Şişkonun Köşesi Ali Nejat Y. |
Neymiş efendim, bu ülkede yazılarında karılarından [Bercâ bu sözcüğe fitil oluyor (nedendir, anlayamıyorum, kendi halinde bir sözcük oysa.)] bahseden yeterince manyak varmış, şimdilerde bu modaymış da ben de onu yapıyormuşum, yok Serdar Turgut’u taklit ediyormuşum, mış da mış mış.
Yok, aslında sizin karılarınızdan ya da sevgililerinizden de bahsederim de can güvenliğim yok memlekette.
Neyse, aslında benim bu sayıda yazmak istediğim konu; kadim bir tartışmayı da beraberinde getiren ‘Şair doğulur mu, olunur mu?’ ifadesi.
Elbette çok şey söylendi, yazıldı çizildi bu konuda; ama olsun ben de kendi düşüncelerimi söylemek istiyorum. Ne de olsa artık benim de bir köşem var ve burda istediğimi yazabilirim, değil mi ama?
Enteresandır, ‘şair doğulur’ tezini savunanlar arasında marksist-materyalist olduğunu ilan eden şairlerimiz de var. İyi ama, şairliği kişinin yaşam tecrübesine, bilgi ve duygu birikimine değil de bir başka güce -bu tanrı da olabilir, doğa da- bağlarsak bu metafizik bir yaklaşım olmuyor mu? Bu bilge ulu çınarlara sorulduğunda mutlaka bu perhiz ve lahana turşusu arasındaki korelasyonu rasyonalize edeceklerdir, buna kuşku yok.
Şairliğin doğuştan geldiğini kabul etmek, aynı zamanda o kişinin (şairin) ayrıcalığını kabul etmek anlamına gelecek. Aynı şeyi bir başka açıdan söyleyecek olursak, şair doğulduğunu ileri sürmek -ki kendisi de şairse-, kendi ayrıcalığını, özel oluşunu ileri sürmekle aynı anlama gelmiş olacak.
Eğer bu tezi söyleyen kişi başka platformlarda da şairliğini ön plana çıkarmışsa müthiş bir ikonografik durumla karşı karşıyayız arkadaşlar. Hayır, peygamberlik ilanında falan bulunsalar gene neyse, düpedüz tanrılık iddiası bu; peygamber olsa özel olana çağırır bizi, davet eder; ama adam direkt kendisinin özel olduğunu söylüyor yahu; iyi de canım putperestlik de bir yere kadar. Siz putperestlerin önüne gelen her dümbüğü tanrı kabul ettiğini mi sanıyorsunuz. Sizin o söylediğiniz turşucu dükkânı.
Tanrının -kabul etmeyenler için doğanın- adil olduğundan söz edilir, külliyen yalandır. Neden? E baksanıza, nedense şairleri kentin en mutena semtlerinde oturan ailelerin çocuklarından seçiyor. Çocuklar daha küçük yaştan yabancı dilli (tabii daha sonradan içinde yaşadıkları toplumun dilini de öğreniyorlar yavaş yavaş), en iyi mekteplerde okuyorlar, Fransalar, İngiltereler, Amerikalar görüyorlar; tabii en önemlisi de tuzları kuru.
Hal böyle olunca, sıradan meslek sahibi insanların (marangoz, demirci, su tesisatçısı vb.) çocukları çabalasın dursunlar, nafileeee! Nafile kuzum, nafile. Olamazsın ki…
-Niye amca?
-Çünkü şair olunmaz, şair doğulur. Breh breh, söylenişi de bir hoş canım, Tanrı lafzı gibi hem de mistik bir hava taşıyor içinde. Bak, bir de sen söyle bak, imana geleceksin, hadi: ‘Şair olunmaz, şair doğulur.’ Breh breh değil mi?
Bu adamlar nedense yaşlanınca bu tür şeyler yumurtlamaya başlıyorlar, ama bizim elimizde bu yaşlılık psikozuna karşı bir ilaç var: Voltaire.
Yaşlıların abuklamalarını dikkate almamak gerekiyor yani.
Başkalarına yıllarca mertçe yaşamayı, savaşmayı öğütleyenler mertçe ölmeyi bilmiyorlar. Her yerlerinden megalomani akıyor. Kendi eserlerinin dışındakilere huysuz ihtiyarlar gibi dırdırlanıyorlar sürekli. Onlardan icazet almamışları yok sayıyorlar. Dünyayı algılamadaki yanılsamalarının içinde boğulup gidecekler ama; kurtuluş yok çünkü.
Hay allah! Kaptırdım kendimi gidiyorum yahu.
Bu ne agresiflik, değil mi canım.
Sakin olmak gerekiyor.
Sakin olmak.
Sakin olun şimdi.
Sakin.
Sşşşt!
Bakın Bercâ’dan da söz etmiyorum, hayat güzelleşiyor değil mi?
Biraz rahat bırakırsanız eğer, konuları böyle burnumdan solurcasına ele almamaya çalışırım, sanıyorum.
Herkes kendi işine baksın lütfen. Herkes kendi işine.
Şişko
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder