Şimdi
bir an için insanların aptal olmadığını farz edelim. (Aslına bakılırsa insan
için böyle bir şey söylemek imkânsızdır, hiç olmazsa şu sebepten: İnsanı aptal
kabul edersek kime akıllı diyeceğiz?) Ama insanoğlu aptal olmasa bile dehşetli
nankördür. Nankörün nankörüdür. Hatta bana göre en uygunu, insanı iki ayaklı
nankör bir mahlûktur diye tarif etmektir. Ama bu kadar da değil, insanın
başlıca kusurunu unutmamalı: İnsanların baş kusuru, tufandan başlayıp
Schlezwig-Holstein devrine kadar uzanan daimi erdemsizliğidir. Erdemsizlik ve
bunun doğurduğu çeşit çeşit tekinsiz hareketler; tekinsizliğin erdemsizlikten
ayrılmadığı öteden beri bilinir zaten. İnsanlık tarihine şöyle bir göz atıverin
bakalım, ne göreceksiniz? Azamet mi? Belki; yalnız Rodos Heykeli bile yeter!
Bizim Bay Anayevski, heykelin bazılarına göre insan elinden çıktığını,
bazılarınınsa tabiatın yarattığı bir harika olduğunu iddia ettiklerini boşuna
söylemiyor ya. Göz alıcılık mı? Olabilir; asırlar boyunca her milletin
askerinin, sivilinin giydiği üniforma bolluğu karşısında apışıp kalmayacak
tarihçi yoktur! Tekdüzelik mi? O da var: Durmadan dövüşüyorlar, şimdi de,
eskiden de, her zaman dövüştüler ve dövüşecekler, bunun gayet tekdüze olduğunu
kabul etmelisiniz. Kısacası, genel tarih hakkında pek çok şey, hasta bir
muhayyileden ne doğarsa hepsi söylenebilir. Yalnız temkinli hareketten
bahsedemezsiniz. Daha söze başlar başlamaz laf ağzınıza tıkılır. Hatta erdemin
ve aklın canlı örnekleri olan allâmelere, insan severlere bol bol rastlanır;
bunların gayesi, ömürlerini elden geldiği kadar erdemli, temkinli geçirmektir,
varlıklarıyla etrafa nur saçarak, dünyada erdemli ve temkinli de
yaşanabileceğini göstermek peşindedirler sanki. E, sonra? Sonrası malum,
bunların birçoğu, ömürlerinin sonuna doğru da olsa, er geç sürçüp tamiri
imkânsız bir çam deviriverirler. Şimdi sorarım size: Böyle garip nitelikleri
olan insanoğlundan ne beklenir? Önüne dünya nimetlerinin hepsini serseniz, başı
kaybolana, hatta su yüzüne ufak ufak kabarcıklar çıkana kadar saadet deryasına
gömseniz, çalışmaya ihtiyacı olmayacak derecede refahını sağlasanız da, sırf
ballı çörekler yiyip yan gelip yatması, bir de insan neslinin kurumaması için
uğraşmasını sağlamak için iktisadi refaha kavuştursanız da, sırf nankörlüğü,
küstahlığı yüzünden bir rezalet koparacaktır. Sırf müspet akla kimi düşsel
öğeler katabilmek için ballı çöreklerden, iktisadi refahından vazgeçip,
kendisine en zararlı saçmalıkların peşinde koşar. Akla sığmaz hayallerinden, en
adice ahmaklığından sıyrılmaya asla yanaşmaz, çünkü tabiat kanunlarının insanı
arzu duymaktan caydıracak kadar tıpkı bir piyano gibi çalmasına, bir cetvele
göre davranmaya zorlamasına rağmen, bir piyano tuşu değil de insan olduğunu
(sanki pek gerekliymiş gibi) kendi kendine ispat etmek ister. Öte yandan insan,
gerçekten bir piyano tuşu olduğunu görse, hatta tabiat bilimleri ve matematik
yoluyla, öyle olduğu ispat edilse bile gene akıllanmaz; gene mahsus, sırf
nankörlükten, inadından yeni haltlar karıştırır.
[Yeraltından Notlar, Fyodor Dostoyevski, Çev. Nihal
Yalaza Taluy, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2008]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder