1 Ağustos 2012 Çarşamba

2000'li yıllardan Kâbil'e bakmak!


Bilinen ilk hikâyelerden sayılan Habil-Kâbil kıssasının, yani insanlığın ilk esaslı hikâyesinin merkezinde kardeş katlinin olmasında akledenler için şüphesiz nice hisseler vardır. Elbette bu mevzu -nerden baksanız- kırk bin yıllık bir akledememe durumudur aynı zamanda. Üşenmeyip akletmeye çalışalım, hatta hissetmeye.

Unamuno, Abel Sanchez’de, “Eğer Kâbil Habil’i öldürmeseydi, Habil Kâbil’i öldürecekti; bunu hiç düşündünüz mü?” diye sorar. Ali Şeriati -benzer bir akıl yürütmeyle- Habil’in, göçebe kültürünü; Kâbil’in, sonu sanayileşmeye kadar gidecek olan yerleşik hayata geçişi simgelediğini ve ölenin/öldürülenin bir kardeşten çok bir yaşam şekli olduğunu ifade eder.
Bana öyle geliyor ki (evet, 2000'li yıllardan bakınca), insanın tarihi, fikirler tarihi, o ilk kanın mazur gösterilmesinin, mütemadiyen Kâbil’e mazeretler sunmanın tarihidir. Binlerce yıllık fikir tarihimiz, ezberlerimiz bize Kâbil’i, Kâbil’in cinayetini anlamakta yeterince yardımcı oluyor, ihtiyacımız olandan çok... Kâbil’i anlamakta zorlanmıyoruz zerre kadar bile: Mecburdu, Tanrı’ya, babasına öfkeliydi. Tanrı suretindeki babaya ve baba suretindeki Tanrı’ya. Habil’in meleksi varlığı rahatsız ediciydi. Habil, Kâbil için, her baktığında içindeki kötülüğü gösteren sırlı, hileli bir aynaydı. Kana buladığı, hastalıklı bir biçimde kendi şer suretiydi.

Oysa Habil, o meleksi varlık... Kendimizi Habil’in yerine koyabilmemiz neden imkânsız? Habil’i anlayabilmek mi? O malum seçimle birlikte insan, yeryüzüne alışmış ve göğe sırtını dönmüş olmalı. Habil’i anlamaktan (“Hayır, sen bana saldırsan da ben sana elimi kaldırmayacağım.”) bu yüzden gitgide uzaklaşıyor olmalıyız. Durun bir dakika, başka bir “meleksi varlık” daha var hemen hatrımıza gelen: İsa. O da vurmak ve vurulmaktan bahsediyordu; yanağına vurana diğer yanağını... O da kardeşi, en sevdiği havarilerden biri, Yahuda tarafından.

2000'li yıllardan bakınca, binlerce yıldır yazdığımız, çoğalttığımız şeyin aslında hep o aynı hikâye olduğunu görüp korkmamak elde mi? Saflığa olan tutkulu düşmanlığımızın, bizi insan yapan kıyıcılığımızın (“Sen yeryüzünde kan dökecek, bozgunculuk yapacak insanı mı halife kılıyorsun Rabbim?” diye soran melekleri hatırlayalım!), Kâbil’in elindeki kanın hikâyesi. Aşkın, ölümün, ihanetin hiç bitmeyen bu yorucu, huzursuz gerilimin.

Ya da biz her şeyi yanlış anladık en başından beri. 10’dan, 100’den, 1000’den, 2000’den bakmak bir şeyi değiştirmiyor, değiştirmeyecek de. Yıllara yayılan, ortalığa saçılan; zalim bir halifenin yalan yanlış hikâyesi.

Aykut Ertuğrul



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder