Bu sabah 1950'lerden kalma bir fotoğraf buldu Arif Amca, mürdüm
rengi, erguvan desenli yılların eskitmeye koyulduğu sandıkta. On beş yıl
öncesiydi bu fotoğraf. Gümüşrengi çerçevede sapasağlam kalmıştı. Bir süre
dalıp gitti fotoğrafa. Ah, ne kadar da güzeldi karısı. Keman gibi
kaşları, kömür siyahı uzun saçları, âşığını efsunlayan badem gözleri, küçük
dudağının kenarına büyük bir titizlikle yerleştirilmiş gamzeleri vardı.
Onu
İlk gördüğü zamanları hatırladı: Körpe, alımlı, içi kıpır kıpır bir
kızdı. Nasıl da bir anda vurulmuştu ona. Gözü hiçbir şeyi görmüyordu. Kız
gelip kalbini istese göğsünü yarar çıkarır atardı karşısına. Şehrin
yakınlarındaki terk edilmiş evin merdivenlerinde buluşurlardı. Ona
dokunmaya bile kıyamazdı. Soğuktan çatlayan elleri narin vücudunu incitir
diye korkardı. Aradan geçen yıllar onları bir süreliğine
kavuşturmuştu. Tülay da fotoğraftaydı. Kızı annesinin küçük feriştesiydi
âdeta. Hep yanında, hep masum. Şimdi bile yanındaydı.
Yanakları ıslandı Arif
Amca'nın. Osman Bey'e uzattı çerçeveyi.
"Serçeler vardı o yıllarda. Kızım ve karım gibi cinayete kurban giden serçeler." dedi.
Osman
Bey ilk defa görüyordu bu fotoğrafı. Bir şey söyleyemiyordu, bilmezdi o
yalnızlığın acısını. Hep tutunacak bir şeyler bulurdu kendine. Kolay kolay
üzmezdi o tatlı canını. Ama iş Arif Amca'ya gelince onu anlayamayacak
kadar da ruhsuz değildi. En sonunda dayanamayıp, "Yeter be Arif! Mahvettin kendini bu evde." deyip çıkıştı. Haklıydı. Arif Amca'nın hemen hemen her günü böyle yaslı geçerdi çünkü.
"Sen
anlamazsın Osman, anlamazsın." dedi. Dedi ama o da yorulmuştu bu
halinden. Düşündü biraz. Yıllar sonra aklının hâlâ yerinde olduğunu
hissetti. Ne kadar yıprandığını düşündü; çökmüştü resmen. Neredeydi o güçlü
kolları, dipdiri vücudu.
"Haklısın, ölenle ölünmüyor. Ardından sessizce ağlamak gerekir."
Çerçeveyi
eski yerine yerleştirip bir daha yarasını deşmemek üzere kapattı
sandığı. Osman Bey haklıydı, yeterdi bu kadar. Hem karısı da öleceğini
bilseydi 'çok üzülme' derdi Arif Amcaya. Bu akşam erkenden yatacak, yeni
güne onlar kendisine daima gülümsüyormuş gibi başlayacaktı.
Ertesi
sabah pencereden içeri süzülen ışığın yumuşaklığı ve havadaki hafif
yasemin kokusuyla uyandı. Neden bilmiyordu ama içinde garip bir burukluk
vardı. Bu sefer aldırmadı. Yatağını topladı. Acıkmıştı. Kahvaltı
hazırlıklarına koyuldu. Karnını doyurup mutfağı da toparladıktan sonra
dışarı çıktı. Biraz alışveriş yapacaktı. Anı kalıntıları gibiydi
ev, olmazdı böyle. Akşama doğru döndüğünde beyaz bir vazo vardı elinde. Bir
sürü eşya almıştı. Önce çiçeği kapının yanındaki masaya koydu. Artık eve
girdiğinde onu karşılayacak biri vardı. Bir de paspas serdi kapının
önüne. Bu evde birinin yaşadığı belli oldu böylece. Bir iki günü yeni
eşyalarının yerleriyle geçti.
Arif Amca'nın kapısı nihayet eşe dosta
açıldı. Eskiden Osman Bey'den başkası uğramazdı. Tek dostu o idi. Ara sıra
gelir derdini, kederini dinlerdi. Şimdi üst kattaki komşusu Neriman
Hanım'ın küçük torunları da geliyordu. Çeşit çeşit çikolatalar, lokumlar
ikram ediyordu Arif Amca onlara. Çocuk cıvıltıları hoşuna gidiyordu. Bir
de her perşembe evini silip süpürmesi için bir kadın tutmuştu. Osman Bey
bulmuştu kadını sağ olsun. Görmüş geçirmiş, kültürlü bir kadındı. Kitap
bile okuyordu. Kesin paraya ihtiyacı vardı, yoksa böyle bir iş yapmazdı
değil mi? İşini iyi yapar, bitirdikten sonra Arif Amca ile birer kahve
içer uzun uzun konuşurdu. Bugün de o günlerden biriydi. Kahvesini bitirdi
ve gitmek üzereyken bir kitap bıraktı kadın. Karton kapaklı, kalın, elyazması bir kitaptı. Adı yazmıyordu üzerinde. Sayfaların köşelerine
bir şeyler karalanmıştı. Arif Amca her gece uyuyakalana kadar okuyordu
kitabı. Sayfalar ilerledikçe... Arif Amca kötüleşmeye başladı. Izdırap gibi
geliyordu sayfalar. Her cümle hançer gibi saplanıyordu yüreğine. Nefesi
daralıyordu. Serçelerinin katilini bulmuştu. Bakmaya doyamadığı, dokunmaya
kıyamadığı serçelerinin katilini bulmuştu. Meğer ilk sayfadan beri
ustalıkla savunmuştu cani kendini. Utanmadan bir de son sayfaya onlara
nazik davrandığını yazmıştı. Nazikçe ölmüştü serçeler. Onlara yakışan
buydu.
Arif Amca'nın nefesi iyice daralmış, göğsü ağrımaya başlamıştı.
Nafiye Tanrıverdi
katil uşak mıymış yani? bu öykü çok muallakta kalmış. öykünün duygusallığını yavanlaştırıyor bu durum.
YanıtlaSilBu öyküyü şimdilerde böyle yazmazdım.Acemilik zamanı...:)
Sil