3 Ağustos 2012 Cuma

Ölü Serçeler


Bu sabah 1950'lerden kalma bir fotoğraf buldu Arif Amca, mürdüm rengi, erguvan desenli yılların eskitmeye koyulduğu sandıkta. On beş yıl öncesiydi bu fotoğraf. Gümüşrengi çerçevede sapasağlam kalmıştı. Bir süre dalıp gitti fotoğrafa. Ah, ne kadar da güzeldi karısı. Keman gibi kaşları, kömür siyahı uzun saçları, âşığını efsunlayan badem gözleri, küçük dudağının kenarına büyük bir titizlikle yerleştirilmiş gamzeleri vardı.
Onu İlk gördüğü zamanları hatırladı: Körpe, alımlı, içi kıpır kıpır bir kızdı. Nasıl da bir anda vurulmuştu ona. Gözü hiçbir şeyi görmüyordu. Kız gelip kalbini istese göğsünü yarar çıkarır atardı karşısına. Şehrin yakınlarındaki terk edilmiş evin merdivenlerinde buluşurlardı. Ona dokunmaya bile kıyamazdı. Soğuktan çatlayan elleri narin vücudunu incitir diye korkardı. Aradan geçen yıllar onları bir süreliğine kavuşturmuştu. Tülay da fotoğraftaydı. Kızı annesinin küçük feriştesiydi âdeta. Hep yanında, hep masum. Şimdi bile yanındaydı. 

Yanakları ıslandı Arif Amca'nın. Osman Bey'e uzattı çerçeveyi.
"Serçeler vardı o yıllarda. Kızım ve karım gibi cinayete kurban giden serçeler." dedi.
Osman Bey ilk defa görüyordu bu fotoğrafı. Bir şey söyleyemiyordu, bilmezdi o yalnızlığın acısını. Hep tutunacak bir şeyler bulurdu kendine. Kolay kolay üzmezdi o tatlı canını. Ama iş Arif Amca'ya gelince onu anlayamayacak kadar da ruhsuz değildi. En sonunda dayanamayıp, "Yeter be Arif! Mahvettin kendini bu evde." deyip çıkıştı. Haklıydı. Arif Amca'nın hemen hemen her günü böyle yaslı geçerdi çünkü.
"Sen anlamazsın Osman, anlamazsın." dedi. Dedi ama o da yorulmuştu bu halinden. Düşündü biraz. Yıllar sonra aklının hâlâ yerinde olduğunu hissetti. Ne kadar yıprandığını düşündü; çökmüştü resmen. Neredeydi o güçlü kolları, dipdiri vücudu.
"Haklısın, ölenle ölünmüyor. Ardından sessizce ağlamak gerekir."
Çerçeveyi eski yerine yerleştirip bir daha yarasını deşmemek üzere kapattı sandığı. Osman Bey haklıydı, yeterdi bu kadar. Hem karısı da öleceğini bilseydi 'çok üzülme' derdi Arif Amcaya. Bu akşam erkenden yatacak, yeni güne onlar kendisine daima gülümsüyormuş gibi başlayacaktı.

Ertesi sabah pencereden içeri süzülen ışığın yumuşaklığı ve havadaki hafif yasemin kokusuyla uyandı. Neden bilmiyordu ama içinde garip bir burukluk vardı. Bu sefer aldırmadı. Yatağını topladı. Acıkmıştı. Kahvaltı hazırlıklarına koyuldu. Karnını doyurup mutfağı da toparladıktan sonra dışarı çıktı. Biraz alışveriş yapacaktı. Anı kalıntıları gibiydi ev, olmazdı böyle. Akşama doğru döndüğünde beyaz bir vazo vardı elinde. Bir sürü eşya almıştı. Önce çiçeği kapının yanındaki masaya koydu. Artık eve girdiğinde onu karşılayacak biri vardı. Bir de paspas serdi kapının önüne. Bu evde birinin yaşadığı belli oldu böylece. Bir iki günü yeni eşyalarının yerleriyle geçti.

Arif Amca'nın kapısı nihayet eşe dosta açıldı. Eskiden Osman Bey'den başkası uğramazdı. Tek dostu o idi. Ara sıra gelir derdini, kederini dinlerdi. Şimdi üst kattaki komşusu Neriman Hanım'ın küçük torunları da geliyordu. Çeşit çeşit çikolatalar, lokumlar ikram ediyordu Arif Amca onlara. Çocuk cıvıltıları hoşuna gidiyordu. Bir de her perşembe evini silip süpürmesi için bir kadın tutmuştu. Osman Bey bulmuştu kadını sağ olsun. Görmüş geçirmiş, kültürlü bir kadındı. Kitap bile okuyordu. Kesin paraya ihtiyacı vardı, yoksa böyle bir iş yapmazdı değil mi? İşini iyi yapar, bitirdikten sonra Arif Amca ile birer kahve içer uzun uzun konuşurdu. Bugün de o günlerden biriydi. Kahvesini bitirdi ve gitmek üzereyken bir kitap bıraktı kadın. Karton kapaklı, kalın, elyazması bir kitaptı. Adı yazmıyordu üzerinde. Sayfaların köşelerine bir şeyler karalanmıştı. Arif Amca her gece uyuyakalana kadar okuyordu kitabı. Sayfalar ilerledikçe... Arif Amca kötüleşmeye başladı. Izdırap gibi geliyordu sayfalar. Her cümle hançer gibi saplanıyordu yüreğine. Nefesi daralıyordu. Serçelerinin katilini bulmuştu. Bakmaya doyamadığı, dokunmaya kıyamadığı serçelerinin katilini bulmuştu. Meğer ilk sayfadan beri ustalıkla savunmuştu cani kendini. Utanmadan bir de son sayfaya onlara nazik davrandığını yazmıştı. Nazikçe ölmüştü serçeler. Onlara yakışan buydu.

Arif Amca'nın nefesi iyice daralmış, göğsü ağrımaya başlamıştı.

Nafiye Tanrıverdi

2 yorum:

  1. katil uşak mıymış yani? bu öykü çok muallakta kalmış. öykünün duygusallığını yavanlaştırıyor bu durum.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bu öyküyü şimdilerde böyle yazmazdım.Acemilik zamanı...:)

      Sil