordu inceden. Yeşil yapraklar arasında sapsarı mimozalar gördüm bir fotoğrafta. Trabzon’da bir evin arka bahçesinde boy vermiş samansarısı mimozalar. Bir süre sonra akasya ağaçları donanacak bembeyaz çiçekleriyle, sardunyalar boy verecek, menkeşeler mor mor, pembe, beyaz. Yağmurlar yağacak, gök gürültüsü kalbinin çarpıntısını bastıracak. Hayat, sana rağmen kaldığı yerden devam ediyorken sen baharın şaşkınlığıyla uzayıp gideceksin düşler boyu... Halin arkası kadınlar pazarının altından geçen ana cadde, sağlı sollu peynir, zeytin, türlü bakliyat satan dükkânlar, ciğerciler, kasaplar, soğancılar ve bilumum kap kacak satan dükkânlarla doluydu. Bunların yanında bir de yukardan aşağı gelirken sağda bir han vardı, akşamleyin arabacıların atlarını çektiği. Az aşağıda balıkhane. Karşıda fırınlar. Fırınların daha içerde olanı Rüştü’nün fırını. Sabahları kapısında kuyruk olurduk; peynirli, kıymalı sırasında. Çocuktuk. ...

En Son Dakika

Resim
Merhaba arkadaşlar, an itibariyle çarpıcı, sıradışı, vurucu, yıkıcı, ezici, geçici (kafiyeli oldu ama geçen bir şey yok ne yazık ki) bir durumla karşı karşıyayız. Halk arasında paniğe yol açmamak için her kanalda, her yayında vermiyoruz haberi; o yüzden az sonra söyleyeceklerimi Google’a yazmayın, çünkü bir şey bulamazsınız. Pekâlâ, sizleri daha fazla meraklandırmadan veriyorum haberi: Dün, sanırım gece saat 03.48’de zaman aniden durdu! Açıklamak gerekirse, matematiksel olarak, dünyanın geoit şeklinden dolayı! Yani zaman durdu arkadaşlar, bu kadar basit, şu an saat hâlâ 03.48. Aslında tam zaman durduğu anda tüm saatler durmuş olsaydı, olaya bir renk gelir, film tadında bir şeyler yaşayabilirdik ama biliyorsunuz, Duracell uzun ömürlü pildir, normal karbonlu piller sürekli çalışınca zayıflar, ama Duracell alkalin pil dayanır, dayanır, dayanır... Duracell farklı pil; normal pillere benzemez, kolay tükenmez. Mesela bizim mahallede tüm ayıcıklar (Ayıcık: Oyuncak ayı nedense.) koşuya...

Bi boy ölçüşün!

Resim
Umut Sarıkaya, Uykusuz

Çakı Gibi

Resim
Sokakta Fatih diye bir çocuk var. Sokağın en popüler çocuğu. O kadar yaramaz ki, annesi devamlı olarak ona, “Baban gelince söyliyim de gör!” deyip duruyor, ama onun umrunda bile değil; komşuların ‘Fatih dövmesene çocuğu!’ ikazlarına rağmen her gün birini dövüyor ve sokakta sürekli onun adı yankılanıyor. Geçen camdan izledim, elinde küçük plastik bir gazoz şişesi vardı, şişenin dibini delmiş, gazozu altından içiyordu. Bugün ekmek almaya giderken kapının ağzında oturmuştu, göz göze geldik. Uzun uzun yüzüme baktı. “Fatih sen misin?” diye sordum. “Olmazsam nolur?” diye cevap verdi. Bir şeyler söylemek geldi içimden ama bu ufak afacana ne söylesem tersleyecek gibiydi... Kaşlarımız çatılı şekilde biraz daha bakıştık, sonra sessiz sedasız geçip gittim yanından. O muhtemelen korktuğumu düşündü, ben de zaten öyle olsun istedim. Geri döndüğümde oturduğu yerde yoktu ama hiç elinden bırakmadığı çakısı oradaydı. On-on iki yaşlarında bir çocuk ne diye çakı taşırdı ki yanında; sanırım zapzay...

Şairin Evi: Abdülkadir Budak

Resim
Şairler evini anlatıyor: Bir Evde Üç Şair Tereddüt içindeyim, “şairin evi”ni mi anlatmaya çalışmalıyım, “şairlerin evi”ni mi? Başlarda Abdülkadir Budak'ın sayılırdı bu ev, ama artık öyle değil. Daha önce Yasakmeyve dergisinde yazdım; “bir evde üç şair” var. Demem o ki, ben “kendi evimi” anlatırken, onların, yani Emel Güz ile Orhan Göksel’in evini de anlatmış olacağım. Aynı eşyaya aynı yerden, aynı biçimde bakmayacağımızı, bakamayacağımızı da biliyorum ama, yine istek üzerine denemiş olacağım. Öyle görünür de, balkon aynı balkon değildir bizim evde, masa aynı masa, odalar aynı odalar değildir. Başka birine söylesem şaşırır da,  bir anlam veremez de, öteki iki şair anlar bunu, anlam verir. Şairi ötekinden ayıran neye baktığı değil, neyi gördüğüdür çünkü, nasıl gördüğü. Bizde de biraz öyledir. Daha baştan belirtmeliyim ki, “Üç kitabı burda yazdım bu evde/ Çekiç ve çivilerle” dediğim o ev bu ev değildir. Yani Ev Zamanı kitabı burada yazılmamıştır. Şimdi oturduğum evde yaz...

Erdem Şenocak ile "Tehlikeli Oyunlar"

Resim
Tutunamayanlar ile romanımızda yeni bir devir açan Oğuz Atay'ın daha özel bir çalışması olan Tehlikeli Oyunlar 'ı sahneye uyarladınız. Üstelik tek başınıza ve 130 dakika boyunca dinlenmeden Hikmet Benol'u temsil ediyorsunuz. Neden Tehlikeli Oyunlar? Tesadüfen diyebilirim. Gümüşlük Akademisi’nde tiyatro kampı yaparken, sanırım dördüncü senesinde, Celal (kampın ve oyunun yönetmeni) önceki senelerden farklı olarak film izlemektense arkası yarın gibi kitap okumayı teklif etti. Tehlikeli Oyunlar da 17 bölümden oluşuyor; her bölümü her gün farklı bir kişinin okuması kararlaştırıldı. Ben üçüncü gün okudum. Biraz da çalışmıştım, epey eğlenceli geçti. Bundan birkaç gün önce de Celal’e tek kişilik bir çalışma içine girmek istediğimi belirtmiştim. Tehlikeli Oyunlar ’ı sahnelemek gibi bir fikrimiz o sıralarda olmamasına rağmen, o gece eğlenceli olunca, Celal “Bunu çalışalım,” dedi. Yani en kötü ihtimalle, hiç beceremesek bile, arkamızdan “oyun, oyun” diye koşturan yok nasıl o...

Neyse, ucunda ölüm yok ya!

Resim
Selçuk Erdem www.selcukerdem.com

Reklamları İzlemediğimizi Söylemeyin!

Resim
Reklam Şirketlerine Reklamları İzlemediğimizi Söylemeyin, Onlar Bizi İzliyor Sanıyor! Hatta ve hatta reklamı veren şirkete hiç bahsetmeyin, onlar da bizi izliyor ve koşa koşa gidip satın alıyor sanıyor. Hiçbir yere ayrılmayın, konumuz reklamlar. Fazla örneklemeyeceğim, mesela Orkid reklamı, sizce mazbut bir aile bu reklamı merakla izler mi; kaldı ki geleneklerine bağlı Türk halkı, kızlarını özenle yetiştirip namuslarını silah gücü ile korurken, Orkid reklamı zaplanır mı? Zaplanır tabii ki de. Hem de evin babasının küfür dolu sövgüleriyle zaplanır. Tecrübeyle sabittir. Üstelik regl olmak bir hadisedir, halk arasında bir tür kirliliktir. Kadınlar bi kirlenir bi temizlenir, bi melektir bi şeytandır; aç kapa artema... Daha da üstelik, ilk erkekliğin şaşaalı törene dönüştüğü memleketimizde, ilk kadınlık tokat ile kutlanır. Hani hatırladıkça utansın kız kısmısı... Şşşt, sussss... (aklıma vajinusmus ve Haydar Dümen geldi nedense!) Pekiii, hal böyleyken, uç noktada namüsait pl...

Erkeğin İktidar Alanında Seçilmiş Kadın

Resim
Sözü bitmişlere... “Modern Kadınlar, Çalışan Talepler” adlı makalesinde Sevil Sümer, Türkiye ve Norveç’i genç ve üniversite eğitimli kadınlar kapsamında karşılaştırırken şu sonuca varıyor: “Norveçli kadınların farklı olmaktan rahatsızlık duymalarının nedenini Norveç toplumunun önemli bir kültürel özelliği olan “eşitlik” idealinde aramak gerektiğine inanıyorum. (...) (Türk) kadınları, genel olarak Türkiye’de kadının durumunu yorumlarken kendilerini bu gruba dahil etmiyorlar. Türk kadınından “onlar” diye söz ediyorlar.” (115) Bu anlamda bakıldığında akla, Türkiye’de kadının konumu gelebiliyor. Kadının kadına ettiği zulüm ya da seçilmiş kadın olmak. Bu aslında, sadece bizim toplumumuz için geçerli bir durum değil. Norveç toplumunu dışında tutarak, diyebiliriz ki, gittikçe küreselleşen dünya sürecinde kadın, bir meta aracı olmaktan öteye gidemiyor. İnce, uzun bacaklı, güzel yüzlü seçilmiş kadınlar, podyum ya da dergi kapaklarının baş sayfalarını iç acıtıcı bir unsur olarak süsleyeb...

Savaş, Kadın ve Tecavüz

Resim
Tank, tüfek, toprak... Sert sessiz harflerle donatılmış savaşın acımasız bütünlüğünü tamamlayan en önemli kelimedir ‘erkek’. Merhametin olmadığı bu düzensizliğe az çok çekidüzen vermek isteyen kadın; korunması gereken bir eşyadır ki, bu hengâmenin ortasında kaç insan ölmüştür, kaç kadın kırılmıştır, bilmek isteriz. Savaş... Üst üste yığılmış bedenlerin kurumuş yaraları bir mezarda birbirine yapıştığında, kirli kanla temiz kan harmanlanır bir mezarda. Tecavüz... Bir erkeğin oyunu... Bir kadının hayatı iğfal edildiğinde kan ve ter karışır birbirine, bir kadının çukurunda... Kan ter içinde. Ve savaş, tecavüze benzer: Kadın işgal edilir, fethedilir, talan edilir, yakılır. Bir ülke iğfal edilir; isteksiz. Doğum tarihi? Ana adı? Baba adı? Doğum yeri? Kimliksiz çocuklara sorulan tüm soruların cevabıdır SAVAŞ. Onlar, vurulmuş vicdanları, sakat merhametleriyle olabildiğince çok severler dünyayı ve öğrenirler ki bir kardeşliktir savaşmak (!) Erkeklerin icat...

Eşyaların Ruhu

Resim
Benim eşyalarım birbirini çağırır. Farklı zamanlarda faklı ihtiyaçlar için etrafı gezerim. Pazarlar, AVM’ler, sanal âlemdeki alışveriş siteleri dahil bakmadık yer bırakmam. Bir gün ben onu değil, o beni bulur. Önce burun kıvırırım. Satıcı almam için birçok sebep uydurur, yine de içime sinmez. Sonra evime gelir benimle küçük bir ayna. Yuvarlak, altın rengi, parlak bir şey. Sevdirir bana kendini yalnız kaldığımız bir vakit. O artık tektir. Benimdir. Ona baktığım zaman bendir. Beni başka arayışlara mecbur etmeyendir. Bir gün telefonum bozulur. Önce inat ederim, çalışmıyor olsa da vazgeçmem eskisinden. Teknoloji özürlüyümdür. Bu işlerden anlayan birkaç kişiye danışırım. Herkes bir fikir verir, para veren yok. Hiçbirini dinlemem, gezerim etrafı. Elektronikçileri, KVK bayilerini ve sanal âlemi. Bir gün o beni bulur. Bilmem bu nasıl olur. Binbir bahane sunarım satıcıya almamak için. Hatta almadan çıkar, biraz daha gezerim. Daha kaliteli, daha şık ve daha kolay satın alabileceğim fiy...

"O Mavi Gözlü Bir Devdi"

Resim
Umut Sarıkaya, Uykusuz

Güzellik'e Dair

Resim
Ve bir şair dedi: Konuş bizlere Güzellik’e dair. Ve o cevap verdi. Nerede arayacaksınız güzelliği ve nasıl bulacaksınız onu, bizzat kendisi sizin yolunuz ve kılavuzunuz olmazsa. Ve ona dair nasıl konuşacaksınız, konuşmanızı dokuyan o olmadıkça? Mağdur ve incinmiş olan der: ‘Güzellik sevecen ve uysaldır. Kendi ihtişamından yarı mahcup genç bir anne misali aramızda dolaşır.’ İhtiraslı olan der: ‘Yoo, güzellik kudret ve dehşetten ibaret bir şeydir. Kasırga misali altımızda yeri ve üzerimizde göğü sarsar.’ Yorgun ve bitkin olan der: ‘Güzellik yumuşak fısıldayışlardan ibarettir. Ruhumuzda konuşur. Sesi sessizliğimize karışır, gölgeden korkarak titreşen cılız bir ışık misali.’ Fakat tedirgin der: ‘Biz onun dağlar arasından haykırışını işittik, Ve onun çığlıklarıyla birlikte geldi toynak sesleri ve kanat çırpınışları ve aslan kükreyişleri.’ Geceleyin, şehrin bekçisi der: ‘Güzellik şafakla birlikte doğudan yükselecek.’ Ve öğleyin, emektarlar ve yaya gezenler der: ‘Biz onu...

Masumiyet Müzesi Koleksiyonu

Resim
Umut Sarıkaya, Uykusuz dergisi Haberler, söyleşiler, köşeyazıları, 2012'den Bakmak, Şairin Evi, Kent ve Sakinleri, Dünyadan Portreler...  ve daha fazlası ... http://mesaisanat.blogspot.com.tr/

Ayrılık / Sacit Onan

Resim
Sacit Onan, arkadaşımız Fatih Mutlu'nun  Ellerimi Büyüttüm Önce  kitabından, "Ayrılık" isimli şiirini seslendiriyor. Haberler, söyleşiler, köşeyazıları, 2012'den Bakmak, Şairin Evi, Kent ve Sakinleri, Dünyadan Portreler...  ve daha fazlası ... http://mesaisanat.blogspot.com.tr/

Çağdaş Suriye Edebiyatının Yürüyüşüne Bir Bakış

Resim
Günümüz Suriyesi 1916 Sykes-Picot Anlaşması’nın sonucudur. Levant’ta tarihsel olarak aynı isimle anılan coğrafi bölgenin küçük bir kesimi 1941’de Fransız mandalığından bağımsızlığını kazandı. Ülkemizde bağımsızlığın kazanılmasından bu yana sürekli olarak ilgi gören konulardan biri oldu eğitim. 1945’te 1149 olan öğrenci sayısı 1966 yılına gelindiğinde 5069’a ulaştı. Zorunlu eğitimin otuz yıldır uygulamada yürürlükte olmasına karşın, 1996’da 13.150 okulda kayıtlı öğrencilerin sayısı, 16.119.600 olduğu tahmin edilen Suriye nüfusunun % 25’ini ancak buluyordu. Fakat ülkenin iç kesimlerinde okuryazar oranı oldukça yüksekti. 1967’de İsrail’e karşı kaybedilen Arap savaşı, ülkenin edebiyat yaşamını parlak siyasi yaşamının karşısında önemli bir konuma getirdi. Bu bağlamda Suriye edebiyatını iki akıma ayırmak mümkün: 1967’de Altı Gün Savaşları’nın kaybedilmesinin sonucu olarak doğan Edeb’ül-Nekse (Yenilgi Edebiyatı) -ki ben Suriye demokrasisinin zirve noktasını ve eğitim kurumlarının atılı...

Ali Okulundan Önce Sokak Okulu

Resim
Sen bir çocuk saklıyorsun içinde... hırçın, Tahammülsüz, kıskanç ve muhtaç. Annesine küsmüş kadar yaralı bir çocuk... Sokağı tanıdığımda yürüyüp koşabilecek yaştaydım, oysa sokak beni henüz sürünürken kucaklamıştı. Rum Pontus İmparatorluğu’ndan beri parkeleri değişmemiş, sırtını surlara yaslayan sokak beni sınayıp kabul ettiğinde, ileride başına açılacak işlerden kuşkusuz habersizdi. En yenisi yetmiş-seksen yıllık olan evlerin bahçeleri sokağın içcepleriydi. Babamın ceplerinden sigara aşırmadan evvel sokağın ceplerinden tattık ilk hazlarımızı. Belki de Paris Komünü’nden sonra ilk komünleri sokakta kurduk. Komünün evrenselliğini ilkin sokakta öğrendik. Bahçelerin tüm yemişlerini, kümeslerin yumurtalarını ve bakkalın leblebi şekerlerini sokakta üleştik. Annelerimizden ilk toplu dayakları sokakta yedik. İlk mektep sıraları sokak özlemiyle çentiklendi kırık saplı çakılarımızla. Önlükler ta sokağın başında çıkarıldı. Yazma öğrenildiğinde, İstanbul’a okumaya giden abiye “kaz...

Kafka'nın Böcekleri

Resim
Umut Sarıkaya, Uykusuz Haberler, söyleşiler, köşeyazıları, 2012'den Bakmak, Şairin Evi, Kent ve Sakinleri, Dünyadan Portreler...  ve daha fazlası ... http://mesaisanat.blogspot.com.tr/

“jitem mantısı”

Resim
piyi üç alınız piçleri rahat bırakınız iki öğrenci deyip parayı uzatıyorum minibüsteyim seçkinci alter-egomla halk çocuğu olarak ben sevişemiyorum beynimle lan beynimle orospu mantısı var orospu çocuğu mantısı yok mesela ekmekle ye ekmekle ye kızlarla mücadele eylem planı yakalım bu gece bize gel bir şarkıyı birden çok dinleyince bir kez dinlemiş olmuyorsun pijamalarda saklı bazı gençlikler olmalı nasıl ki toplu mezarla taksiler arasında bir ilişki varsayalım yoksulsan ikisine de yalnız giremiyorsun yoksul ve yalnız aynı dizede başlattım çift çoktan unuttuk kimsenin kimseyi severken çıkardığı sesleri fransız muhipleri cemiyetinden birkaç arkadaş para topladık aramızda size bir soykırım aldık özür dilerim özne değişsin bu şiirin öznesi sen değilsin kızım dizi izliyorsun alay ediyorsun güzelsin ayfonun var benim afyonum yok sorunlardan biri de bu değil diyemem mi tüm karşılıksız aşklarımızın sorumluluğunu Osmanlı yaptı ben yapmadım sen bana bakmıyorsun ya bu meseley...