Sanayi Devrimi bizim köyde 1983-1984 civarı oluyor sanırım:
Elektrik geliyor. (Yanlış hatırlamıyorsam su 2001’de gelmişti.) Traktör denen
şey de yine aynı tarihlerde yavaş yavaş köye giriş yapmış. Tarımla geçinen bizimkiler,
traktör çıktıktan sonra ne hikmetse eşekleri doğaya saldılar. Eşeklerle
kurdukları hukuk birden ortadan kayboldu. Bunu bir nebze anlayabiliyorum. Fakat
benim anlamadığım şey, traktörü olduğu halde eşeklerini hâlâ besleyen, onlara
bir nevi süs hayvanı muamelesi yapan şahıslar. Ben bunlara süs eşeği diyorum. Bu
durumu açacağım. Fakat öncesinde eşeklerle ilgili hem bilgi vereyim, hem de
şahsi deneyimlerimi aktarayım.
Benim hiç eşeğim olmadı. Kendimi bildim bileli traktör
kullanıyorum. Önceleri Başak 12’imiz vardı. Sonra Massey Ferguson 255 aldık. O
sıralar kaysı değerliydi tabii. Sene 1991, ben 7 yaşındayım. Bir senelik mahsul
ile bir traktör alınabiliyordu. Traktörü olmayan köylüler eşek kullanmaya devam
ediyorlardı. Genelde beyaz renkli eşeklerdi bunlar. Biz çocukları “seni eşeğe
bindireyim mi” diyerek mutlu eden insanlarla doluydu etraf. Suya giderken eşeğe
bindirildim. Bindiğim yere palan deniyor. Bir de keşkere var: Sağlı sollu yük
taşımak için. Fakat bunların hiç önemi yok. Bunları bilsek ne olur, bilmesek ne?
Gerçeklere yaklaşmadık bile. Eşeklerin taşıdığı onca yüke rağmen sürekli sopa
yemelerini, acı anırışlarını, düşünceli surat yapılarını, öldükten sonra çaya
bırakıldığını ve leş koktuğunu anlatmadım bile. Eşekler Anadolu’da hiçbir zaman
hayvandan sayılmadı. Tecavüze uğradılar, dayak yediler, kapatıldılar, köle gibi
kullanıldılar. Kedilerin ve köpeklerin şımartılması, sevilip sayılması
karşısında kahroldular.
Sanayi Devrimi sonucu traktörün yaygınlaşması ile gözden
düşen eşek, şimdilerde de şehirleşme sonucu unutulma tehlikesiyle karşı karşıya
kaldı. Birisini unutmak, onu öldürmekle eşdeğerdir, bilen bilir. Toplum olarak
eşekleri unuttuk. Soyları tükenmek üzere. İşte tam burada bir ara form olarak
değerlendirdiğim süs eşekliği büyük önem kazanmaktadır. Hem soyu tükenme
tehlikesiyle karşı karşıya kalan eşeklerin ve eşekliğin yapısını değiştirmek, hem de zaten a aposteriori ahırda süs hayvanı olarak saklanmaya başlanan
eşeklerin bu durumunu toplumsallaştırmak için süs eşekliğini şehirlere taşımamız
gerekiyor. Kırsalda yük taşımak ya da binmek için kullanılmayan fakat
beslenmeye devam edilen eşeklerin, eşek ırkının genlerini de değiştireceği
gerçeğini göz ardı etmeyelim. Evcilleştirilmesi neredeyse 2.500 yılı bulan
eşekleri (ki evcilleştikten sonra biçimini bozmayan tek hayvandır) tekrar
vahşileştirmenin insanlık için bir fayda sağlamayacağını biliyoruz. Dolayısı
ile süs eşeklerinin şehirlerde, özellikle AVM’lerde kullanılabileceği
kanaatindeyim. Bir nevi stajyer insan da diyebileceğimiz bu süs eşekleri,
modern insanı alışveriş yaparken ibretle izleyecek ve 2.000 yıl sonra insan
olduğunda bazı meseleleri halletmiş olarak hayatına devam edecektir. Sadece
alışveriş merkezleri de değil, mesela banka şubelerinde ortada felsefi bir sorun
gibi duran o kalıp halindeki sıkıntıyı/tekdüzeliği ortamdaki bir eşekle şipşak
çözüveririz. Bir banka şubesinde tatlı tatlı kulaklarını ve kuyruğunu sallayan,
anıran bir eşek kimi mutlu etmez ki? Üstelik süs eşekleri yeni iş alanlarının
ortaya çıkmasına da sebep olacak ve alt sınıftan insanların daha rahat
yaşamasını da sağlayabilecektir. Eşeğin temizliği ve bakımı için
vazifelendirilen işçilerin maaşı, sermaye denen kocaman pastadan, burjuvanın
adam ettiği psikologlardan sağlanabilmesi imkânı ise haklılığımızı bir kez daha
ortaya koyuyor. Eşeğe sadece hayatımızı kolaylaştıran bir nesne olarak
yaklaşmamalıyız. Eşek, kısa boylu olduğu için, kendisinden düşüldüğünde ciddi
yaralanmalara ve ölümlere sebebiyet verir. At öyle değildir mesela. Attan düşen
adam, düşme süresince bi şekilde düşüşünü ayarlayabiliyor. Az yarayla
kurtulabiliyor. Eşek, kendisinden düşüldüğünde öldürücü etkiye sahip olan bir
hayvandır. İş bu özelliğinden dolayı, bedeniyle uyumsuzluk çeken vatandaşların
hizmetine sunulabilir. Ya da intihar merkezlerinde de istihdam edilebilir
eşekler. Bu durumda ise süs hayvanı olarak kullanılan eşeğin, intihar ya da ‘tehlikeli
spor’ aracı olarak kullanılmasının ne derece etik olduğu sorusu aklımıza
gelebilir. Buna cevabım çok net: Etik olabilir de, olmayabilir de.
Kültür sanat hayatımızda ise eşek, hak ettiği değeri
görmüştür. Bresson’un 1966’da çektiği Au
Hasard Balthasar adlı filmde evinden kaçan bir eşeğin öyküsü dramatik bir
dille anlatılmaktadır. Türk sineması ise bu filme, çok geçmeden 1973’te Ertem
Göreç ile cevap verir. Âdeta bir devam filmi niteliğinde olan Öksüzler, Ayşecik ve Sezercik’in
başrolde oynadığı, süs eşeğinin ise yardımcı hayvan oyunculuğunu yaptığı
sarkastik bir filmdir. Filmin en ünlü repliği ise Sıtkı Sezgin (şişko çocuk)
tarafından yapılmıştır. “Binicem üstüne, vurucam kırbacı” repliği günümüzde de
kullanılmakta ve halkımızın eşekle olan mesafesini bir kez daha ortaya
koymaktadır. Divan şairlerinden Şeyhî, “Harname” (“Eşek Kitabı”) adlı mesnevisiyle eşeklik üzerinden toplumsal eleştiri yaparak
devrin Hicivcisi Nef’î’yi bile hayrete düşürmeyi başarmıştır. Günümüz hicivci
şairlerinden İzzet Yasar ise Asla
Yazamayacaksın O Şiiri adlı şiir kitabına yukarıda da bahsettiğimiz
Bresson’un filmine gönderme yaparak imkânsızlık üzerinden eşeği anlatmayı
başarmıştır: “şiirinde asla yapamayacaksın/ bresson’un filminde yaptığını/
evinden kaçmış bir yük eşeğiyle/ bir sirk filinin göz göze gelişini/ asla
anlatamayacaksın”. Benim ise ikinci kitabım kızkardeşleşmek’te
eşek ve karpuz ilişkisi tersinleme yöntemiyle okura aktarılmıştır: “ha kavramdan medet umma ha ekmek parası/ ha
ironi ha sevilme yarası/ yoksa bir karpuzun aklında eşşşeklerin işi ne”. Ve nihayetinde genç şair Kadir Yanaç,
geçenlerde bana gönderdiği bir gtalk iletisi ile meseleyi bir kez daha
deşmiştir: “eşekler de hayvandan sayılsın”.
Nihayetinde devletin ideolojik aygıtlarının süs eşekleri ve
süs eşekliği ile ivedilikle ilgilenmesi ve vatandaşlarımızın bilinçlendirilmesi
gerekmektedir.
Cihat Duman, İzdiham dergisi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder