2 Ağustos 2012 Perşembe

Dil, Değişimi ve Medeniliği / Yusuf Sarıgöz

Dün gece oturmuş, Nurullah Ataç’ın denemelerini yeniden karıştırırken “Dilimiz Üzerine” başlıklı denemesine rastladım. Okuyunca aynı minvaldeki Bir Roni Margulies yazısını hatırladım. “Tahir Efendi Bana Kelp Demiş.” (1) başlıklı yazısında Margulies de, Ataç gibi, dilin doğal değişiminden memnuniyetini dile getiriyor ve dilin bu değişimlerden zarar görmeyeceğini ileri sürüyordu. Dil hakkında düşünürken, Bülent Arınç’ın “Kürtçe medeniyet dili değildir.” mealindeki sözü de aklıma geldi hemen. Bu üçünü hemen bağlayıp bir şeyler söylemek istedim ve o niyetle oturdum yazıyı yazmaya.

“Dil niye değişir?” sorusuyla başlamak doğru olacak sanıyorum. Bu, ya Normen İstilasıyla birlikte İngilizcenin Fransızcadan fazlaca sözcük ve söyleyiş özelliği almasındaki gibi kültürel etkileşim ile olur, ya erken cumhuriyet dönemindeki gibi devlet politikası ile olur, ya da dil doğal olarak, kendiliğinden değişir. Kökenbilimci Sevan Nişanyan, bir sohbetinde, dildeki söyleyiş özelliklerinin on yılda bir insanların yüz ve dudak anatomisinde gözle görülür farklılıklar oluşturacak şekilde değiştiğini ve eski fotoğraflara baktığımızda onları tuhaf bulmamızın nedeninin bu olduğunu söylemişti. Başarılı Yeşilçam filmlerinde dahi bir parça tuhaflık bulmamıza da bu durum sebep oluyor şüphesiz.

Peki ama doğal değişimi tetikleyen şey ne? Nurullah Ataç, “Elimizdeki dille, dünden kalan dille, istediğimizi söyleyemediğimiz, istediğimiz gibi söyleyemediğimiz için değişiyor.” diyor. Dilin, insanların ne ve nasıl söylemek istediğine göre değiştiğini düşününce, Sevan Nişanyan’ın değişiklik periyodu olarak on yıllık bir süre vermesi de yeni bir anlam kazanıyor. Belli ki her nesil kendi yaşantılarını anlatabilmek ve duygularını hissettirebilmek için yeni sözcük ve söyleyişlere ihtiyaç duyuyor. Roni Margulies’in yazısındaki çokça örnekten de görüleceği gibi önceki nesiller sonraki nesillerin dilini zayıflamış olarak değerlendiriyor. Oysa ki dil zayıflamıyor, aksine yeni ihtiyaçlara cevap verecek duruma gelerek daha da gelişiyor.

Tek bir dilin içinde görülen bu durumdan iki farklı dil için de söz edilebilir. Nitekim Arınç’ı yanıltan tam da bu (milliyetçi önyargısını bu yazıda görmezden geliyorum, o başka bir yazıya konu edilebilir). Arınç’ın “Kürtçe medeniyet dili değildir.” derken Türkçeyi “medeniyet dili” saydığına şüphe yok. Fakat dilbilimsel olarak böyle bir ayrım yapamıyoruz. Öyle ki “iki”den sonraki rakamların, “şimdiki zaman” dışında zamanların olmadığı Amazonlardaki kabilelerin dilleri dahi İngilizceden, Fransızcadan, Arapçadan, Latinceden daha aşağı tutulmuyor. Böyle olmasının nedeniyse şu: Her neslin konuştukları dili kendi ihtiyaçlarına göre değiştirmesi gibi, her dil de onu konuşanlar tarafından tüm ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde geliştiriliyor. Başka bir deyişle, hiçbir dil o dili konuşanlar için yetersiz kalmıyor. Dolayısıyla da birbirleri arasında bir üstünlük ilişkisi tanımlamak mümkün değildir.

(1) Roni Margulies, Taraf Gazetesi, 23.11.2011: http://www.taraf.com.tr/roni-margulies/makale-tahir-efendi-bana-kelp-demis.htm (15.02.2012 tarihinde erişildi).



16.02.2012 tarihinde Konsept Dışı Dergi'de yayınlanmıştır.



YUSUF SARIGÖZ'ÜN MESAİSANAT'TAKİ KÖŞEYAZILARI:


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder