“Saplantı” / II. Bölüm'den
Ayak
sesleri uzaklaşır uzaklaşmaz klozete koştu, iki parmağını boğazına kadar sokup
öğürdü Ayşegül. Sabah onu almaya her zamanki gibi uzun boylu, saçları önlerden
dökülmüş esmer adam gelmişti. Hastalar, hemşireler, tüm görevliler içinde en
esmeri bu adamdı –gerçi hastaların hepsinin suratı beyaz veya sarıydı. Ayşegül
o kadar halsiz göründü ki adamın tüm çabalarına rağmen ayakta kalamayınca
kahvaltısı ve ilaçlar ona geldi. Şimdi de hepsi birlikte pis suyun üstünde
yüzüyordu. Yumurtaların arasından rengi solmaya başlamış pembe ilacı seçti
gözleri. Birkaç yıl önce -şimdi ona yüz yıl gibi geliyordu- burada değilken, şimdikinden
biraz daha özgürken, ilaçları ilk kullanmaya başladığında kendini gün boyu
mutlu, uçacak kadar hafif hissediyordu. “Pembe olan olmalı,” demişti kendi
kendine, “Beni bu kadar mutlu eden ilaç çocukluğumun odası kadar pembe olmalı.”
Yanılmıştı. Pembe ilaç onu burada hiç de mutlu etmemişti ve şimdi döne döne
yerin dibini boyluyordu. Sarıyı sevmeliydi belki de. Yeni evin -artık eski-
sarı duvarlarını, sarı kediyi, karşı binada her gece pencereye çıkıp dumanını
kendi sarı odasına üfürerek sigara içen sarı saçlı kızı sevmeliydi.
Annesini
düşündü. Ona yaptığı şeyi bir kenara iterek her zamanki endişeli yüzünü
gözlerinin önüne getirdi. Annesinin yüzü acıyla çarpılıp, “Ayşegül, sen niye
böylesin?” dedi. Sonra yağ gibi eridi, düzeldi, Arzu’ya dönüştü. Sahip olduğu
tek arkadaşı, dünya üzerinde onun hakkında iyi şeyler düşünen yegâne insan. Ne
yapardı Arzu her zaferden sonra? Aralarında yeşilin parladığı saçlarını öbür
tarafa savurur, yarım saniye havada bir yerlere bakar, sonra Ayşegül’e döner, “Bu
kadar.” derdi. O, bu hareketi her yaptığında Ayşegül onun kendinden önce
baktığı yerde Arzu’ya onaylayarak göz kırpan şeytani bir surat görürdü ve onu
Ayşegül kadar çok severdi.
Yavuz’da
da yanılmıştı belki... Bir anda beyninin her çıkıntısına “Hayır! Hayır!” diyen
çiviler battı. Henüz o kadar güçlü olmasalar da acı çok rahatsız ediciydi. “Hayır!
Yanılmadın. Hatırla onu, gözlerine bak!” İlaçlar gitmişti bile. Onları
susturacak hiçbir şey yoktu artık. Ayşegül, çaresizce onu hatırlamaya çalıştı.
Yüzü yüzüne ilk kez o kadar yaklaştığında hiddetle parlayan gözlerini. “Yanılmadım,”
dedi. Her kabul edişinde azaldı acı. Yavuz’la ilgili zihnine kaydettiği her
şeyi bulup çıkarırken fısıltılar çivilerini çekip daha nazik davranmaya
başladılar.
Siyah
saçlarını hafifçe dikleştirirdi Yavuz. Gömleğinin bir tarafı her zaman
pantolonundan kurtulmuş olurdu. Kravatını bilerek gevşetirdi. Okuldan sonra
bile hep dağınık dururdu kıyafetleri. Ayşegül onu ilk gördüğünde düşündüğü tek
şey, ‘bu tiplerden etrafta çok var’ olmuştu. Ama Ayşegül için çok geçmeden
dünyanın en çekici erkeği oldu. Ayşegül’ün annesi kibar biriydi, babası ise çoğu
zaman kabaydı. Bu yüzden hayatının aşkı kibar biri olmalıydı. Haftada en az iki
kere ettiği kavgalarına rağmen Yavuz’un her hareketine nezaket kattı Ayşegül.
Boyuna on santim ekledi, yüzündeki tüm sivilceleri temizledi, gülüşüne ayışığını
yansıttı. Hayır, yanılmış olamazdı. O, Ayşegül’ün Arzu’dan sonra kararmış
gökyüzünde parlayan tek yıldızıydı. Onu buraya kapatmadan önce yarım kalmış
hedefi.
Her gün
böyle hasta olursa çok geçmeden anlaşılırdı oynadığı oyun. Hatta bir sonraki
gün tutup onu bir doktora gösterirlerdi. Hastalığa lüzum yoktu, Fısıltılar
planlarını yapmışlardı ve sabaha karşı Ayşegül’ü uyandırıp anlatmışlardı. Bu
kokuşmuş; ruh suratlı bir çocuğun bilmediği bir şeye tedirginlikle dokunmaya
çalışması gibi, zincirleri yüzünden sürekli onu dürten delilerle dolu yerden
kurtulacaktı.
Sonraki günler hep uslu durdu Ayşegül. Eskisi
kadar hareketsiz, uyuşuk göründü. Tavuğa benzeyen kadın önceleri ondan korksa
da, oğlunun hatrına Ayşegül’le arasını düzeltti. Her sabah kahvaltılarını
birlikte yaptılar. Ayşegül içinden, ‘Oğlunun da senin de beyninize tükürürüm!’
dedi, süzgün-samimi gözlerle baktı ona ve yemeklerini tabağına boşalttı. Su
bile içmedi. Kimse bakmazken ilaçları ve yeşil suyu plastik bardağa kustu. Bir
süre sonra diğer öğünleri de midesinde tutmakta zorlandı, iyice zayıfladı, ama
Arzu’nun hayran olduğu gücünden bile fazlasını hissediyordu artık.
Zerdef
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder