4 Eylül 2015 Cuma

"Hayır! Yanılmadın."


“Saplantı” / II. Bölüm'den

Ayak sesleri uzaklaşır uzaklaşmaz klozete koştu, iki parmağını boğazına kadar sokup öğürdü Ayşegül. Sabah onu almaya her zamanki gibi uzun boylu, saçları önlerden dökülmüş esmer adam gelmişti. Hastalar, hemşireler, tüm görevliler içinde en esmeri bu adamdı –gerçi hastaların hepsinin suratı beyaz veya sarıydı. Ayşegül o kadar halsiz göründü ki adamın tüm çabalarına rağmen ayakta kalamayınca kahvaltısı ve ilaçlar ona geldi. Şimdi de hepsi birlikte pis suyun üstünde yüzüyordu. Yumurtaların arasından rengi solmaya başlamış pembe ilacı seçti gözleri. Birkaç yıl önce -şimdi ona yüz yıl gibi geliyordu- burada değilken, şimdikinden biraz daha özgürken, ilaçları ilk kullanmaya başladığında kendini gün boyu mutlu, uçacak kadar hafif hissediyordu. “Pembe olan olmalı,” demişti kendi kendine, “Beni bu kadar mutlu eden ilaç çocukluğumun odası kadar pembe olmalı.” Yanılmıştı. Pembe ilaç onu burada hiç de mutlu etmemişti ve şimdi döne döne yerin dibini boyluyordu. Sarıyı sevmeliydi belki de. Yeni evin -artık eski- sarı duvarlarını, sarı kediyi, karşı binada her gece pencereye çıkıp dumanını kendi sarı odasına üfürerek sigara içen sarı saçlı kızı sevmeliydi.
Annesini düşündü. Ona yaptığı şeyi bir kenara iterek her zamanki endişeli yüzünü gözlerinin önüne getirdi. Annesinin yüzü acıyla çarpılıp, “Ayşegül, sen niye böylesin?” dedi. Sonra yağ gibi eridi, düzeldi, Arzu’ya dönüştü. Sahip olduğu tek arkadaşı, dünya üzerinde onun hakkında iyi şeyler düşünen yegâne insan. Ne yapardı Arzu her zaferden sonra? Aralarında yeşilin parladığı saçlarını öbür tarafa savurur, yarım saniye havada bir yerlere bakar, sonra Ayşegül’e döner, “Bu kadar.” derdi. O, bu hareketi her yaptığında Ayşegül onun kendinden önce baktığı yerde Arzu’ya onaylayarak göz kırpan şeytani bir surat görürdü ve onu Ayşegül kadar çok severdi.
Yavuz’da da yanılmıştı belki... Bir anda beyninin her çıkıntısına “Hayır! Hayır!” diyen çiviler battı. Henüz o kadar güçlü olmasalar da acı çok rahatsız ediciydi. “Hayır! Yanılmadın. Hatırla onu, gözlerine bak!” İlaçlar gitmişti bile. Onları susturacak hiçbir şey yoktu artık. Ayşegül, çaresizce onu hatırlamaya çalıştı. Yüzü yüzüne ilk kez o kadar yaklaştığında hiddetle parlayan gözlerini. “Yanılmadım,” dedi. Her kabul edişinde azaldı acı. Yavuz’la ilgili zihnine kaydettiği her şeyi bulup çıkarırken fısıltılar çivilerini çekip daha nazik davranmaya başladılar.
Siyah saçlarını hafifçe dikleştirirdi Yavuz. Gömleğinin bir tarafı her zaman pantolonundan kurtulmuş olurdu. Kravatını bilerek gevşetirdi. Okuldan sonra bile hep dağınık dururdu kıyafetleri. Ayşegül onu ilk gördüğünde düşündüğü tek şey, ‘bu tiplerden etrafta çok var’ olmuştu. Ama Ayşegül için çok geçmeden dünyanın en çekici erkeği oldu. Ayşegül’ün annesi kibar biriydi, babası ise çoğu zaman kabaydı. Bu yüzden hayatının aşkı kibar biri olmalıydı. Haftada en az iki kere ettiği kavgalarına rağmen Yavuz’un her hareketine nezaket kattı Ayşegül. Boyuna on santim ekledi, yüzündeki tüm sivilceleri temizledi, gülüşüne ayışığını yansıttı. Hayır, yanılmış olamazdı. O, Ayşegül’ün Arzu’dan sonra kararmış gökyüzünde parlayan tek yıldızıydı. Onu buraya kapatmadan önce yarım kalmış hedefi.
Her gün böyle hasta olursa çok geçmeden anlaşılırdı oynadığı oyun. Hatta bir sonraki gün tutup onu bir doktora gösterirlerdi. Hastalığa lüzum yoktu, Fısıltılar planlarını yapmışlardı ve sabaha karşı Ayşegül’ü uyandırıp anlatmışlardı. Bu kokuşmuş; ruh suratlı bir çocuğun bilmediği bir şeye tedirginlikle dokunmaya çalışması gibi, zincirleri yüzünden sürekli onu dürten delilerle dolu yerden kurtulacaktı.
Sonraki günler hep uslu durdu Ayşegül. Eskisi kadar hareketsiz, uyuşuk göründü. Tavuğa benzeyen kadın önceleri ondan korksa da, oğlunun hatrına Ayşegül’le arasını düzeltti. Her sabah kahvaltılarını birlikte yaptılar. Ayşegül içinden, ‘Oğlunun da senin de beyninize tükürürüm!’ dedi, süzgün-samimi gözlerle baktı ona ve yemeklerini tabağına boşalttı. Su bile içmedi. Kimse bakmazken ilaçları ve yeşil suyu plastik bardağa kustu. Bir süre sonra diğer öğünleri de midesinde tutmakta zorlandı, iyice zayıfladı, ama Arzu’nun hayran olduğu gücünden bile fazlasını hissediyordu artık.

Zerdef

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder