18 Ağustos 2012 Cumartesi

Şairin Evi: Abdülkadir Budak

Şairler evini anlatıyor:

Bir Evde Üç Şair

Tereddüt içindeyim, “şairin evi”ni mi anlatmaya çalışmalıyım, “şairlerin evi”ni mi? Başlarda Abdülkadir Budak'ın sayılırdı bu ev, ama artık öyle değil. Daha önce Yasakmeyve dergisinde yazdım; “bir evde üç şair” var. Demem o ki, ben “kendi evimi” anlatırken, onların, yani Emel Güz ile Orhan Göksel’in evini de anlatmış olacağım. Aynı eşyaya aynı yerden, aynı biçimde bakmayacağımızı, bakamayacağımızı da biliyorum ama, yine istek üzerine denemiş olacağım. Öyle görünür de, balkon aynı balkon değildir bizim evde, masa aynı masa, odalar aynı odalar değildir. Başka birine söylesem şaşırır da,  bir anlam veremez de, öteki iki şair anlar bunu, anlam verir. Şairi ötekinden ayıran neye baktığı değil, neyi gördüğüdür çünkü, nasıl gördüğü. Bizde de biraz öyledir.
Daha baştan belirtmeliyim ki, “Üç kitabı burda yazdım bu evde/ Çekiç ve çivilerle” dediğim o ev bu ev değildir. Yani Ev Zamanı kitabı burada yazılmamıştır. Şimdi oturduğum evde yazılmış şiirler vardır da, yapılmış bir kitap yoktur henüz. Buradan, yakın bir zamanda yeni bir eve taşındığımız çıkarılabilir elbette; on bir kitabımın toplanıp Dalgın Rüzgâr adıyla yayımlandığı da. Oralarda, öteki evlerde dağıttıklarımı, burada, bu evde toplamışım demek.
Şairin evi, yatmak için değil yazmak içindir desem abartmış olur muyum? Hiç sanmıyorum. Bir evde üç şairle yaşamak durumunda kalan eşim de böyle düşünüyor çünkü. Şikâyet ettiği için değil de, böyle düşünüyor. O bizim ilk ve tek okurumuzdur bu evde, tarafsız olduğu için de en sıkı eleştirmenimiz. Yazarken, ondan ayrı düşerken biz onun gözünün yaşına bakmayız da, yazdığımızı okurken o da bizim gözümüzün yaşına bakmaz.
İnsanın “şiir evi” diyesi geliyor da, bu “şairin evi”, affedersiniz “şairlerin evi” Ankara’nın neresindedir? Batısındadır. Eski İstanbul yolu üzerinde, şehrin merkezine yaklaşık 30 km uzaklıkta Eryaman adı verilen bir semttedir. Sincan’a 7 km mesafede, yeni, şirin bir yerleşim alanıdır. Çok katlı yapılardan ve 16 siteden oluşmasına karşın, “Eryamanevleri” yeşili çok, betonu az bir görünüm verir. Site adlarına şair eli değmiş gibidir. “Yeşil Manolya”, “Günizi”, “Özgün İpek” gibi özgün sayılabilecek site adları mevcuttur. Bizimki de fena sayılmaz hani; adı “Hassas Çizgi”dir. Eh eski bir solcunun adresine de “Dil Devrimi Caddesi” yakışır öyle değil mi? 56/25 mi? Blok ve kapı numarası canım!
Sekiz katlı binanın yedinci katında oturmak, insanlara tepeden bakmak anlamına gelmez bizde. Görüş mesafesini daha geniş tutmak anlamına gelir. Hem sonra, içeride okumaktan, yazıyor olmaktan o güzelim balkona çıkmak, orada oturup çay içmekten nasibini alan kim ki, eşimden başka.
En çok yakındığı şeydir şair çocukların annesi olan eşimin. Şiir bizim yazgımız, çayı balkonda yalnız içmek de onun yazgısı.
“Biz ayrı dört kişiyiz akşamın sofrasında” demiştim ya, o hesap.
Emlakçı diliyle konuşacak olursam, 2+1 bizim evimiz. Salonu da, balkonu da büyük bana kalırsa; ama en büyük, en geniş, bunun için de en ferah olanı çalışma odamdır. Odamız mı deseydim? Kız avukat, daha çok bürosunda çalışıyor şiirlerine, oğlan ise yılda birkaç kez yazıyor, o kadar. O halde, içlerinde en çalışkan şair benim, en yazamadan edemeyen yani. O halde “şiir odası” bu evde daha çok da bana ait olmalı. Şiir odası demem şairane bir yakıştırma sayılmamalı; hem bir zamanlar yayın yönetmenliğini yaptığım bir şiir dergisinin adını taşıyor, onun aziz hatırasını yaşatıyor bu oda, hem de bilgisayar masasının dolap kapağında öyle yazıyor. Burası gerçekten bir şiir odası. Bilgisayar masasına oturduğumda, karşımda daha başka neler var? İki sıra kitap rafı var. Üst rafta Can Yayınları’nın şiir dizisinde yer almış olan kitapların tümü var. Eh o kadarcık olsun, en başta YKY arasından çıkmış olan toplu şiirlerimden oluşan Dalgın Rüzgâr var; o da oradaki yerini yakın zamanda almış oldu. Alt gözde sözlükler, yazım kılavuzları, birkaç şair-yazar sözlüğü ve Mehmet H. Doğan’ın hazırlamış olduğu şiir yıllıklarının tümü. Ötekiler de. Niye oradalar, belki de şunun için: Değişik şairlerden farklı şiirler okuma ihtiyacıma karşılık gelsin diye.
Olabilir, niçin olmasın?
Solumda daha çok da şiir ve şiir üstüne yazılmış yazılardan oluşan kitapların bulunduğu kitaplık var. Sağımda, yorulduğumda uzandığım, hatta bir süre kestirdiğim ve fakat Orhan Göksel’e ait bir yatak. Yatağın dokunduğu duvarda asılı bir tablo. O da benim “eserim”. Kenan Paşa’nın kulaklarını çınlatmış, ona Fikret Otyam’ın açıp kazandığı bir liralık mahkemeyi hatırlatmış olmayayım da, benimki de bir kopya.
Hâlâ masadayım. Arkamda kitaplığın bir ‘L’ çizmiş devamı. Ortada dosyalarımın olduğu iki kapaklı bir göz. Elim en çok oraya gider doğal olarak.
“Eşyalara bakmaktan birbirimize/ Bakmayı unuttuk fark etmedin mi?” dizelerini yazdıktan sonra birçok eşyayı balkondan değilse bile sokaktan fırlatıp attım. Tıklım tıkış değildir benim evim, yalındır. Şiirlerime benzer biraz. Salonu, yatak odasını, mutfağı falan anlatmaya gerek var mı?
Bu yazının konusu olarak “şiir mutfağı”nı, evet.
Behçet Necatigil için “odası dünyadan büyük” denmiştir. Benim için de, pardon bizim için de öyle olsa gerektir.


Abdülkadir Budak

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder