1 Ağustos 2012 Çarşamba

Şişkonun Köşesi


Bunca zamandır başvurmadığım gazete, dergi, site ve bilumum yazınsal alan kalmadı ‘bana da bir köşe verir misiniz’ diye. Nihayet yayın yönetmeni olan yakın arkadaşım bir site kurdu da ben de bir köşe sahibi oldum. Gerçi haftada bir yazacakmışım, ama olsun, hiç yoktan iyidir. ‘Bir’ de ‘hiç’ten iyi oluyor bu mantıkla; ama mantığı daha fazla zorlamanın bir anlamı yok değil mi? Sonra olay, dört yüz doksan beş metreden düşen bir adamı metre metre düşürme fıkrasına dönüşecek yoksa…
Bu arada, yazar çizer takımından bazı kellifelli adamlar, “Efendim böyle tiplere yer ayırmayın, niye böyle adamlara alan açıyorsunuz?” diye nekrofilik eğilimlerini dışavuran bir ifadeyi site yöneticilerine brifinkleyebilirler. Hatta cebren ve hile ile sitenin bütün yöneticileri ikna edilmiş olabilir; ama onlara şimdiden söyleyeyim: “Kardeş, hiç boşuna yorulma, ben suyu kaynağında tuttum. Bu sitenin sahibi benim arkadaşım.”
Ben bu köşede ne yazacağım? Bir defa şunu peşinen söyleyeyim, bu sitenin en özgür köşesi bu köşe, bana sınır yok. Patron beni yanına çekerek bunu bana bizzat söyledi, dedim ya arkadaşım olur, hem de samimi. Bu köşe için yazmam teklif edildiğinde Bercâ’ya (evet, maalesef evliyim), “Senden de bahsedebilir miyim?” dedim. Gene her zamanki gibi susup buğulu buğulu suratıma baktı öyle. Yahu kadın bir laf söyle de karşılık verelim; karşıdakini mat etmek için binbir dereye gidilerek getirilen lafları yetiştirme çabasının hazzını yaşayalım değil mi? Ama yok, o öyle susar, bakar buğulu buğulu. Sorduğum küçücük masum bir soru bile ağırlaşır, çöker kalır içime. Bir insanın bir başkasma yapacağı en büyük zulüm ona cevap vermemektir herhalde. Hiç mi konuşmaz? Yoo, ara sıra konuşur elbet; ama konuştuğu zaman da sanki bu dünyaya hikmetli sözler söylemek için gelmiştir mübarek. Basit, sıradan bir şey söylersiniz, bir de bakarsınız ki yanıt olarak bir vecize dürtmektedir sizi. Haydaaa! Cevap versen, atışılacak gibi değil bu insankızıyla (İnsanoğlu ben oluyorum, şifreleri şimdiden kapın). Neyse efendim bu bahsi fazla uzatmayayım, en azından şimdilik.
Bu tür önemsiz konulardan başka tabii ki benim de flaş, süper flaş, mega flaş, hatta ultra
süper mega flaş düzeyinde sansasyonalist konularım olacak (sansasyonalist,  sansasyonalizm akınıma mensup demektir). Mahallemizin müzmin işsiz gençlerinin ayakkabı, tişört, kot mamullerinin kalitesi ve markası üzerine yapmış oldukları beyin fırtınası üzerine yorumlar… Son futbol kritikleri (ki artık entelektüel olmanın ölçütlerinden biridir)… Varoşların genç erkekleri bölgelerindeki kızlardan niçin pas alamıyorlar gibi ayın sosyolojik araştırma konuları… Kim, nerede, nasıl ve de kiminle gibi varoluş sorunsalına çözüm getiren soruların cevapları… Varoş genç kızlarının iş dönüşü gerçekleştirdikleri yaz ve kış kreasyonlarından seçmeler defilesi… Varoş entelektüellerinin ortaya attığı şok iddia: Çalışan kızlarımız ‘merkez kültür’ taşıyıcısı… Hepsi, ama hepsi bu köşede… Yazıyorum, tartışıyorum, sakın kaçırmayın…
Son bir konuya da değinerek bu sayıdaki köşemizi bitirelim. Bu da köşenin adının ne olacağıyla ilgili.
Tabii ki ben engin birikimimi sunduğum köşe için uygun geleceğini düşündüğüm birkaç öneride bulundum patrona; ama o ısrarla, “Hayır, senin köşenin adını ben koyacağım.” dedi. Gerçi bunu söylerken gözlerindeki o kirli sarı ışığın pırıltısı ve o ince gülüşündeki yılan tıslaması beni kıllandırmadı değil ama, ne yaparsın? Baktım herifçioğlu ısrar ediyor. “Ya patroncuğum, bu o kadar önemli değil, sen koy.” diyerek müdahale edilen şeyin benim özgürlük alanım içinde olmadığı izlenimini vermeye çalıştım. Hadi hayırlısı, dur bakalım n’olacak.

Ali Nejat Y.

ŞİŞKONUN DİĞER YAZILARI:


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder