4 Ağustos 2012 Cumartesi

İkinci En-İyi Hayat: Gerçek Sanallık


Yığınlarca deneysel çalışma ve bir ya da iki yüzyıllık sosyal teori, modernliğin giderek yüzeysel ve aletler aracılığıyla kurulan ilişkiler ürettiğini eleştirmişti. Yüz yüze ilişkiye dayanan karşılıklı olma bağlarının bir zamanlar bulunduğu yerde, şimdi derinlik bulunmayan, manevileştirilmiş bir tekno-kültürün içerisinde var olma eğilimindeyiz. Bu, endüstriyel kitle toplumunun yörüngesidir, kendisini teknolojinin üstüne çıkarmıyor, fakat onun yerine her zamankinden daha etraflıca gerçekleştirilmiş oluyor.
Bu bağlamda, “sanal”ın özgün kullanımının “erdem”in sıfat formu olduğuna işaret etmesi akla geliyor. Sanal gerçeklik yalnızca narsist bir altkültürün yaratılışı değildir; daha kapsamlı bir kimlik ve gerçeklik kaybını ifade eder. Başlıca amacı insan ve makinenin kusursuz yakınlığıdır, bilgisayar temelli ve bizzat gerçekleştirilen etkileşim arasındaki ayrımın yok edilmesidir.
Second Life (İkinci Hayat). Born Again (Yeniden Doğuş). Her ikisi de ciddi biçimde kötüleşen bir gerçeklikten kaçış rotasıdır. Hem yüksek-teknoloji, hem de aşırı tutucu tercihler, şu anda bizi yutan gerçek duruma verilen pasif tepkilerdir. Birbirimizden fiziksel ve sosyal olarak çok uzağız ve tecavüz edici sanallık bizleri çok daha uzaklara sürüklüyor. Sanal Gerçekliğin yeni, mahvolmamış İnkâr Toprağında serbestçe-gezen vekiller olarak “yaşamayı” seçebiliriz; fakat yalnızca, Zizek’in “hayatlarımızı belirleyen acımasız teknolojik dürtü” dediği şeyi kucaklarsak.
Siberâlem, Allucquere Rosanne Stone’un sözleriyle, doğayı teknoloji içerisine çökertmek anlamına gelir; fiziki varlıklar olarak dayanağımızı kaybediyor olduğumuza işaret eder. Çorak tekno-dünyadaki anahtar tepki, elbette, daha fazla teknolojidir. Uykusuzluk çeken milyonlarca Amerikalı için ilaç teknolojisi; cinsel fonksiyon bozukluğuna sahip erkekler artık Viagra’ya bağımlı; artık hayal görmeyen veya hissetmeyen kaygılı ve depresyondaki kişiler için Cialis, vs.
Ve bu rejim doğrudan deneyimi daha fazla bastırmaya ve yerle bir etmeye uğraştıkça, bu rejimin son zaferi olan Sanal Gerçeklik boşluğu doldurmaya başlıyor. Second Life, There ve diğer başkaları, hayal dünyaları sunmanın, hayallerden yoksun bırakılmış bir dünyanın yanındadırlar. Günümüzde, “sanal kayıp” ve “çevrimiçi kederlenme”, yas tutanları teselli etmek için sunulmuş olan olağanüstülükler olarak müşteri arıyorlar; küçücük çocukların video oyunlarına maruz kaldığı; “tele-dildoniklerin” uzaktaki kişilere simüle edilmiş cinsel ilişki verdiği olağanüstülükler gibi.
“İkinci Hayat’a hoş geldiniz. Sizi içeride görmeyi bekliyoruz!”; bu Second Lifeın website reklamı. Kendinizi kaptırdığınız ve etkileşimli Sanal Gerçeklik, müşterilerinin reddettiği gerçeklikten oldukça farklı bir alan sağlar. Birkaç dolara, herhangi biri asla yaşlanmayacak, sıkılmayacak veya kilo almayacak bir “küçük resim” olarak orada var olabilir. Technology Reviewden Wade Roush, Second Lifeı bir başarı olarak ilan eder, öyle ki şu anda sahip olduğumuz hayattan “daha az yalnız ve daha az tahmin edilebilir” bir hayattır. Gerçekliğin bu tersine dönüşü, pek çok dinin doğaüstüsünün tesellisidir ve benzer bir değiştirici işlev görevini görür.


Zihnin beden ve doğadan ayrılışı şiddetlendikçe, gerçeklik bir ekranın arasında kayboluyor. Teknik araçlar, 1990’ların başlarındaki sözlerini yerine getirerek, hızla mükemmelleştirilmiş hale geliyorlar. Oldukça heyecanlı ve şamatalı propagandaya rağmen, o zamanlarda Sanal Gerçeklik gerekli nitelikleri gerçekten veremedi. On beş veya daha fazla yıl sonra, Second Life teknolojisi (örneğin) kuvvetli bir fiziksel varoluş hissi ve diğer sahte-duyusal etkiler ile pek çok kullanıcıyı birbirine bağladı. Sanal gerçeklik artık postmodern durumun son ifadesidir. Belki de en iyi şekilde; vahşi olan hiçbir şeyin orada var olmadığı, yalnızca insan tüketimine hizmet eden şeylerin var olduğu gerçeğini simgeler.

Foucault, modernitedeki iktidarın egemenlikten disipline dönüşümünü tanımladı ve muazzam boyutlarda teknolojileştirilmiş günlük yaşam bu dönüşümü hızlandırdı. Çağdaş yaşam, benzeri görülmemiş bir dereceye kadar tamamiyle gözetim altına alınır ve denetlenir. Fakat teknoloji arabulucuğunun ağırlığı ve yoğunluğu, çok daha belirleyici bir gerçeklik ve daha yoğun bir kontrol aşaması yaratır. Deneyimin doğası, temel bir seviyede, oldukça derinden değiştirilince, esaslı bir dönüşüm görüyoruz gittikçe hızlanan bir tempoda, her yere yayılmış olan bir dönüşüm.
Sanal gerçeklik, durmadan ilerleyen, evrenselleşen, standartlaşan küresel kültürün son teknolojik unsuru olan bu hareketi, simülasyonlarını ve robotik fantezilerini simgeler. Philip Zai’nin Sanal Gerçekliğin “uygarlığın metafiziksel olgunluğu” olduğu yargısı maalesef yerinde bir yargıdır. Somut, bedensel ve dünya-temelli olan her şey, teknolojik olarak dolaylı bir varoluş içerisinde çürür ve değeri azalır.

Elbette, yapmacık olanın bu son gelişimine karşı koyma biçimleri vardır. Fakat bir makine kırıcı tepkisi, her zaman yüzleştiği şeyin büyüklüğünden önce solar görünür. Her yeni teknolojik kımıldanmanın arkasında çok uzun, tortulaşmış bir tarih, sürekli bir beklenmedik olaylar zinciri vardır. Yeni tekniklerden yararlanmakla meşgul olan sıçrama, önceki yeniliklerin neden olduğu insan arzuları ve kabiliyetlerinin yavaş yavaş yitirilmesiyle daha kolay kılınmıştır. Vaat edilen, her zaman, daha fazla teknolojinin ilerleme getireceğidir daha doğru olarak, önceki “gelişmelerde” kaybedilmiş şeyi telafi edeceği anlamına gelen bir ilerleme. Tek çıkış yolu zorunluluklarını reddederek bu zinciri kırmaktır.
Heidegger, “doğanın her yerde teknolojinin nesnesi olarak göründüğüne” işaret ederek ve “dünyanın nesne olduğu” sonucuna vararak, “temsil ve üretim imhasını getirmiş... tüm canlıların nesnelleştirilmesine” saldırdı. Ayrıca o, teknolojinin şeyler ile ilişkimizi nasıl değiştirdiğini sanal gerçeklik ile vurgulanan bir olgu olarak kavradı. Gadamer şöyle dedi: “Şey için bir saygıdan bahsetmek, giderek teknikleşen bir dünyada çok daha anlaşılmazdır. Basitçe ortadan yok oluyorlar…” Sanallık, kesinlikle o “ortadan yok olmadır”.

Doğrusu, şeylere böyle saygı duymaktan yana, en azından felsefi düzlemde, onları aracı olan pozisyonlarından özgürleştirmeden yana, yeni bir karşı-saldırı vardı. “Things” (2004) ve “The Lure of Object” (2005) gibi yazılar bunu söyler. Şeylik’in (Heidegger’in terimi) otantik deneyimi arzusu, modernite olarak bilinen patolojik koşulu paylamak, “şeylerin diğerliğini kabul etmenin aslında diğerliği kabul etme şartı olduğunun” farkına varmaktır.
Sanal gerçekliğe dalış, özellikle içerilen etkileşimlilik ve kendini temsil etme derecesinden dolayı, bu patolojinin kötücül bir gerginliğidir. İnşa edilen çevre hiçbir zaman imkân dahilinde toplamaya bu kadar önemli bir şekilde bağlı olmadı. Tam anlamıyla bir ikinci hayat, bir ikinci dünya olarak çağrısı ile The Matrixtir -ki bu, sürekli olarak yeniden üretmek zorunda olduğumuz bir dünyadır-. Heinz Pagels’in sembolik tanımı, genelde, kesinlikle sanal gerçekliğe başvurur: “gerçekliğin ivediliğini inkâr ederek ve onun yerine geçen bir vekil yaratarak, büyük yanılsamamızın ağında başka bir tehdit örüyoruz.” Siber-uzayın bu şekilde kullanımı, kendini duvar ile çevirmenin ve kendini evcilleştirmenin yeni seviyelerini gösterir.
Spengler’in Batı uygarlığı araştırması, onu, “yapay bir dünya doğal olanın içine işliyor ve zehirliyor” sonucuna götürdü. “Uygarlığın kendisi her şeyi mekanik bir tarzda yapan, veya yapmayı deneyen bir makine olmuştur.” Grafik kartları ve geniş bant bağlantıları kullanan Second Life, Google Earth, vs. yapmacık ve çekici kaçış kapaklarıdır, fakat hâlâ aynı temel makine yönelimidir. Ve Sanal Gerçeklik, David Gelernter’in hâlâ mutlulukla ilan ettiği gibi, “modern yaşamın talep ettiği bir çeşit araçtır.”
Askeri araştırma ve eğlence sektöründen doğan Sanal Gerçeklik, toplumun her tarafında planlanan rolü için bize bağlıdır. Gerçek Sanallık, çeşitli alanlara bulaştığı zaman bir norm olacaktır, fakat yalnızca aktif rızamızla. Wittgenstein, “örn. bilim ve teknoloji çağının insanlığın sonunun başlangıcı olduğuna inanmanın anlamsız olmadığını” hissetti. Bilim ve teknoloji, uygarlığın en büyük zaferleridir ve anlatılmak istenen şey şimdiye kadar olmadığı kadar göze çarpıyor.


----------------------------------------------------------------------------------------------

Slavoj Zizek, The Plague of Fantasies (New York: Verso, 1997), p.44
Allucquere Rosanne Stone, “Will the Real Body Please Stand Up?” in Michael Benedikt, ed., Cyberspace; First Steps (Cambridge, MA: MIT Press, 1991).
Joseph Hart, “Grief Goes Online” in Utne, April 2007.
Wade Roush, “Second Earth” in Technology Review, July/August 2007, p. 48.
Widely circulated books include: Howard Rheingold, Virtual Reality (New York: Summit Books, 1991), Michael Heim, The Metaphysics of VR (New York: Oxford University Press, 1993), Rudy Rucker, R.U. Sirius, Queen Mu, Mondo 2000: A User’s Guide (New York: Harper-Collins, 1992), Nadia Magnemat Thalmann and Daniel Thalmann, Virtual Worlds and Multimedia (New York: Wiley, 1993), Benjamin Woolley, Virtual Worlds (Cambridge, MA: Blackwell, 1992). An excellent corrective is Robert Markley, ed., Virtual Realities and Their Discontents (Baltimore: Johns Hopkins University Press, 1996).
For his idiosyncratic twist on this, see Jean Baudrillard, Forget Foucault (New York: Semiotext, 1987).
Philip Zai, Get Real: A Philosophical Adventure in Virtual Reality (Lanham, MD: Rowman & Littlefield, 1998), p. 171.
Martin Heidegger, “Nietzsche’s Word: ‘God is Death’” in his Off the Beaten Track, translated and edited by Julian Young and Kenneth Haynes (Cambridge: Cambridge University Press, 2002), p. 191.
Hans-Georg Gadamer, Philosophical Hermenutics, translated and edited by David E. Linge (Berkele: University of California Press, 1976), p. 71.
Bill Brown, ed., Things (Chicago: University of Chicago Press, 2004); Stephen Melville, ed., The Lure of Things (Williamstown, MA: Sterling and Francine Clark Art Institute, 2005).
Brown, op. cit., p. 12.
Heinz R. Pagels, The Dreams of Reason: The Computer and the Rise of the Sciences of Complexity (New York: Simon and Schuster, 1988).
Oswald Spengler, Man and Technics, translated by Charles Francis Atkinson (Westport CT: Greenwood Press, 1976), p. 94.
David Gelernter, Mirror Worlds (New York: Oxford University Press, 1991), p. 34.
Ludwig Wittgenstein, Culture and Value, translated by P. Winch (Oxford: Blackwell, 1986), p. 56.

 John Zerzan, 30 Mart 2008
Çeviri: Serhat Elfun Demirkol

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder