Kayıtlar

2015 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Kuşlar kadar özgür olmak

Resim
"Kuşlar kadar özgür olmak isterdim!" diye mırıldandı deniz kıyısındaki adam, tepesinde gezinen martılara bakınarak. Önünde duran koca vapura binip karnını doyurmak için bir simit aldı. Ardından denizi en güzel görebileceği bankı seçti kendine; iki mavinin birleşimini en güzel ifade edecek olan yer. Ve elindeki simidin yarısını kuşlarla paylaşırken âdeta bir sinema gibi izledi onları.  İzledikçe izledi, izledikçe mutlu oldu adam. Sonunda martılar dört bir yana kaçıştığında kendi simidinden bir ısırık aldı. Ancak o zaman fark edebilmişti vapurun demirlerinde kendisini izleyen martıyı:  Büyük gözlerini üzerine dikmiş, beyaz tüylerini kabartmıştı. İşte o zaman anladı adam; bir lokma simide muhtaçken, sanıldığı kadar özgür müydü kuşlar?                                                               Merve Dede ...

Koordinatlar

Resim
Evin arka odasındaki pencere, iç içe geçmiş, üst üste yığılmış gibi duran irili ufaklı müstakil yapılara açılıyor. Görünümün dağınıklığını, bahçe bile denemeyecek toprak parçaları ve ıslak kiremitlerle evlerin çatılarını örten paslı levhalar tamamlıyor. Rüzgârsız, dingin bir sabah. Sağa sola saçılmış sigara izmaritlerine hafif hafif yağmur damlaları düşerken ardına kadar açtığım pencereden gökyüzüne bakıyorum: Dağın eteğinden gözümün erişebildiği noktada, bittiği yerde neyin başladığını bilememenin verdiği huzursuzluk ve bir elimde yarı otomatik silahla, sigaramın dumanından bir nefes daha üflediğim plastik bir dünya bu. Kıraç araziyi çevreleyen bu sonsuzluk duygusunun ardında bir şey olmalı diyorum yine de. Uzaklara belli belirsiz monte edilmiş kuru ağaçların, kır çiçeklerinin ve küçük taşların zirveye doğru yükseldiği ürkütücü bir devinimsizlik. Bütün evren buradan ibaret. Şaşıracak bir şey yok aslında: Dış dünyanın varlıkları arasında onların bir parçasıymış gibi göründüğüm, camd...

Gecenin karanlığı

Resim
Yalnızlığı severim, sessizliği de. Ve bu ikisini birleştiren geceyi de severim. Gecenin sessizliğini dinlemeyi de. İçimdeki seslerin sessizlikteki haykırışlarını dinlerim geceleri! Arapsaçına dönen iç dünyamı incitmeden taramaya çalışırım. İçimdeki kalabalıkları layık oldukları yerlere oturtmaya çalışırım... Ve ben geceyi severim; gecenin seslerini dinlemeyi de. Ayı ve yıldızları seyrederim dakikalarca. Bana uzaklıklarını ve bu uzaklıktaki yakınlığı düşünürüm. Sonra da bana yakın ama benden yıldızlar kadar uzakta olanları... En çok da dolunayı severim. Kemale ermiş bir aşk gibidir dolunay! Ve hilali severim, sonunda kâmil olacak bir aşka atılan ilk adım olduğu için... Gözlerim yıldızlara takılır, hepsi göz kırpar sanki bana! En parlak, en göz alıcı olanlar gülümser, ''Bize bak, bizle konuş!'' diye... Ama nedense benim gözlerim hep en soluk olanları arar. Bir kenarda utangaç, mahzun, sessiz duranları... Onlarla konuşmak, onlarla dertleşmek isterim. Sanki beni ...

Bir Yağmur Damlası

Resim
Ben bir yağmur damlasıyım; Kaldırım taşının arasında büyüyen, Bir çiçeğe hayat. Bazen bir hanımelinin yaprağında, Bazen bir ağaç kavuğunda, Bazen de okyanusta varım. Yer yüzüne bir melodi fısıldarım damla damla Toprakla buluştuğumda, O mis koku dolar her yana. Ve bir şiir yazılır gökyüzüne, İnce ince işlenir sanat. Bir yağmur damlası, Koca bir maviliğe hayat C. Merve Dede Merve Dede'nin tüm yazılarını okumak için: https://www.wattpad.com/user/mervedede34

One Hour Before The Trip - "Vagabond" [Video-Klip]

Resim

Gece ve yağmur

Resim
Gece, tüm asaletiyle güneş denen kendini bilmez şatafatın üstüne çullanmıştı. Ben de bu asilliği bozmaktan korkarcasına odamda oturuyordum. Ellerimi dizlerime daha sıkı sardım. Üşüyordum, kansızlığım yüzünden en sıcak havada bile kısa kollu  giyinemiyordum . Şu an karşımda olan siyah  gardırobum , olası bir donma ihtimaline karşı tam tekmil doluydu. Başımı yağmurun fütursuzca dövdüğü paslanmış menteşeli cama çevirdim. Canım yanıyordu, kalbim sıkışıyordu. Düşünmemek için beynimi alakasız şeylerle yormaya çalışsam da, müzmin bir yaramaz gibi davranıyordu. Yol verdim beynime, buyur düşün dercesine: "Olasılıklar üzerine kurulu olduğunu kavradığım bu dünyada, kelimelerin anlamları altında un ufak oldum." Tahta masamdaki ucu çiğnenmiş kalemi alıp kırdım, 'un ufak olmak' tabirini yerine getirircesine. "Film şeridi olan hayatlar, siyah beyazken bile tebessüm ettirebiliyordu. Benim film rulom yanmıştı. Fotoğraflarda yalnızca ben vardım, diğerlerinin üzerinde hep aynı k...

Korku

Resim
"Benim evlatlarım gece karanlığında bile ellerine fener versem, şu karşıda gördüğün ağaçlığın ilerisindeki açıklığa korkmadan giderler!" "Yahu Hasan Abi, yapma! Şuncacık çocukların cesaret edebileceği şey mi bu? Ben bile cesaret edemem şimdi!" İçki masasındaki konuşmalar ben ve ablamı endişe içinde bırakmış, içten içe dualar etmeye başlamıştık. Ama mevzu uzadıkça uzuyor, iş gitgide bir iddiaya dönüşüyordu. "Ulan şayet giderlerse, yarın bir yetmişlik rakıyı koyarsın masaya tamam mı?" "Etme Hasan Abi! Bırak, vazgeçtim. He he, giderler. Gönderme sabileri gece vakti ayıların-domuzların arasına allasen!" Çakırkeyif bir vaziyette, mantıklı düşünemeyecek halde olan babam, konuyu kapatmamakta ısrar ediyor ve bu da bizi iyiden iyiye telaşlandırıyordu. "Avrat! Ulan dinine yandığımın avradı! Nerdesin ulan!" "Burdayım herif! Geldim! N'ooldu ki?" Annem büyük bir telaş içerisinde mutfaktan çardağa seğirtmiş, babamı...

"Apartman söyledi!"

Resim
O meşhur ‘mahalle günü’ yine toplanmıştı. Hepsi de sosyal statülerini belli edercesine bileziklerini kuşanmıştı. Öğretmen eşi Ayşe bir tane, mimar eşi Sevda iki tane ve apartman yöneticisi Sultan ise üç tane takmıştı. Ev sahibindeki tektaş yüzük ise, komşuları kıskançlıktan çatlatacak cinstendi. Sultan bir iki kıpırdanıştan sonra pat diye lafa girdi: “Duydunuz mu, Sevil'in kocası iflas etmiş. Elinde ne var ne yoksa hepsi hacizlik!” “Ay, adamın yattığı kalktığı belli değilmiş. Para bozdu adamı! Allah az verip süründürmesin, çok verip de azdırmasın.” Atılan topa gelişine vurmuştu Ayşe de. Asilliğiyle övünen Sevda, zikzak çizerek gelen topa sağlam bir kafa çaktı: “Biraz da kadında suç var canım, hiç mi anlamaz aldatıldığını?” Ev sahibinin minik kızı, hafifçe kapıdan göründü. Belli ki misafirlerin kaç kişi olduğunu saymaya çalışıyordu. “Tam da bir elimin parmakları kadar tabak!” diye bağırdı annesine. Minik kız üzerindeki pembe pileli eteğini savura savura koltuğa oturdu....

Başka Sinema'dan bir Zeki Demirkubuz filmi: "Bulantı"

Resim
BAŞKA SİNEMA / BAŞKA ÇARŞAMBA BULANTI Ön gösterim: 30 Eylül 2015 Çarşamba 2015 | Dram | 116' | Türkçe | 02 Ekim 2015 Sevgilisiyle birlikte olduğu gece, karısı ve küçük kızını trafik kazasında kaybeden Ahmet, “akıl-fikir işleri” yapan mühim bir şahsiyettir. Kimseyi umursamayan, hiçbir şeyin önünde eğilmeyen biri olarak bu trajik olaydan pek etkilenmeden yaşamına devam eder, ama bir süre sonra, görünürde bir sebep olmaksızın kendinde ve yaşamında bazı değişimler olmaya başlar. Küçük terslikler, tuhaf aksilikler art arda gelmekte, çok sevdiği kadınlarla arası bozulmakta, hayat karşısında zorlanmakta ve kendisinden beklenmeyecek zafiyetler göstermektedir. Yönetmen:  Zeki Demirkubuz Oyuncular:  Zeki Demirkubuz, Şebnem Hassanisoughi, Öykü Karayel, Çağlar Çorumlu Başka Sinema / Başka Çarşamba için tıklayın!

Üç

Resim
DOKUZ Bir, iki, üç... Neden burada olduğunu düşünüyordu. İyi olmadığını biliyordu. ‘Bilmediklerimin çokluğuyla alakalı’ diye düşündü. Serumdaki ilaç damlalarını saymaya devam etti. Bir, iki, üç... ON On, bir, iki... Ona kadar saymayı biliyordu. Yanına gelen hemşireye sıradaki sayının ne olduğunu sordu. Hemşire ona bir deliymiş gibi bakıp seruma daha fazla ilaç ekledi.  Dokuz, on, bir... BİR, İKİ Çığlık atarak uyandı. Terden sırılsıklam olmuştu. Neyse ki rüya görmüştü. Duyduğu sesle yatağa çakıldı. “Sekiz, dokuz, on.” Nerden geldiğini anlayamadığı çocuğa baktı. Çocuk masum bir şekilde sordu: “Söylesenize bayım, ondan sonra hangi sayı gelir?” Merve Yazar Merve Yazar'ın tüm yazılarını okumak için: https://www.wattpad.com/user/SiyahPelerinliKorkak

Sınırları beklerken

Resim
Burada bir şey yok küçük hanım, neyi görüyorsan o. Say ki, bir trene binmişsin. Her kompartımanı çeşit çeşit insanla dolu, ama vagonları birbirinin aynısı. Ve her istasyonunda ayrılık mizanseni, kavuşma parodisi. Öyle ki, bir yerden çekip gitmekle o yerde takılıp beklemek aynı anlama gelir çoğu kez. O tren engin düzlüklerden, derin vadilerden geçer; sonsuz mavilikten, ışıltılı şehirlerden. Miden bulanır. Çünkü hiçbir yere gitmez o tren; hep yerinde durur ve aslında hiç kalkmamıştır. Seninle birlikte yol alır sadece; evrendeki yolculuğuna seninle başlamış, ama sensiz son bulmuştur. Kaç defa kustuğunu sen bile unutursun. Burada bir şey bulamazsın, yeni insanlar göremezsin, farklı bir hayat kuramazsın; neresinden bakarsan bak, dünya o kadardır işte. Hani bana, "Senin kadar tanımıyorum dünyayı, kendim kadar tanıyorum," demiştin ya; kuyunun dibindeki kurbağayız işte hepimiz. Kuyunun dibinden baktığımız gökyüzünü kuyunun ağzı kadar sanıyoruz. Çünkü baktığımız ...

İçimizdeki ben'ler

Resim
Hepimiz bedenimizin içinde yalnız bir ruhun olduğunu sanırız. Tek bir ruhla yaşadığımızı… Hakikat buna tezattır. Hepimizin ruhunda en az bir katil, birkaç hırsız, bir sürü yalancı, iftiracı ve sayısız can, mal, ırz düşmanı, bir dilenci, sokak kadını, sakat bir çocuk, sağır, dilsiz, âmâ, gaddar, sefil, padişah, köle ve borç batağında bir adam var. Bunları hapsediyoruz. Bazen mantık, sağduyu, inanç hapishanelerine; bazense  “ elalem ne der” safsatasının içlerine… Yoksa kim adam öldürmez, çalmaz, iftira atmaz, ev bark yakmaz? Ruhumuzda binlerce “ben” var. Her yeni güne uyandığımızda içimizdeki “ben ” lerin savaşından bir'i galip geliyor ve zafer kazanmış komutan edasıyla mükâfat olarak o gün için de olsa gönül tahtına konuyor. Bazen  “ tükenmiş ben”, bazen ise ağzı kulaklarında, sevinçten havalara uçmuş “mesut ben”… “Neden bahsediyor bu adam?” dediğinizi duyar gibiyim. İspatlayayım: Her an içinizden bir sesin kulaklarınıza haykırdığını duyarsınız. Toplum buna  ...

Çivi Gibi Yere Çakılan Kadın

Resim
UFAK TEFEK OLAYLAR Acayip meraklı bir yaşlı kadın pencereden aşağı düştü, çivi gibi yere çakılıp parçalara ayrıldı. Başka bir yaşlı kadın pencereden sarkıp ilkinin kalıntılarına bakmaya başladı, ama o da acayip meraklı olduğundan çivi gibi yere çakılıp parçalara ayrıldı. Daha sonra bir başka yaşlı kadın pencereden yere çakıldı, sonra bir başkası, derken bir başkası. Artık altıncı yaşlı kadın pencereden yere çivi gibi çakılırken onları seyretmekten bana gına gelince kör bir adama örme şal verildiği söylenen Maltsevski’nin dükkânında aldım soluğu. DANIIL KHARMS 17 (30) Aralık 1905’te St. Peterbursg’da doğdu. Gerçek ismi Daniil Ivanoviç Yuvaçev’dir. Otuz kadar takma ad kullanmıştır. Zaum adı verilen (anlamsız, gerçekdışı ya da saçma) şiir akımıyla ilgilendi. 17 Ekim 1925’te Rus Şairler Birliği’nin Leningrad şubesine resmi olarak kabul edildi. 1940 yılına kadar 11 çocuk kitabı çıkardı ve düzenli olarak Yozh-Kirpi ve The Siskin dergilerinde yazdı. Aralık 1931’de ‘halkın dikka...

İki Binli Yıllardan Richard Bach'ın Martı'sına Bakmak

Resim
İKİ BİNLİ YILLARDAN BAKMAK "Düşüncelerinizin zincirlerinden kurtulun, bedenlerinizin zincirlerini kırın..." Richard Bach ve Jonathan. Yaşamındaki tüm mecburiyetlere rağmen, hayallerinden vazgeçmeyen bir adam, engelleri kanatlarıyla ve düşleriyle delip geçen bir martı. Koşullar ile beraber alışkanlıklarımız ve isteklerimiz de büyük bir hızla değişirken ruhumuzun ihtiyacının hep aynı kaldığını hissettiriyor bu ikili. Gerçekten yaşadığımızı hissetmek istiyoruz belki de; var olduğumuzu kanıtlamak için didiniyoruz ve bazen yine sırf bunun için sürüklenip gidiyoruz kalabalığın içinde. Tüm bu hızın içerisinde bir şey aniden durduruyor adımlarımı. Jonathan düşüyor içime. "Özgür müsün?" diyor üstümden geçen bir çığlık. "Hayallerinin peşinden giderken kaç kere düştü omuzların ve ne seni tekrar ayağa kaldırdı? Tüm heyecanınla kahkahanı atarken kimbilir kaç kişi sesini kısmanı buyurdu. Ve içinden gelenler ne çok yadırgandı. Aklın küçük oyunlarına kapılmadan kaç kere ...

Gömlek

Resim
Sokak lambasının soluk, sarı ışığının altında kırışmış bir gömlek çıkardı poşetinden; ışığın altında birkaç saniye baktıktan sonra yerine koyup yürümeye başladı. Kaldırım taşları sökülmüş bir yolu izliyordu, yanından geçen arabaların kırmızı spot lambaları gözünü alıyordu. Elini sağ cebine attığında, bir hafta önce cebinde kırılan sigaranın toz haline gelmiş tütününü hissetti, sonra da aralarındaki birkaç bozuk parayı. Saymaya bile gerek yoktu, hepitopu dört lira vardı cebinde. Otuz altı yıllık birikimi. Ağır adımlarla yürümeye devam etti, bir manavın önünden geçti, sonra da bir fırının önünden. Yürüdükçe sağ tarafında beliren kafelere takıldı gözü, attığı her adımda kafeler sıklaşıyordu. Herkesin önünde kahve veya çay vardı, bardakların üzerinden ince dumanlar yükseliyordu. Sohbet eden, gülüşen insanları izledi. Amaçsızca sürüklenen gemiler gibiydiler: Hemen hepsi bir işte çalışıyordu; nefret ettikleri insanlara günaydın diyor, güzel kızlarla ya da zengin erkeklerle bi...

Eh, bir nevi

Resim
  Yürüdüğüm kaldırım taşlarını izledim, âdeta haykırdı bana: "Ah! Yine mi sen? 'Evet,' dedim içimden, 'yine ben.' Başımı hafifçe kaldırdığımda yol kenarındaki minik ağaç çekti dikkatimi, bir adımda yaklaştım yanına. Büyüyen, uzanan her dalına şahittim ben onun. O dallarda uzanan yaprakların her birine. Kaç adım attığımı saymayı bırakmıştım kısa bir süre önce. Çok yürürdüm ben, çok gezerdim. Gezgin miydim peki? "Eh," dedim, "Bir nevi." S olumda kalan evin gri, beton duvarına dayanmış çocuğa yanaştım. Bir elinde mendil paketleri, diğer avucunda bozuk paralar. "İşler iyi mi bücür?" dedim başını okşayarak. Gülümsememe karşılık verecekken kaşlarını çattı. "Bana bücür demeni sevmiyorum," diyerek avucunu yıpranmış pantolonunun cebine soktu. "Peki," dedim. "Peki koca adam. Oldu mu?" S ağ yanağındaki gamzeyi çıkarırken minik gülümsemesi, mendil paketlerini iki eline paylaştırdı. "Oldu," dedi. E...

"Hepimiz kafamızda gizli şehirler taşıyoruz!"

Resim
KENT VE SAKİNLERİ NIELS HAV'LA KOPENHAG ÜZERİNE SÖYLEŞİ / NATHALIE HANDAL Eğer tüm şehirler bir satranç oyununa benziyorsa, kuralları öğrendiğim gün, sonunda kendi imparatorluğuma sahip olacağım, her ne kadar içindeki şehirleri hiçbir zaman bilmesem de. Italo Calvino, Görünmez Şehirler Hissettiğiniz, gördüğünüz kadarıyla Kopenhag’ın havasını bize anlatabilir misiniz? Yağmurlu bir günde: Öfke ve hüsran, otobüste insanlar birbirini itekliyor. Güneşli bir günde: Neşe ve cömertlik, insanlar yaşadıkları ve göllerin kenarında yürüdükleri için mutlu. Ve kışları: Kopenhag’ın evli kadınları cehennemin etrafında pedal çevirir kışın dondurulmuş domuz kalpleri parçalarıyla bisikletlerinin sepetlerinde. Bu şehrin en yürek burkan hatırası nedir?  On altı yaşındayken Vesterbro’nun genelevlerini sık sık ziyaret ederdim. Genç bir fahişeye âşıktım. Moğolistanlıydı ve çok güzeldi. Oraya her gece giderdim. El ele tutuşup otururduk. Tamamen bir tılsımın etkisi altındaydım. Ta k...

Fotoğraf değil; insan sevgisi

Resim
İster Tanrı elinden çıkmış olsun, ister kendi yasalarına göre işleyen doğanın kendi yaratımı olsun, var olan her şey belli bir estetik kaygının sonucu olarak vardır. İnsan algısının işte bu doğal kaygıya müdahale çabası, estetik olanın görünür, algılanır kılınması yönünde verilen çaba, sonucu ne olursa olsun eksik, tamamlanmamış bir çaba olarak kalmaya zorunludur. Ben aslında en güzel fotoğrafları atlamışımdır, çekememişimdir. Ya yanımda makine yoktur, ya bir eksik vardır. Bu dünyada hiçbir zaman tatmin olamam, çünkü ben eminim ki muhakkak vardır. Bir kere muhakkak kuramsal olarak vardır. Sen gidersin bir aracı çekersin, gölgesi yanında şöyle gidiyordur, ortasında bir sümüklüböcek gidiyordur. Mesela de ki kompozisyon böyle bir şey. Beş dakika sonra başkadır. On beş dakika sonra daha başkadır. (Ara Güler)

Kardeş

Resim
Bayram sabahlarında giyilmek üzere bütün gece yastığımızın altında sakladığımız gıcır gıcır ıskarpinlerimiz olmamıştı bizim. Utana sıkıla giydiğimiz, yakalarından ipleri sökülmeye başlamış kazaklarımız, ilk sahiplerinden sonra bir türlü bedenlerimizi kabullenememiş gibi emanet duruyordu üstümüzde. Hiçbir zaman unutamayacağımı sandığım, o yoksul ve çaresiz günleri nankör hafızamın yeniden hatırlaması için, senelerdir görüşmediğim kardeşimin gözlerinin içine bakmam gerekiyormuş demek ki. Bayram günlerinde mahallenin çocuklarının alaycı bakışlarına maruz kalmamak için, kestane toplamak bahanesiyle, birlikte ormana gittiğimiz kardeşimin gözlerinde, her ne kadar eski mahcubiyet ve utangaçlıktan eser kalmamış olsa da, yalnızca benim fark edebileceğim bir ışıltı hâlâ aynı şekilde duruyordu. Uzun uzun bakmak istedim o gözlere, 'özlemişim lan seni' demek istedim. Yapamadım. Uzakta yaşıyordu; uzaktı. Aslında uzak olan yollar değildi; uzaklığı oluşturan aramızdaki fiili bir mesafed...

İlhan Berk'in gözüyle 'Galata' ve 'Pera' [1986]

Resim
Türk edebiyatının önemli ismi şair İlhan Berk, 1986 yılında Londra'da BBC Türkçe'den Zeki Okar'a  Galata  ve  Pera  kitaplarını anlatırken, programın sunucusu Aylin Yazan da şairin anlattığı Beyoğlu sokaklarında kısa bir gezinti yapıyor.

'Tuzlu Su' filmleri başlıyor

Resim
“Tuzlu Su: Düşünce Biçimleri Üzerine Bir Teori” başlıklı 14. İstanbul Bienali’nin bir parçası olarak, İKSV ve İstanbul Modern Sinema işbirliğiyle 5 Eylül - 4 Ekim 2015 tarihleri arasında “Tuzlu Su: Ekolojik Kurgular ve Denizler Altında” başlıklı bir film programı gerçekleştiriliyor. Bienal film programı, uzun metrajlı yapımlarla kısa filmleri bir araya getiriyor. Müge Turan’ın bienali şekillendiren Carolyn Christov-Bakargiev ile birlikte hazırladığı uzun metraj seçkisinde tuzlu su, denizler, dalgalar, ekolojik değişimler ve akışkanlık kavramlarını tema veya zemin olarak kullanan filmler yer alacak. Bu filmler Christov- Bakargiev’in James Richards ile hazırladığı, yine su ve denizden esinlenen sanatçı filmleriyle eşleşecek. “Ekolojik Kurgular”, “Denizler Altında”, “Hayatta Kal!” ve “Kıyıdakiler” adlı 4 farklı başlıktan oluşan programın uzun metrajlı filmleri sessiz dönemden başlayarak belgesellere, gişe filmlerinden Avrupa ve Amerikan sinemasının klasiklerine uzanıyor.

Küçük dostum

Resim
Bankın kenarına sinen köpeğin havlamalarıyla uyandı genç kız. Ürkerek koymuştu başını bankın tahta zeminine, tetikteydi bedeni. Soğuğa aldırmamıştı ama gecenin karanlığı korkutuyordu onu. Bu karanlığı fırsat bilip sokak köşelerini yer edinen, nefesleri dahi bela kokanların varlığı titretiyordu onu. İçini buza çeviren soğuk bile kar tanesi kadar küçülüyordu korkusunun yanında. Hançer gibi bedenine işleyen soğuk bile... Kafasını kaldırarak gözlerini üzerine diken köpeğe baktı. Tüyleri yer yer kirlenmiş olan köpek, kanadı kırık bir kuş misali duruyordu önünde. "Yoksa sen de mi evsiz kaldın küçük dostum?" diyerek elini uzattı kömür gözlerine bakarak. Başının üzerinde gezdirdiği elleriyle mayışan köpek, olduğu yere çöktü sessizce.

'İnsanoğlu aptal olmasa bile nankördür'

Resim
Şimdi bir an için insanların aptal olmadığını farz edelim. (Aslına bakılırsa insan için böyle bir şey söylemek imkânsızdır, hiç olmazsa şu sebepten: İnsanı aptal kabul edersek kime akıllı diyeceğiz?) Ama insanoğlu aptal olmasa bile dehşetli nankördür. Nankörün nankörüdür. Hatta bana göre en uygunu, insanı iki ayaklı nankör bir mahlûktur diye tarif etmektir. Ama bu kadar da değil, insanın başlıca kusurunu unutmamalı: İnsanların baş kusuru, tufandan başlayıp Schlezwig-Holstein devrine kadar uzanan daimi erdemsizliğidir. Erdemsizlik ve bunun doğurduğu çeşit çeşit tekinsiz hareketler; tekinsizliğin erdemsizlikten ayrılmadığı öteden beri bilinir zaten. İnsanlık tarihine şöyle bir göz atıverin bakalım, ne göreceksiniz? Azamet mi? Belki; yalnız Rodos Heykeli bile yeter! Bizim Bay Anayevski, heykelin bazılarına göre insan elinden çıktığını, bazılarınınsa tabiatın yarattığı bir harika olduğunu iddia ettiklerini boşuna söylemiyor ya. Göz alıcılık mı? Olabilir; asırlar boyunca her milleti...