Sözü bitmişlere...
“Modern
Kadınlar, Çalışan Talepler” adlı makalesinde Sevil Sümer, Türkiye ve Norveç’i
genç ve üniversite eğitimli kadınlar kapsamında karşılaştırırken şu sonuca
varıyor: “Norveçli kadınların farklı olmaktan rahatsızlık duymalarının nedenini
Norveç toplumunun önemli bir kültürel özelliği olan “eşitlik” idealinde aramak
gerektiğine inanıyorum. (...) (Türk) kadınları, genel olarak Türkiye’de kadının
durumunu yorumlarken kendilerini bu gruba dahil etmiyorlar. Türk kadınından
“onlar” diye söz ediyorlar.” (115)
Bu anlamda
bakıldığında akla, Türkiye’de kadının konumu gelebiliyor. Kadının kadına ettiği
zulüm ya da seçilmiş kadın olmak. Bu aslında, sadece bizim toplumumuz için
geçerli bir durum değil. Norveç toplumunu dışında tutarak, diyebiliriz ki,
gittikçe küreselleşen dünya sürecinde kadın, bir meta aracı olmaktan öteye
gidemiyor. İnce, uzun bacaklı, güzel yüzlü seçilmiş kadınlar, podyum ya da
dergi kapaklarının baş sayfalarını iç acıtıcı bir unsur olarak
süsleyebiliyorlar. Erkeğin kalbine giden yolun midesinden geçtiği sözünden yola
çıkarak, dergilere verdiği çıplak pozlarla erkeğin açlığını giderebiliyorlar.
Kullanılmış iç gıcıklayıcı parfümler de, baştan çıkartmanın temel unsuru
nerdeyse. Her şey erkek için. Bel inceltici korse giymiş bu kadının, nerdeyse
mecliste yeri de yok gibi. Vekillerin çoğunluğu erkeklerden oluşuyor. Mecliste
varlığını sürdüren kadınların büyük çoğunluğu da, şiirin bazı kadınları gibi
erkek söyleme yaslıyorlar kendilerini. Ya da kürsüde konuşma yaparken, masaya
indirilmiş yumruk, kolların iki yana açılması, kimi kez bir erkeği
çağrıştırıyor.
Evlilik
kurumunun gerçekleşmesi durumunda da durum çok farklı değil. Kendini, egemene
beğendirme zorunluluğunda hisseden bu çok tüysüz kadın, yine seçilmek için
köşesinde bekleyebiliyor. Nerdeyse kendisinin seçme lüksü yok gibi. Bu anlamda,
seçme girişiminde bulunan kadın, kimi kez hemcinsleri tarafından şaşkınlıkla
karşılanabiliyor. Pek çok şeyin yadırgandığı bu toplumda ya da toplumlarda,
televizyonda izlediğimiz reklamlar da, egemene çanak tutuyor. Çoğunluk fondan
yükselen bir erkek sesi, sürekli olarak kadına emirler yağdırıyor.
Edebiyat
dünyası içinde de durum çok farklı değil. Birkaçı dışında, dergi yayın
yönetmenleri erkeklerden oluşuyor. Yıllıklar ve edebiyat dergilerinde de yer
alan kadın şairlerin sayısı, doksanlı yıllarda artmakla birlikte hâlâ göze az
gözükebiliyor. Tabii burada, bu gibi oluşumlar içine girebilmek için, kırk
takla atanlar akla gelebilir. Bunu bir başka yazının konusu olarak bir yana
bırakarak, başrolünü Cihan Ünal ve Hülya Avşar'ın oynadığı “Kadın İsterse” adlı
dizi burada akla gelebilir. Aldatılmış çirkin kadının, kocasını yeniden elde
etmek için verdiği uğraş, burada bizlere çok şeyler anlatır. Hatta burada
Norveç örneği ile de bağlantı kurulabilir. Kadının kadın ile ezeli mücadelesi.
Kendinden üstün olanı yanına almak istememesi, dışında tutması.
Ama
şimdilerde bu durum, kırılma aşamasında. Kendinin farkına varan
evcilleştirilmiş kadın, paylaşımın gerekliliğinin önemini artık kavramış
durumda, farkındalığını da. Şiirimizin genç isimlerinden Neslihan Su, bir
kadının içinde bulunduğu durumu “Lay Lay Lom” adlı şiirinde, biraz da iç acıtan
şu dizelerde dile getiriyor:
“üstümde
etobur bir yalnızlık
üstümde
türünü kurtaran bir gergedan
atları
düşünüyorum bir bir
atları
düşüren dağları
süt
dişlerimi düşürüyorum”
Bizlere de
sadece düşünmek kalıyor. Üstümüze sevişme sırasında abanmış bu çok yalnız
adamı, kadının orgazm olup olmadığını anlayamamış, daha çok da belki kendini
tüketen, tüketirken de duygularını ifade etmekten yoksun adamı. Ki bir karınca
olmak, gergedan olmaktan çok daha zor olsa gerek.
Aramızda
dolaşan gergedanlara öğretecek, söyleyecek çok şey var sanırım. Ve karıncalara
da...
* Necla Akgökçe
ve Aynur İlyasoğlu, Yerli Bir Feminizme
Doğru, Modern Kadınlar, Çalışan Talepler, Sel Yayıncılık, İst. 2001
Betül
Tarıman
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder