Şairler evini anlatıyor:
Odam kireçtir benim
Yalan
tabii. Kireç falan değil. Ayrıca odam da yok. Evde birkaç oda var doğal
olarak ama kendime ayırdığım, oturup ilham beklediğim ya da gelen
ilhamları tasniflediğim bir çalışma odası yok. Daha doğrusu evde
birbirinden kalın duvarlar ve kapılarla, özellikle de kapılarla ayrılmış
odalar yok.
Eskiden, küçük bir çocukken yani, yazar olmayı çalışma masasıyla özdeş sanırdım. Açıkçası, böyle tuhaf hayallerim vardı. Tolstoy’un masası gibi kallavi bir şeyim olacaktı benim de... Bir tarafında kitaplar yığılı, önümde bir sürü boş sayfa, saatlerce oturup duvara bakacak, arada birkaç dize yazacaktım. Sonra beğenmeyip üstünü çizecektim o dizelerin. Tekrar duvara bakacak, yeni iki dize yazacaktım... Çok geçmeden bunun bana uygun olmadığını anladım. İşkence gibi. Kanepeye uzanıp şarabımı içerek, hatta döküp saçarak yazmak varken ne işim olur sandalyenin tepesinde?
Bir yandan da hayat ittiriyor insanı arkadan. Çalışma masam olsaydı da önünde oturacak kadar bol zaman bulamazdım herhalde. Bunca koşuşturmanın arasında, işyerimde, sokaklarda, otobüslerde, konser salonlarının kapılarında, barlarda, orda burda doluyor cebimdeki, çantamdaki kâğıtlar.
Ev ise, ayaklarımı uzatıp iki seksen yattığım, yazdıklarımı düzenlediğim, temize çektiğim yerdir. Bilgisayarın başınaysa, bitmiş, son halini bulmuş yazıyı kaydetmek için otururum ancak. İçinde nefes aldığım, hem de derin derin aldığım kendime ait bir alandır ev. Her türlü tören, takıntı ancak bu nefesi daraltır.
Zaten o yüzden kapıları da sevmem. Aynı çeşit kâğıda, aynı kalemle yazacağım, aynı bardaktan kahvemi içeceğim, üstümde illa ki eflatun tişörtüm olacak gibi obsesif hareketler çok uzaktır bana.
Böyle bir evim var işte; kapısız ve yazılan yazıların, şiirlerin temize çekildiği yer. Ve içinde kutsal hiçbir şeyin olmadığı, hiçbir törenin yapılmadığı...
Altay Öktem
Benim yazabilmem için göğün tepeme dikilmiş ve kendini epeyce karartmış olması gerekir öncelikle. Barlar ara ara işlev görür ama yazabilmem daha çok karşı masamda oturanlara bağlıdır. Okulda, yemek yediğim mekanda yazabilmem için karşımda sık sık gördüğüm ve yüzünü özlediğim iki adamın oturuyor olması gerekir. Gözlerini kısarak dışarıyı seyrederken onlar, ben onların hiç akıl edemeyecekleri yerlerinde gezinmeli ve kalemimin kendini parçalayan hızına yetişmeliyim çaktırmadan. Tabi yazamıyorum. Yazmak zor iş..
YanıtlaSil