Şu evreni çekilir, vakti hafif kıl, yeter.
C.
Baudelaire
Bankalar
Caddesi’ndeki Komado Merdivenleri’nin üçüncü basamağında dikilmiş çevreyi
seyredip sigara içerek ne kadar zaman geçirdiğimi kestiremiyorum. Bir gün; bir
ay; bir yıl… Yıllarca mı yoksa? Zamanı kaybetmiş durumdayım. Sadece devinimleri
fark edebiliyorum. Bu da bana yalnızca zamanın bir şekilde geçtiğini bilmemde
yardımcı oluyor. Fakat, dediğim gibi, zamanımı kaybettiğim için çevremdeki
devinimlerle vakti ölçmem mümkün olmuyor. Bir de benimle birlikte,
merdivenlerin on üçüncü basamağında siyah kürk mantosuna sarınmış, soğuk havada
ağzından sigara içiyormuş gibi çıkan beyaz nefesini seyreden bir kadın var. O
da kaybolmuş zamanımın içinde tıpkı benim gibi hareketsiz bekliyor. Her gündoğumunda
ve batımında merdivenleri inip çıkan kel ve orta yaşlı beyefendiyi ve
merdivenlerin önünden geçen valizli genci de eklemeliyim sanırım hikâyeye.
Sefil düştüğüm o günden beri onların zamanını yaşadığımı itiraf etmeliyim.
Taşradan,
bir sahil kentinden gelmiştim İstanbul’a, o sefil günü yaşayacağımı aklımın en
ücra köşesinden dahi geçirmeden. Ruhumu kıvrım kıvrım eden, bir spiral gibi iç
içe büken o taşralı hayatından, ilişkilerin arasındaki sınırların muğlaklaştığı
ailelerden, gürültülü motosikletlere binip hep aynı kafelerde bilardo oynayarak
küfürleşen taşralı gençlerden kaçmaktı niyetim. Yeryüzünün unutulmuş bir
köşesinde yaşıyor olmanın verdiği utanç benzeri karmaşık bir duygu taşıyordum
ruhumun gizli-saklı yerlerinde. Bu yönümle dedeme çektiğimi söyleyebilirim.
Hayatını dünyayı liman liman gezerek geçiren bir adamın kaptanlık genlerine
ailede bir tek ben sahiptim sanırım. Bu nedenle, dedemin beşinci yaş günümde
hediye ettiği masa saatimi de alıp İstanbul’a gelmiştim. Denizlere açılacaktım.
Fakat hiç de tahmin etmediğim o talihsizlik başıma geldi.
Bankalar
Caddesi’ndeki bir deniz ticaret şirketinin yazıhanesine doğru Komado
Merdivenleri’ni inerken sondan üçüncü basamakta durup soluklandım. İradedışı
bir hareketle çantamı yere bırakıp cebimdeki Maltepe sigarasına uzattım elimi.
Her şey o an oldu. Yırtık pırtık döküntülerin içindeki pis ve zavallı bir çocuk,
ayaklarımın ucunda durmakta olan çantamı kaptığı gibi koşarak gözden kayboldu.
Elim sigara paketinin şeffaf naylonunun üzerinde, öylece kalakaldım yerimde.
Çanta bir nebze olsun umurumda değildi. Fakat masa saatim… Tüm hayatını bir
saatin tik takları üzerine kurmuş insanların, ‘tik’ten sonraki anlamlı bir
devama, ‘tak’a olan ihtiyaçlarının derin yaralar aldığı bir andır saatsiz
kalmak. Zamansız kalmak demektir bu.
O
andan bu yana, süreki ağırlığını hissettiğim zamanın bir anda hafiflemesiyle
düştüğüm derin boşlukta yaşıyorum. Hayır, saati benim bir efendimmiş gibi
algılamanızı istemem. O, daha çok bir baba gibiydi bana. Benim iyiliğimi
düşündüğü için yapmam gerekenleri şefkatle hatırlatan bir baba. Fakat halen bir
köleymişim gibi bakıyorsunuz bana değil mi? Bunu hiç tavsiye etmem. Bu bakış
açınız sizi, kendinizi de bir köle konumuna sokar, hatırlatmak isterim. Haydi,
siz de kaybedin saatinizi, ya da bir kenara bırakın ve o zaman anlayacaksınız
beni.
İşte
böylesi bir zamansızlığın içinde, merkezden uzak, bu ücra ülkenin, Komado
Merdivenleri’nin üçüncü basamağında zamansız, devinimsiz bir halde, tüm uygar
insanlar gibi benim de karşı koyamayacağım bir hafiflikle kalakalmıştım. Zamanı
kaybedince uzam da elimden kayıp gidiyormuş gibi hissediyordum. Deniz canlılarının,
okyanusun dibinde, sanki boşlukta salınıyormuş gibi yüzüşüne benzer bir ruh
hali içerisindeydim.
Bir
de benimle birlikte, merdivenlerin on üçüncü basamağında siyah kürk mantosuna
sarınmış, soğuk havada ağzından sigara içiyormuş gibi çıkan beyaz nefesini
seyreden bir kadın var. O da kaybolmuş zamanımın içinde tıpkı benim gibi
devinimsiz bekliyor. Her gün doğumunda ve batımında merdivenleri inip çıkan kel
ve orta yaşlı beyefendiden ve merdivenlerin önünden geçen valizli gençten de
bahsederek bitirmeliyim hikâyeyi. Sefil düştüğüm o günden beri onların zamanını
yaşadığımı itiraf etmeliyim.
Bu öykü, Henri Cartier Bresson'un İstanbul'da çektiği 1961 tarihli fotoğrafı ilham alınarak yazılmıştır.
Fenora
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder