Kayıtlar

Ağustos, 2015 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Ankara'nın Dikmen'i

Resim
Dikmen... Ankara’nın en soğuk kışının yaşandığı yerlerinden biridir. Hele Erzurum Mahallesi’nin yokuşundan aşağıya inerken, bu soğuğu iliklerinize kadar hisseder, içinde bulunduğunuz durum ne kadar acıklı da olsa ağlamaya korkarsınız. Çünkü gözyaşlarınızın donup kirpiklerinizin birbirine yapışma ihtimali vardır. Dikmen’e taşınırken -gerçi taşınma denemezdi buna, çünkü elimdeki yarısı dolu eski bavulumdan ve bir naylon poşetin içindeki kitaplarımdan başka hiçbir eşyam yoktu- Samanpazarı’na uğrayıp sünger bir yatak ve iki adet battaniye almıştım. Evin yakınlarında bulunan bakkalları dolaşıp bulabildiğim kadar boş mukavva kutuları toplayıp yatağın altına sermek için zımbalarını çıkararak düzelttim. Bomboş odanın bir köşesindeki mukavvaların üzerine yerleştirdiğim sünger yatağa bakarken, bir an ‘ne kadar da beni çağrıştırıyor’ diye geçirdim içimden, ‘koca gurbetin bir köşesinde yapayalnız ve etrafını çevreleyen duvarlarla tecrit edilmişçesine ümitsiz.’ Zamanla soğuğuna alıştığım,...

Siz isterseniz şiir yazmayın!

Resim

Omar Akram / "Passage Into Midnight"

Resim

Hakikaten, kültür ne demek acaba?

Resim
“Bundan yirmi beş yıl kadar evveldi. Aksaray’ın Horozuçmaz Mahallesi Lâlegül Sokağı Hane No. 54, Cilt No. 22, Sahife No. 669’da, iki katlı ahşap bir evde, medeni hali bekâr, cinsiyeti erkek, dini İslam bir çocuk dünyaya geldi. Babası tütün rejisi muhasipliğinden, on sekiz yıl dört ay yirmi iki gün sonra emekliye ayrılacak olan Hüsnü Bey, annesi de ev kadını Mürüvvet Hanım’dı. Turgut bir ebe marifetiyle, babası ahşap evin alt katında merak ve endişeyle kıvranır ve beş dakikada bir merdivenleri tırmanırken dünyaya geldi. Daha doğrusu, yazık ki, yedinci kere merdivenleri tırmandıktan sonra aşağı inerken doğdu. Evin içinde mahallenin yaşlı kadınları dolaşıp duruyor ve Hüsnü Bey de orada, varlığı gereksiz bir insan olduğunu düşünerek, kendini nereye koyacağını bilemiyordu. Kaynar sularla dolu taslar üst kata taşınıyor ve sigara üstüne sigara içen Hüsnü Bey, bu taşıma işine yardım edecek gücü bile kendinde bulamıyordu. Hüsnü Bey o zamanlar çok zayıftı. Çocuk iki yaşına geldiği gün çektiri...

Sokak çalgıcıları ve bir gösteri

Resim
BEYOĞLU - İSTİKLAL HİKÂYELERİ (3)  Sokak çalgıcıları Yığınla yürüyen bir grup, kemençe çalan bir çalgıcının etrafında toplanmış. Zevkle dinleyip video ve fotoğraf çekiyorlar. İzleyicilerin gitgide çoğalmasıyla çemberin merkezinde kayboluyor grup; çemberi oluşturan kalabalığın bir üyesi oluyor. Kalabalıkta önünüzdeki kişinin ‘bu kadar dinlediğim yeter’ dercesine geri çekildiği anda, çemberi bir adım daha yarıyorsunuz. Her hamle sizi çemberin merkezine biraz daha çekiyor. Ya sıkışıp geri çekiliyorsunuz, ya da merkezdeki çalgıcının önünde duran karton kutuya para atarken buluyorsunuz kendinizi. Yanımdaki bir genç, omzunun üstünden başparmağıyla arka tarafı işaret ediyor, “Beleşçi bunlar abi; parayı biz verdik, müziği arkadakiler dinliyor.” diyor. “Dinlesinler. Harika müzik.” “Nerelisin abi?” “Malatyalıyım.” “Biraz ileride de saz çalıyorlar.” “Olsun; benim için kemençenin sazdan farkı yok.” Gencin neden beni ‘ileride saz çalınıyor’ diye bilgilendirmek zorunda...

Dalıp giderken uzaklara...

Resim
Boğazına bir yumru oturur, yutkunursun gitmez. Ağlamak için canını bile verebilirsin ama yaşlar içine doğru yol alır. Halinden anlayan, "oğlum, neyin var" diyen bir annen de yoktur yanında. Her şey kısa süreliğine durur senin için ve sen sadece bir noktaya bakakalırsın. Neresi olduğu ya da ne olduğu hiç önemli olmayan bir nokta. Etrafında belki de seni seven birçok insan, senin sevdiğin birçok şey var. Ama takılır işte gözlerin bir yere. Aklına sicim gibi yağar anılar. Acısıyla tatlısıyla, en güzeli de sevdiğinin bulunduğu anılar. Unutulması hiçbir zaman mümkün değildir o anların. Ağlamamak için sıkarsın kendini. O yumru gider, yerine patlayacak bir volkan yerleşir. Dişlerin neredeyse birbirine geçecek gibi olduğu zaman fark edersin ancak kötü olduğunu. Oradan uzaklaşmak için izin almaya takatin kalmaz, bir hışım kalkarsın yerinden. Bulunduğun yerden, o anıları aklına getiren etkenlerden uzaklaştığında rahatlarsın ancak. İşte o zaman birer birer damlalar düşmeye başla...

Yapımarketler ve Benjamin

Resim
Resmin kült değeri laikleştiği ölçüde, onun biricikliğinin temeline ilişkin tasarımlar belirsizleşir. [ Walter Benjamin] Türkiye'nin pasif modernizmden aktif modernizme geçtiği dönemdeyiz. İstemediği halde modernleştirilen kitleler, şimdi modernizmin dümeninin başına oturttu kendine daha yakın buldukları temsilcilerini. Rejime yönelik endişeler, sürekli özcülüğü ovalamaktan daha ileriye gidemediği için bugün on yıllık icraatı, 'daha modern'e doğru götürülmüş bir gemi olarak görüyoruz. Dünya, olan bitendir. İcraat da öyle. Bugün, Türkiye bir ileri modernizm dönemi ile muhataptır. Temel sancı, bu ileri modernist algının, kendisiyle zamandaş olarak yaşayan postmodernist algı ile yer yer çarpışması. Modernin postmodernist olanla çarpıştığı anda çıkan seslerin çağıltısı ve yoğunluğu. Korkarım ki bu kış Türkiye'ye modernizm gelecek ve bu, onun icracılarını bile korkutacak. Modernizm son tahlilde, laikleşme ve kapitalistleşmenin yanında, Türkiye için bir mülklüle...

Rosencrantz ve Guildenstern Öldüler

Resim
SAHNEDEN NOTLAR Oyundaki Rosencrantz ve Guildenstern, hayattan herhangi bir beklentileri olmayan, amaçsız yaşayan, herhangi bir kimliğe sahip olup olmadıklarını dahi bilmeyen kişilerdir. Rosencrantz ve Guildenstern’in tek bildikleri; doğdukları, yaşayacakları ve belli bir süre sonra ölecekleridir. Öyle ki kendilerini tanıtırken isimlerini karıştırırlar. Hamlet’i hatırlamalarının sebebi ise onu çocukluktan bu yana tanıyor olmalarıdır. Aksi halde kendi bildikleri, hatırladıkları başka bir şey yoktur, çünkü geçmişi hatırlayabilecek bir hafızaya sahip değillerdir. Bu yüzden ne başarmak istedikleri bir şey vardır, ne de kendilerinin ne olduğunu anlamaları için onlara yardımcı olacak bir kimse. Sık sık unutmaları, geçmişi tamamen yok saymaları ve sadece günümüze göre yaşamaları onlara sadece acı verir ama, içinde bulundukları belirsizliğe de kızamazlar; her şeye ve herkese güvenme ihtiyaçları onların başına bela ve kaçılmaz sondan başka bir şey getirmeyecektir. Oyunun film uyarlama...

“Her yazdığında senden bir sözcük daha eksilir”

Resim
GÖKHAN ARSLAN ’ LA SÖYLEŞİ İzin verirsen, yeni kitabın Babam Beni Niye Öldürdü ’deki şiirlerin oluşma serüveniyle başlamak istiyorum: İntiharını yedi ay boyunca yanında taşıyan, darbe günlerine tanık olup işkenceye maruz kalan ve sosyalist kültürden gelen babanın şiir anlayışına ve şiirlerinin oluşma sürecine etkilerinden bahsedebilir misin biraz? Çocukluğum annemden ve babamdan dinlediğim 12 Eylül ve öncesine ait hikâyelerle geçti. Kaybedilen arkadaşlar, saklanılan evler, okunan kitaplar, yarım bırakılan yaşamlar, sımsıkı tutulan hayaller, bir şeyleri değiştirebilme özlemi, çocuklarına güzel bir gelecek bırakabilme umudu... Aşağı yukarı her gece sanki masal dinliyormuş gibi oturur, onların anılarını kafamda canlandırmaya çalışırdım. Yetişme süreci boyunca bunlarla içli dışlı olunca, duygusal anlamda da o yöne kayıyorsun zaten. Şiire ilk merak sardığım dönemlerde babamın elime tutuşturduğu kitapların Cemal Süreya ve Nâzım Hikmet’e ait olduğu düşünülürse, durum daha da netlik...

Yengeniz şaka yapıyo...

Resim

İçimizdeki boşluk

Resim
Sizin hiç on üç - on dört yaşınızdaki halinizi hatırlamaya çalıştığınız oldu mu? Çocukluğunuzu hatırlarsınız, ilk gençlik yıllarınız sıkça gelir aklınıza, hele ergenliğinizi tamamlayıp on sekiz yaşınıza geldiğiniz zamanı, hatta o yaşa girdiğiniz doğum gününüzü birçoğunuz unutamazsınız değil mi? Ama on üç - on dört yaşınız; ergenliğinizin ilk yılları ve kanınızın kaynamaya başladığı, karmaşık duygular içerisinde olduğunuz ve de aklınızı kullanarak değil tamamen benliğinizi ele geçiren duygularınızla hareket ettiğiniz çok önemli bir dönemin başlangıcıdır aslında. Bu dönemdeki duygu yoğunluğu belli bir yaşa kadar azalarak devam eder. On sekiz yaşınız o nedenle anlamlıdır sizin için. Çünkü, bu yaşınızdan itibaren düşünmeye başlar ve aklınızı kullanarak sağlıklı kararlar alabilirsiniz. Bu yüzdendir birçok ülkede seçme ve seçilme yaşının on sekiz olması ve kanunen reşit sayılması bireylerin. On üç - on dört yaşındaki bir çocuğa ağır işler yaptırmak suçtur. Taşıyamayacağı bir yükün ...

İstiklal'e varış

Resim
BEYOĞLU - İSTİKLAL HİKÂYELERİ (2) İstiklal’e varış “Tak-simm!” diye bağırdı şoför. Frene basıp el frenini aniden çekerek, hızla kapıyı açıp arabadan atladı. Minibüsten indik. Sabah işyerine ulaşma telaşına benzer bir şekilde hepimiz koşturarak ilerliyorduk. Taksim Meydanı’nı İstiklal ’ e bağlayan yol ağzına geldiğimizde kalabalıklaşan ortamda birbirimizi kaybettik. Taksim, mıknatıs gibi kalabalığı bir merkeze çekiyordu. İstiklal Caddesi’nin girişindeki sağlı sollu buluşma yeri ise tam bir keşmekeşti. Saatime baktım: 17.38. “İyi, fazla uzun sürmedi. Çabuk geldik.” diye mırıldandım, “Burada bekleşenlerin saat 18.00’de buluşacağına dair her iddiasına varım.” Herkes buluşmak için birilerini burada bekliyor; bekleme salonundan farksız. Bekleme salonlarında bakışlar sabittir. Her şey ağır ağır hareket eder. Bir anonsla hareketlenir her şey. Ya gazete okur, ya kitap, ya da televizyon seyrederler. Ancak burada oturacak yer yok, insanlar ayakta bekliyor. Herkesin elinde bir...

Sevdiğimiz Şeyler: "Biz Onlardık"

Resim
Şair Cevat Turan'ın 'Gözlerine Sakla Beni' isimli kitabından seslendirdiği "Biz Onlardık" şiiri... Bildikleriniz dışında kalan ne varsa... Başka Şeyler

Oyun ve Sevgili

Resim
Sen bana şiirler yazarsın, ben sana öyküler anlatırım ve bu böyle sürer gider. Çünkü cezalıyız sevgili; çünkü gördüğün-duyduğun ne varsa uğultulu bir sessizliktir şimdi, baktığın-dokunduğun ne varsa puslu bir yalnızlıktır şimdi. Sen bana şiirler yaz, ben sana öyküler anlatayım; çünkü oyunun içinde kaldık sevgili. Tümüyle şiire adanmış ve bu yüzden oyun dışı kalmış iki hayat anlatacağım bu kez sana; aralarında yarım asırlık mesafe bulunan iki şairin kesişen yaşamlarını anlatacağım; 1942 yılında, bile isteye, kan kusa kusa ölen şair Rüştü Onur’u ve 2006 yılında ölümle sözleşme yapar gibi, kansere yenik düşen Cenk Koyuncu’yu anlatacağım bu kez. Yüzünden nehirler geçen sevgili; oyun yeniden başlıyor şimdi: 1920’de doğup 1942’de ölen, 22 yıllık kısacık yaşamına koskoca bir aşk ve sıcacık şiirler sığdıran Rüştü Onur’un bütün ömrü hastanelerle işyeri arasında geçti. İkinci Dünya Savaşı koşullarının getirdiği kıtlık ve sağlıksız beslenme nedeniyle lisede tüberküloza yakal...

Rocky lan bu!

Resim

Cam tuzla buz

Resim
Sol saksıda funda var; yanındakinde küpeçiçeği... Yoksa sağdaki mi funda? Yok yok, sağdaki küpe, soldaki küpe... Of, hayır! Sağdaki funda, soldaki küpe... Gözlerimde sorun yok; kendimle anlaşamıyorum şu sıralar. O kadar kalabalığım ki, şuradaki benim mesela. Ah, bak burada da ben. Arkamda da var bir tane. Böyle böyle kalabalığım ben. Nasıl da güzel tanıştım onlarla(!). Hiç unutmam o günü. Çaktım bir kibrit, karanlığımdan sıyrılıp tanıştım sandım kendimle. ‘Sandım’ diyorum; o gün her şey bitti. Başlar sanıyordum. Fakat bitti. Korkup kibrit elimi yakacak diye üflediğim için tanıyamadım ben’i. Sonra sorular ve sanrılar aldı başını gitti. “Her şey bitti diye mi şu anda oturduğum odanın duvarları gri; yatağım simsiyah?” diye sordum. Sürüden bir ben cevapladı: “Avare ve çırılçıplak bir ruh yatıyor diye karardı bu yatak belki de.” “Dizlerime ellerimi dolayıp sırtımı verdiğim duvar; önümde duran yarısı su dolu bardağa saatlerce baktığım için mi gri?” diye sordum. “Korkakla...

Saplantı

Resim
Sonbahar 2011 Her şey yolunda. Her şey... Yolunda... Gibi. Gibi... Yolunda gibi. Beynim uyuşuk, her şey gerçek. Her şey yolunda. Gibi... (Başının üstündeki floresanın cızırtılı sesi, yan masada oyun oynayan adamların sesi, oynadıkları oyunun -dama olabilir- sesi, uzaklardan gelen tiz kahkahanın sesi, arkasındaki pencereye vuran yağmurun sesi, yanında konuşan kadının sesi, duvara vuran zincir sesi, annesinin ‘Ayşegül!’ diyen sesi, zincire vuran zincir sesi, sakız çiğneyen adamın sesi, yere vuran sopa sesi, gök gürültüsü...) Her şey gibi. Yolunda gibi... “Seni beğendim. Oğlum da beğenir seni. Ne dersin? Kendisi avukat. Çok da yakışıklı, tıpkı bana benziyor.” Başını ağır ağır yanındaki kadına çevirdi Ayşegül, kadına baktı. ‘Tavuğa benziyorsun,’ diye düşündü, ‘Oğlun da tavuğa mı benziyor?’ “Yoksa sen şu öğretmen kız mısın? Aa... Ben seni tanıyorum. Reyhan’cığım bahsetmişti senden, ama çıkaramadım ilk başta. Akıllı kadındır şu Reyhan, herkesle muhabbeti...” Öğretmenim b...

Batan Gemi

Resim
Merdivenin ikinci basamağına uzattığı ayakkabısının bağcıklarını bağlarken acele ediyordu. Her zamanki gibi işe geç kalmıştı. Merdivenlerden koşarak inip apartmanın dış kapısını araladığında, gökyüzündeki karanlık bulutları fark ederek ceketini giymesi gerektiğini düşündü. Beşinci kattaki dairesine geri dönmeyi gözü kesmedi. Gömleğinin üst düğmesini ilikleyerek hızlı adımlarla sokağın sonundaki otobüs durağına doğru yürüdü. Durağa vardığında yağmur çiselemeye başlamıştı. Kapalı bölümde yığılı kalabalık otobüsün yanaşmasıyla birlikte ite kaka yerlerinden ayrılınca, balık istifi halindeki yolcuların arasına sığışmak için mücadele etmeye başladı. Havasız ve yoğun ter kokusu içerisindeki otobüste âdeta tek ayağının üzerinde yapmış olduğu yaklaşık bir saatlik yolculuğunun sonunda, Beyazıt Meydanı’ndaki durakta inerek Kapalıçarşı tarafında bulunan pastaneden sıcak bir simit aldı. İlk ısırıkta birkaç gün önce dolgusu düşen dişinin onu yerinden havaya sıçratacak derecede basınç yaparak...

Reklamcıları niçin öldürmeliyiz?

Resim
Dünyaya bir daha gelecek olsam,  reklamcılık yapmak isterim.” Franklin D. Roosevelt- ABD Başkanı Jacques Seguela, insanlık tarihinin en olaylı siyasi reklamcılarından biri. Anneme reklamcı olduğumu söylemeyin... O beni bir genelevde piyanist sanıyor! adlı kitabı AFA Yayınları’ndan 1989 yılında çıkmış. Yeni baskısı yok. Sahaflarda bulunuyor. İlk baskısını 4 liraya aldım. Okumak isteyenlere ödünç verebilirim. Kitap, Seguela’nın kendine ithaf ettiği bir anı kitabı. Reklamcılık hayatına nasıl başladığını, bu hayatta neler yaptığını, reklamın nasıl bir şey olduğunu güzelce anlatıyor. Çevirmen de gayet iyi: Ragıp Duran. Kitapta şu tarz bölümler var: “1969 Kaçış Yılı”, “1970 Mavi Yıl”, “1971 Kara Yıl”. O yıllarda neler olduğunu her sayfada sinemavari bir dille aktarıyor. Bu bir kurgu numarası, zira kitabın sonunda jenerik ve sahneler var. Kitabın meramı: ‘Reklamcı olmak bir genelevde piyanist olmaktan daha ahlaksız bir durumdur.’ Bu fikri destekleyen anılarla, 70’li yıll...

Ben, Siyah!

Resim
Merhaba! Ben, Siyah. Sizin o rengârenk hayatlarınızın aksine ben tüm hücrelerimle siyah, tüm benliğimle karanlığım. Renkler nasıldı acaba, şiirlere sığmayan gökyüzü? Uçsuz bucaksız mıydı siyahım gibi? Görebilseydim kokusunu aldığım çiçekleri, yıldızları saysaydım mesela, benim de yıldızım olur muydu? Ya da sahiplenebileceğim renklerim, karanlığıma ışık tutar mıydı? Kitaplar okurdum belki, belki de sözlerinde hayatı unutacağım şiirleri. Simit attığım martıların havada süzülüşünü izlemez miydim? Birçok film vardı izlemek istediğim; repliklerini ezberlediğim sahneleri belki ben de izlerdim? Ama şükrediyorum yine de; bir yanından tutunuyorum hayata. Çünkü hep güzel bir yer olduğunu düşündüğüm dünyanın, benim aksime bembeyaz olduğunu. Kuşlar özgürdü mesela düşlerimde. Sahi, sandığım kadar özgür mü kuşlar? Belki şimdi rüzgâr saçlarımı okşarken karanlığı seyrediyor, tek renkle bakıyorum hayata. Ama ben o tek renkle mutlu, kendi siyahımla varım. C. Merve Dede Merve Dede...

Tanrı'nın Hastalığı

Resim
Modern Arap şiirinin son dönem temsilcilerinden olan Ali El Cellavi'nin "مرض الله" şiirinin, kendi sesinden kaydını yayınlıyoruz. Ozan Han Turakine ve Fatih Mutlu'nun çevirisiyle...

Kentin yandan görünüşü!

Resim
KENT VE SAKİNLERİ Zenginler, zengin olduklarının farkına, sınırına, varoşların, yoksulların bulunduğu bir belde içinde  varabilirler ancak; her şey -kent bile- bir tasarı, projedir onlar için; bir yerde açlıktan geberen, bahşiş  isteyen, üç beş kuruşa tetikçilik yapmak isteyenin olmadığı yerde zenginlik neyle sınanabilir? Burada saklanmak mümkünsüz. Sağlıktan kozmetiğe, finans sektöründen notere dek her köşe 24 saat uykusuz. Bir istatistik raporunda yer tutan herhangi bir rakamdan farkınız yok, kalbinize eğildiğini düşündüğünüz başınızın en yakın komşusu asfalt. Yani zift, yani keder, yani aşağısı. Burada üretiliyor yeni dünya düzenine uygun ahenkle yürüyecek insan tipleri. Yemek programları, gün ortası, akşamüstü, gece yarısı... bütün televizyonlarda. Beslenme rejimi olmayı aşmış artık. Sağlık programları burada. Fakir fukara insanların yiyebilecekleri şeyler ağzından alınıyor, yiyemeyecekleri şeyler gözüne sokuluyor buralarda. Ne kadar feci değil mi? Bence de. Ken...

Keder / Maram El Masri

Resim
Ozan Han Turakine ve Fatih Mutlu tarafından çevrilen Maram El Masri şiiri... Çeviri, 2012 yılında yayımlanan  Mesai Sanat gazetesi için yapılmıştır. الألم؟ كيفَ تعرّفَ اليّ؟ لم أكنْ أضعُ وردةً حمراءَ على صدري و لم أكنْ على موعِدٍ مَعَهُ كنت فقطْ أحاول التخلُّصَ من آخرِ أثرٍ لرجلٍ قد رحلْ

Ali El Cellavi'yle kısa bir konuşma

Resim
El Cellavi; şiir, Bahailik, kadın sorunu, Arap Baharı ve Suriye’deki gelişmelerle ilgili sorularımızı yanıtladı. Modern Arap şiiri denilince Türkiye’de ilk akla gelen şairlerden biri Adonis’tir. Sizin aklınıza gelen isimler kimlerdir? Benim şiir tecrübem, cahiliye döneminin muallakatları (İslam öncesi dönemde şiirleri Kâbe duvarına asılan şairler), Emevi ve Abbasi şairlerinin katkılarıyla oluşmuştur. Modern şairlerden Mahmud Derviş, Bedir Şakir Sayyab, Nizar Kabbani, Bulend Alhaidary ve Muzaffer Al Navab gibi birçok isim mevcut; bu kişilerin birikimlerinden hem zevk alıp hem yararlanmak mümkün. Bu (zevk ve birikimlerinden yararlanma işi) coğrafyaları aşan bir şeydir. Bahai dini hakkında ne düşünüyorsunuz? Nasıl yorumluyorsunuz? Bahailik, yaklaşık 170 seneden beri süregelen güzel bir din. Kendisi hakkında bir yorumum yok, diğer din ve inançlara ne kadar yakınsam, ona da o kadar yakınım. Bu insan ihtiyaçlarının bir sonucu. “Rabiatül Adeviyye” adında bir şiiriniz var. Arap dü...

Jean Valjean, babam ve ben

Resim
BAKIMEVİNDEN NOTLAR Aşka düşmüş bir yaprak, sonbahara kalmamış... S.Ö. Dürüst bir kişiliktir Jean Valjean. İradesinin gücü bedenine yansımıştır. Yaşam onu acı bir deneyime sürüklemiş, karnını doyurmak için girdiği kilisenin şamdanlarını çaldıktan sonra kilise onun bu durumunu hoşgörüp bir çalkantıdan yeni bir yöne koymuştur onu. Jean Valjean, içindeki bu ışığı ömrünce taşımış, Tanrı’ya karşı vefa borcunu bir hayat kurtararak ödemiştir. Babam kısa boylu, cabbar bir adam. Bir göçün içinden çıkmış; beş çocuk ve bir kadınla bir şehirden başka bir şehre sürüklenmiş. İçinden anılar çıkan, içinden sevinçler çıkan bir göçe. “İşte yol bu!” demiş, “Bu yol gergeflerini dokuyor.” Kasaba okulları, siyah önlükler ve tıraşlı başım. Her şeyi örten, her şeyi koyu bir renge boyayan yalnızlıkların annesi, annem. Şehir büyük bir arena, temizliğin, duruluğun şehri. İçinde emeklerinin karşılık bulduğu, sevinçlerinin horlanmadığı bir güneş, babam. Saliha küçük bir kız. Siyah saçları buklel...

Yasemin

Resim
Parmaklarının arasında özenle taşıdığı fidana bir bakış daha attı Melisa. Çiçekler onun için vazgeçilmez bir tutku olduğu gibi, en iyi sırdaşları, en yakın dostlarıydı. Evine henüz birkaç metrelik mesafe kalmışken duraksadı. Karşı evleri sonunda sahibini bulmuştu demek ki! Bir iki adım yaklaştığında koca kamyondan taşınan eşyalara yardım eden kızı gördü. Siyah kıyafetleri ve aynı tondaki saçlarının bir kısmı kazınmıştı. Kızın tarzı yüzünü buruşturmasına sebep olmuş, evinin bahçesine doğru hızlı adımlar atmasını sağlamıştı. O renklerin kızıydı! Güldeki kırmızı, papatyadaki beyaz, menekşedeki mor büyülerdi onu. Sıradan geçen gününü, kitaplarıyla sonlandırdıktan sonra eline küçük defterini alarak yatağına uzandı. Her akşam yaşadıklarından birer cümle karaladığı defterdi bu. Kenarındaki kalemi alarak mavi mürekkebi kağıtla buluşturdu. "Bazı insanları anlamıyorum." diye başladı sözlerine,  "Siyah sadece gecenin karanlığını süslemeliyken bunu kıyafetlerine taşıyorlar;...

Gözlerinin önünde bütün renkler kirlenirken...

Resim

Öyle şekiller

Resim
Gün bugündür abicim/ benim yerim benim yanım/ bi söner bi yanarım/ nasıl olsa kökü bende/ o konuşmuş bu konuşmuş/ eski dostum tankla gelmiş/ komşu teyze dama çıkmış/ öyle şekiller/.../ Atlıkarınca canı sıkılınca/ canlandı bir gece dağıldı tüm şehre/ tribünlerin sesi yağmurla birlikte/ ne eksik ne tamız/ bu bizim zamanımız

Hollywood'un yeniden çevrimleri

Resim
Amerikalı başarılı yönetmen David Fincher, son yılların çok satan kitabı Ejderha Dövmeli Kız ’ı sinemaya uyarladı. Dört yıl gösterime giren film, İsveçli yönetmen Nils Arden Oplev’in 2009’da çektiği filmden sonra ikinci bir versiyon olarak karşımıza çıkmış oldu. Böylece film, Hollywood’un yeniden çevrimler kervanına katıldı. Bu vesileyle Hollywood sinemasının hangi filmleri yeniden çevirdiğini hatırlatmak istedik. 2000’lerle beraber Amerikan sinema endüstrisi eski gücünü kaybetmişti. Özellikle 90’ların ilk yarısında yarattığı filmlerin gölgesinde bir seyir izleyen Hollywood, bu durumu değiştirmek için farklı çözüm yolları aramaya başladı. Bir dönem, tarihi filmlere ağırlık veren endüstri, bu filmlerin ağır yapım maliyetleri taşıması ve eskisi kadar talep görmemesi üzerine alternatif arayışlarını sürdürdü. Özgün senaryoların yazılamıyor oluşu film yapımcılarını kara kara düşündürmeye başlamıştı. Hemen hemen bütün temaların birçok kez denenmiş olması ve izleyicilerin klişelerden sık...