İşten
beşte çıkıp ancak eve gelebildim. Şu an saat yedi. Çantamı yere atıp yatağa
uzandığımda, aklıma ‘bugünün günlerden hangi gün olduğu’ sorusu düştü. ‘Öyle Bir Geçer Zaman ki dizisi başlarsa salı,
Muhteşem Yüzyıl varsa çarşamba günüdür’
diye düşündüm. Ah, ne yazık ki bu dizilerin sezon tatiline girdiğini unutmuşum.
Sonra ‘yuh’ dedim kendime. ‘Ne kadar dizikolik bir insan olmuşum’ diye
hayıflandıktan sonra çok daha önemli bir sorunum olduğunu fark ettim. Ne
olabilir ki sizce?
Sorun
şuydu ki, cep telefonuma baktığımda bugünün günlerden perşembe
olduğunu öğrendim. Bu benim ağlamama yetecek kadar büyük bir hayal
kırıklığıydı. Ben en fazla salı veya çarşamba günündeyizdir diye düşünmüştüm
oysa. Yoksa perşembeleri yayınlanan Adını
Feriha Koydum dizisini de sayardım en baştaki tahminlerim arasında.
Asıl
sorun şu ki, ne kadar birbirinin aynı olmuş günlerim. Birbirinden ayırt
edemiyorum. Kaç gün yaşadığımın farkında değilim. Bu ne yoğunluk. Dizikolik
olmayı bıraktım, işkolik olmuşum. Daha kötüsü hiç sevmediğim bu iki meşgaleye
tutunmuşum. Doldurmaya çalışıyorum hayatımı, sanki boş bir kovaymış gibi. Ne
yaptığım önemli değil. Nasıl da sevmeyerek yapıyorum her şeyi.
Gelirken
serviste kitap okuyorum. Kitap okuyuşlarımın bile resmi bir amacı var. Sadece o
sıra kendi yazacağım türde kitaplara ilham olsun diye okuyorum. Aşk hikâyeleri
okumayalı epey oldu. Yarısına kadar okuduğum siyasi yabancı bir romanın
yazarının bölme gereği duyduğu ikinci kısmında geçen bir cümle altüst etti beni.
“Seni seviyorum” yazan bir kâğıt parçası tutuşturuyor adamın avucuna siyah
saçlı kız. Okumayalı, söylemeyeli, duymayalı ne çok zaman olmuş.
Tahmin
ettiğiniz gibi ağladım kimseye çaktırmamaya çalışarak. Fark eden olsaydı
romanın çok acıklı olduğunu söylerdim. Kimse fark etmedi.
Ayşegül Ünal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder