18 Ağustos 2012 Cumartesi

Erdem Şenocak ile "Tehlikeli Oyunlar"


Tutunamayanlar ile romanımızda yeni bir devir açan Oğuz Atay’ın daha özel bir çalışması olan Tehlikeli Oyunlar’ı sahneye uyarladınız. Üstelik tek başınıza ve 130 dakika boyunca dinlenmeden Hikmet Benol’u temsil ediyorsunuz. Neden Tehlikeli Oyunlar?
Tesadüfen diyebilirim. Gümüşlük Akademisi’nde tiyatro kampı yaparken, sanırım dördüncü senesinde, Celal (kampın ve oyunun yönetmeni) önceki senelerden farklı olarak film izlemektense arkası yarın gibi kitap okumayı teklif etti. Tehlikeli Oyunlar da 17 bölümden oluşuyor; her bölümü her gün farklı bir kişinin okuması kararlaştırıldı. Ben üçüncü gün okudum. Biraz da çalışmıştım, epey eğlenceli geçti. Bundan birkaç gün önce de Celal’e tek kişilik bir çalışma içine girmek istediğimi belirtmiştim. Tehlikeli Oyunlar’ı sahnelemek gibi bir fikrimiz o sıralarda olmamasına rağmen, o gece eğlenceli olunca, Celal “Bunu çalışalım,” dedi. Yani en kötü ihtimalle, hiç beceremesek bile, arkamızdan “oyun, oyun” diye koşturan yok nasıl olsa, yapmayız. Ya da alırız insanları karşımıza, okuruz.
Edebiyat uzmanı değilim ama, sanırım Tehlikeli Oyunlar, Tutunamayanlar’dan daha bir roman. Daha başarılı bir roman hem. Roman olması itibari ile tek kişilik bir oyuna daha yakın. Tutunamayanlar’ı da ara sıra sahnelemeyi düşündüğümüzde çok daha zor olacağını kestirebiliyoruz. Ama bu zorluk metnin zorluğuyla alakalı değil, metnin daha az roman, dolayısıyla daha az tek kişilik oyuna yakın olmasıyla ilgili. Bir de Tutunamayanlar birazcık da romantik. Romantik derken olumsuz anlamda bir şey anlaşılmasın. Girard der ki, “Bir romansal yapıt vardır, bir de romantik yapıt vardır.” Oğuz Atay’ın romansal yazarlar sınıfında olduğunu söyleyebiliriz ama Tehlikeli Oyunlar’la Tutunamayanlar’ı karşılaştıracak olursak, Tutunamayanlar daha romantiktir.

Yaptığınız iş konvansiyonel tiyatroculuktan farklı olarak deneysel bir iş. Bu bağlamda tiyatroculuğumuz hakkında neler söylemek istersiniz? Mesela, Devlet ve Şehir Tiyatroları sizin için neyi ifade ediyor?
Devlet Tiyatroları’nın bir an önce kapatılması gerektiğini düşünüyorum. Kapatılması derken, tiyatro yerine cami yapılsın ya da köfteci açılsın demiyorum. Şu an itibari ile Devlet Tiyatroları YÖK’ten beter bir kurum. Şu an YÖK’ün hangi araştırma görevlisinin hangi konu hakkında hangi profesörle çalıştığını ayarladığını düşünelim; Devlet Tiyatroları da tam olarak bu. Yozlaşma olmasa dahi en iyi haliyle bile olsa devlete ait bir tiyatro fikri çok yanlış. Devlet, tiyatroyu desteklemeli ama kontrol etmemeli. O oyuncular AKM Tiyatrosu’nu kursa mesela, ya da Nesin Tiyatrosu’nu... Devlet o sahnelere destek verse. Sonuçta Devlet Tiyatroları çok geride kalmış bir düşüncenin ürünü ve kapatılmalı.
Öte yandan deneysel sahnelerin artması sevindirici bir şey. Crack’e yer bulamadım mesela geçen, yedek listesine yazıldım. Ne kadar çok olursa o kadar iyi diye düşünüyorum. Ancak, deneysellik çok kolay bir şey değil. Yanılma payının çok yüksek olduğu bir alan; bunu göze almak gerekiyor. Her denenen şey de sahneye aktarılmamalı zaten. Deneysellik uzun bir süreç.


Seyyar Sahne olarak Şirince’de bir tiyatro okulu projeniz olduğunu daha evvel konuşmuştuk. Basından anladığım kadarıyla orayla ilgili bazı spekülasyonlar var. Ne olduğunu biraz anlatabilir misiniz?
Matematik köyünün hemen yanına, tarımsal alana bir yapı kuruyoruz. Bu yapı L şeklinde; revakları, avluları ve kemerleri olan açık bir yapı. Sanırım on beş gün sonra temel hatları oluşacak ve güzel bir resim çıkacak karşımıza. İnşa büyük bir hızla ve hevesle devam ediyor. Ama finans kısmında biraz sıkıntı çekiyoruz. Önümüzdeki hafta birkaç bağış kampanyası yapmayı düşünüyoruz. Bizi izlemeye gelen seyircilerimizle aramızda bir samimiyet oluştuğuna inanıyoruz ve bizi karşılıksız bırakmayacaklarına güveniyoruz açıkçası. Aslında büyük sponsorlukları, karşı olduğumuzdan değil ama, açıkçası öngöremiyoruz, olursa ne güzel olur. İlişki içinde olduğumuz birtakım kurumlarla anlaşma yapabiliriz. Mesela Diyarbakır Belediyesi’yle güzel ilişkiler kurduk, yardım karşılığı Diyarbakır’daki tiyatroculara ders verilebiliriz belli süre. Bir de, Şirince’de gösterilecek oyunların bilet satışını şimdiden yapabiliriz, gelirin medreseye aktarılması için. Tabii bunların hepsi fikir şu an... Ama bireysel bağışçılarımıza gerçekten güveniyoruz.

Hikmet içine gömülmüş bir insan; kadınlarla arasına mesafe koyan, hayalinde yarattığı emekli albay Hüsamettin Tanbay, dul kadın Nurhayat ve diğerleriyle çekişen, oyunlar oynayan bir roman kişisi, bir anti-kahraman. Siz ise Hikmet’in öldüğü bölümden sonrasını, son bölümü, canlandırmıyorsunuz. Oyun “Düşünüyorum” diye sona eriyor ve “Albay Girer” adlı son bölüm oynanmıyor. Bu son kısım Oğuz Atay’ın anlatıcı-yazar olarak devreye girdiği (önceki sayfalarda da birkaç kez kısa süreliğine kendini belli etmiştir) yer. Oğuz Atay’ın metnin arkasına saklanma halini anlayabiliyorum. Çünkü roman otobiyografik özellikler taşıyor. Sizin oyununuzda ise asıl yarılmanın, öz-farkındalığın verdiğiniz su içme molalarında olduğunu düşünüyorum: Susuyorsunuz, ayağa kalkıyorsunuz, nizami adımlarla iki-üç metre ilerideki (önceden pet bardağa konulmuş) suyunuzu yavaşça içiyorsunuz. Sonra tekrar dönüp kaldığınız yerden devam ediyorsunuz. İki kere tekrar ettiğiniz bu su molaları, Oğuz Atay’ın bize selam ettiği ve “Sen buradasın ey izleyici peki ya ben neredeyim?” dediği an. Üstelik İTÜ mezunu bir yazarın yine İTÜ kampüsünde sergilenen bir oyunu... Acayip katmanlar bunlar, üst üste. Mesele biraz karıştı; şuna gelmek istiyorum: Hikmet öldükten sonra yazar Oğuz Atay anlatmaya başladığına ve Albay ile Dul Kadın da ölmediklerine göre acaba bu iki karakter Hikmet’in yarattığı, vehmettiği karakterler değil mi? Biz yanlış mı biliyoruz? Siz ne düşünüyorsunuz? Hikmet ölünce Hikmet’in yarattığı karakterlerin de ölmesi gerekmez miydi? Yoksa Oğuz Atay’ın burada bir kurgu problemi mi var?
Kurgu hatası... Galiba o kadar net söylememek gerekiyor. Bir yandan doğru. Böyle yorumlansa yanlış olmaz, ama kesinlikle böyledir demek eksiltebilir. Ayrıca ‘ölmesi’ diyorsunuz ama belki de ölmemiştir. Kesin bir ölüm yok. Ayrıca romanda karakterleri Hikmet’in ürettiğine dair de bir kesinlik yok. Buna tam emin olacağımız vakit Oğuz Atay bizi ters köşeye yatırıyor. Bu bağlamda, ‘kurgu hatası var’ demek çok yanlış. Çünkü romanı, ‘tamam, karakterleri Hikmet yaratmış’ diyerek okusak da, ‘hayır, bu karakterler gerçekten var’ diyerek okusak da denklem bozulmuyor. Yazı akışında bir sorun yok o konuda. Albay’ın yazdığı metin de Hikmet diliyle yazılmış mesela. Burada, ölümünü göz ucuyla seyrettiğini de düşünebiliriz.
Mesela, yanılmıyorsam Yıldız Ecevit diyor ki, bütün romanı uyku parantezine almıştır. Uykuyla başlar ve o intiharı da uyuyan bir insan olarak anlatır Oğuz Atay. Biz de oradan birebir ilhamla oyuna aynı pozla başlayıp aynı pozla bitiriyoruz.

Atay’ın tiyatro metni Oyunlarla Yaşayanlar hakkında ne düşünüyorsunuz?
Açıkçası çok alıcı gözle okumadım. İki kere okudum. Ama Tehlikeli Oyunlar’ı daha tiyatral buluyorum. Oyunlarla Yaşayanlar’ı sahnelemek daha zor gibi. Ama açıkçası Türkiye tiyatrosunda bir sürü tiyatro metninden daha iyi olduğunu söyleyebilirim. Mesela orada, “Ey halkım neden böyle yapıyorsun” diye başlayan tiradı oynamak isterim.

Tehlikeli Oyunlar’dan sonra Tezer Özlü’nün Çocukluğun Soğuk Geceleri’ni tiyatroya uyarladınız. Hedefinizde yine bu şekilde bilinç akışıyla yazılmış bir romanı sahneye taşımak var mı?
Tutunamayanlar’ı düzenlemeye çalışıyoruz şimdi yönetmenimizle. Kolay olmuyor tabii. Bir de Leylâ Erbil var. İki tanesi çalışıldı. Geçen sene oynandı. Bir tanesi “Ayna”, diğeri de “Konuşmadan Geçen Bir Tren Yolculuğu”. Ama bunlar düzenli olarak oynanmıyor. Yönetmen biraz daha çalışılsın istedi. Bir de Leylâ Erbil’in dili çok zor. Dili metinde durduğundan daha rahat duruyor sahnede. Hatta “Konuşmadan Geçen Bir Tren Yolculuğu”nda, oyuncu arkadaşımızın o anlamda hakkını teslim etmek gerekir. Leylâ Erbil oyunu izledikten sonra, oynayan arkadaşa, “Ben mi yazmışım bunu yaa, gidip okuyayım bir daha,” dedi mesela. Leylâ Erbil’i daha özel programlarda, festivallerde, onun özel seyircisine oynamak düşüncesindeyiz.

Tehlikeli Oyunlar’a seyircinin çok büyük bir ilgisi var. Ekipçe bu ilgiyi nasıl karşılıyorsunuz? Tatmin oldunuz mu? Sahnelediğiniz diğer oyunlara kıyasla Tehlikeli Oyunlar sizin için nasıl bir yerde?
Memnunuz tabii. İnsan seyirci gelsin ister elbette. Sonuçta seyirci gelsin diye oyunun içeriğine bir katkı yapamayız. Ama gelmeseydi de çok üzülmezdik. Mesela bundan bir önceki oyunumuza çok kişi gelmemişti. Tamam, Oğuz Atay’ın çok özel bir seyircisi var. Bu parametre bizden bağımsız işliyor, bizim belirleyeceğimiz bir şey değil sonuçta. Gelmelerinden çok memnun oluyoruz ama.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder