Şairler evini anlatıyor:
İki Kapı Bir Pencere
Kaç yıldır bir odam olduğu duygusunu yaşıyorum tam bilmiyorum. Bildiğim tek şey, bir apartmanın altıncı katında bir odamın olduğu ve orda yaşadığımdır. Beni kendimle baş başa bırakan ve gündelik hayatı hiç olmazsa geceleyin dışta tutan bir odadan söz ediyorum. 1980 Ekiminde başlayan kendi evinde yaşama süreci sonunda beni böyle bir odayla ödüllendirdi! Burası aynı zamanda Bireylikler dergisinin mutfağıdır. En kötü yemekleri burada pişirip dünyaya gönderiyorum!
Kendimle olduğum zamanlar, yaşadığımı kabul ettiğim yer de bu küçük odadır. Ev ahalisi hâlâ oturma odası gibi kabul ediyor görünse de burası her şeyi kitabın ve insanın belirlediği bir mahzendir. Arada ahaliyle oturup rakıları ortadaki sehpanın üstüne dizip ardı ardına yuvarlasak da böyledir.
On sekizini bulmadan kira da olsa kendine ait sandığı evlerde yaşayan benim gibi biri için odanın tarihi de aynı yıllarda başlar. Kalabalık çoktan çekip gitmiş ve kendimle baş başa kalmışımdır. Yazdıklarımdaki mekân duygusunu da bu uzun zamanla ancak açıklayabilirim.
Kapısı ve balkonu dünyaya açılıp duran bir evde ne kadar evcil olunursa o kadar evcilim!
Odam neredeyse bütün duvarlarını raflara dizilmiş, dolaplara konmuş, yerlere yığılmış kitap ve dergilerin doldurduğu bir dünyadır. Masanın başına geçtiğimde karşımda duran bilgisayar, yazıcı, televizyon, teyp olmasa da olurdu. Yıllardır çalışmayan duvar saatinin solumda öylece durmasına hiç itirazım yoktu ama sonunda biri onu ortadan kaldırmış! Saat bana bu odada zamanın bir egemenlik olarak bulunmadığını hatırlatıyordu. Boş kalan duvarlara astığım Milas evleri ise ancak mekân duygumu daha da kışkırtmaya yarayabilir.
Odanın tek “iktidarı” masada, sehpada, rafların önünde en azından yazları istediği gibi yaşayan ve kokusu kâğıt kokusuna karışan fesleğendir. Bu ay içinde odaya dâhil olan pelte çiçeği bu “iktidarı” yerle bir etmezse iyidir! Balkondaki reyhanların, biberlerin, cümle nebatatın gözünün de hep bu odada olduğunu da belirtmeden geçmeyeyim!
Bilgisayar masanın yanında duran iki daktilo ve masada dağılıp duran kurşun ve tükenmez kalemler, silgiler, kalemtıraşlar, kâğıtlar ise klavye kadar hâlâ benim elim ayağımdır. Sağımdaki yeşil renkli üçlü koltuk hem uzun oturmama, hem de arada uyumama izin verdiği için önemlidir!
İki kapılı ve bir pencereli odada gün, gecenin on ikisinden sonra başlar. Gündelik hayat, evin içi dâhil büyük ölçüde sona ermiştir. Ahali işe, okula gitmek için erkenden yatmaya hazırlanmaktadır. Biri yanıp biri sönen sigaralar ikide bir tazelenen kahvelerle artık odada kalsam olur.
Uzun zamandır düşünüp duyduklarımın gelip bulduğu oda, beni içine almak için karanlık ağzını sonuna kadar açmış ve beni yutmaya hazırlanmaktadır. Belki gecenin ikinci yarısına Nazmi Yükselen’den alaturka şarkılarla başlamak, ihtimal iyi gelebilir!
Yirmi dört saatimi ve daha fazlasını zihnimdekilere ve hayata ayırmış olsam da iki kapılı bir pencereli oda, her şeyin acımasızca parmak atılıp kusulduğu yerdir! Ben dünyadan uzak durmayı da yakınlaşmayı da bu odada yaşadım, öğrendim. İnsanın iyicilliği kadar kötücüllüğünün de farkına bu odada vardım.
Ortada yanıtlanmayı bekleyen tek bir soru var: ben mi odanın ruhuyum yoksa oda mı benim ruhumdur! Bu odada hayatımın büyük bir bölümünü geçiriyor olmam, sorunun benim için tek yanıtıdır. Oda benim yalnızlığıma açılan kapılardan biridir. Öyleyse gevezeliği bırakıp odanın içinde ruhumu gezdirmeye çıkarsam iyi olur!
Halim Şafak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder