Şairler evini anlatıyor:
Bir Evde Üç Şair
Tereddüt
içindeyim, “şairin evi”ni mi anlatmaya çalışmalıyım, “şairlerin evi”ni mi?
Başlarda Abdülkadir Budak'ın sayılırdı bu ev, ama artık öyle değil. Daha önce Yasakmeyve dergisinde yazdım; “bir evde
üç şair” var. Demem o ki, ben “kendi evimi” anlatırken, onların, yani Emel Güz
ile Orhan Göksel’in evini de anlatmış olacağım. Aynı eşyaya aynı yerden, aynı
biçimde bakmayacağımızı, bakamayacağımızı da biliyorum ama, yine istek üzerine
denemiş olacağım. Öyle görünür de, balkon aynı balkon değildir bizim evde, masa
aynı masa, odalar aynı odalar değildir. Başka birine söylesem şaşırır da,
bir anlam veremez de, öteki iki şair anlar bunu, anlam verir. Şairi ötekinden
ayıran neye baktığı değil, neyi gördüğüdür çünkü, nasıl gördüğü. Bizde de biraz
öyledir.
Daha baştan
belirtmeliyim ki, “Üç kitabı burda yazdım bu evde/ Çekiç ve çivilerle” dediğim
o ev bu ev değildir. Yani Ev Zamanı
kitabı burada yazılmamıştır. Şimdi oturduğum evde yazılmış şiirler vardır da,
yapılmış bir kitap yoktur henüz. Buradan, yakın bir zamanda yeni bir eve
taşındığımız çıkarılabilir elbette; on bir kitabımın toplanıp Dalgın Rüzgâr adıyla yayımlandığı da.
Oralarda, öteki evlerde dağıttıklarımı, burada, bu evde toplamışım demek.
Şairin evi,
yatmak için değil yazmak içindir desem abartmış olur muyum? Hiç sanmıyorum. Bir
evde üç şairle yaşamak durumunda kalan eşim de böyle düşünüyor çünkü. Şikâyet
ettiği için değil de, böyle düşünüyor. O bizim ilk ve tek okurumuzdur bu evde,
tarafsız olduğu için de en sıkı eleştirmenimiz. Yazarken, ondan ayrı düşerken
biz onun gözünün yaşına bakmayız da, yazdığımızı okurken o da bizim gözümüzün
yaşına bakmaz.
İnsanın
“şiir evi” diyesi geliyor da, bu “şairin evi”, affedersiniz “şairlerin evi”
Ankara’nın neresindedir? Batısındadır. Eski İstanbul yolu üzerinde, şehrin
merkezine yaklaşık 30 km uzaklıkta Eryaman adı verilen bir semttedir. Sincan’a
7 km mesafede, yeni, şirin bir yerleşim alanıdır. Çok katlı yapılardan ve 16
siteden oluşmasına karşın, “Eryamanevleri” yeşili çok, betonu az bir görünüm
verir. Site adlarına şair eli değmiş gibidir. “Yeşil Manolya”, “Günizi”, “Özgün
İpek” gibi özgün sayılabilecek site adları mevcuttur. Bizimki de fena sayılmaz
hani; adı “Hassas Çizgi”dir. Eh eski bir solcunun adresine de “Dil Devrimi
Caddesi” yakışır öyle değil mi? 56/25 mi? Blok ve kapı numarası canım!
Sekiz katlı
binanın yedinci katında oturmak, insanlara tepeden bakmak anlamına gelmez
bizde. Görüş mesafesini daha geniş tutmak anlamına gelir. Hem sonra, içeride
okumaktan, yazıyor olmaktan o güzelim balkona çıkmak, orada oturup çay içmekten
nasibini alan kim ki, eşimden başka.
En çok
yakındığı şeydir şair çocukların annesi olan eşimin. Şiir bizim yazgımız, çayı
balkonda yalnız içmek de onun yazgısı.
“Biz ayrı
dört kişiyiz akşamın sofrasında” demiştim ya, o hesap.
Emlakçı diliyle
konuşacak olursam, 2+1 bizim evimiz. Salonu da, balkonu da büyük bana kalırsa;
ama en büyük, en geniş, bunun için de en ferah olanı çalışma odamdır. Odamız mı
deseydim? Kız avukat, daha çok bürosunda çalışıyor şiirlerine, oğlan ise yılda
birkaç kez yazıyor, o kadar. O halde, içlerinde en çalışkan şair benim, en
yazamadan edemeyen yani. O halde “şiir odası” bu evde daha çok da bana ait
olmalı. Şiir odası demem şairane bir yakıştırma sayılmamalı; hem bir zamanlar
yayın yönetmenliğini yaptığım bir şiir dergisinin adını taşıyor, onun aziz
hatırasını yaşatıyor bu oda, hem de bilgisayar masasının dolap kapağında öyle
yazıyor. Burası gerçekten bir şiir odası. Bilgisayar masasına oturduğumda,
karşımda daha başka neler var? İki sıra kitap rafı var. Üst rafta Can
Yayınları’nın şiir dizisinde yer almış olan kitapların tümü var. Eh o kadarcık
olsun, en başta YKY arasından çıkmış olan toplu şiirlerimden oluşan Dalgın Rüzgâr var; o da oradaki yerini
yakın zamanda almış oldu. Alt gözde sözlükler, yazım kılavuzları, birkaç
şair-yazar sözlüğü ve Mehmet H. Doğan’ın hazırlamış olduğu şiir yıllıklarının
tümü. Ötekiler de. Niye oradalar, belki de şunun için: Değişik şairlerden
farklı şiirler okuma ihtiyacıma karşılık gelsin diye.
Olabilir,
niçin olmasın?
Solumda daha
çok da şiir ve şiir üstüne yazılmış yazılardan oluşan kitapların bulunduğu
kitaplık var. Sağımda, yorulduğumda uzandığım, hatta bir süre kestirdiğim ve
fakat Orhan Göksel’e ait bir yatak. Yatağın dokunduğu duvarda asılı bir tablo.
O da benim “eserim”. Kenan Paşa’nın kulaklarını çınlatmış, ona Fikret Otyam’ın
açıp kazandığı bir liralık mahkemeyi hatırlatmış olmayayım da, benimki de bir
kopya.
Hâlâ
masadayım. Arkamda kitaplığın bir ‘L’ çizmiş devamı. Ortada dosyalarımın olduğu
iki kapaklı bir göz. Elim en çok oraya gider doğal olarak.
“Eşyalara
bakmaktan birbirimize/ Bakmayı unuttuk fark etmedin mi?” dizelerini yazdıktan
sonra birçok eşyayı balkondan değilse bile sokaktan fırlatıp attım. Tıklım
tıkış değildir benim evim, yalındır. Şiirlerime benzer biraz. Salonu, yatak
odasını, mutfağı falan anlatmaya gerek var mı?
Bu yazının
konusu olarak “şiir mutfağı”nı, evet.
Behçet
Necatigil için “odası dünyadan büyük” denmiştir. Benim için de, pardon bizim için de öyle olsa
gerektir.
Abdülkadir Budak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder